๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 13 Temmuz 2012, 18:45:52



Konu Başlığı: Ehli Beyt’in ev sahibiyle tel örgüler kalkınca
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 13 Temmuz 2012, 18:45:52
Ehli Beyt’in ev sahibiyle tel örgüler kalkınca…
Sevil KUZU • 73. Sayı / GEZİ


Suriye’yi bir zamanlar sadece sınır kapılarındaki bayramlaşmalarla hatırlardık. Her bayramlaşma sonrasında sınırlar kapanır, kimi teyzeoğlunu, kimi amcası ya da teyzesini sınırın diğer tarafında bırakırdı. Neyse ki, iki ülke arasında vize uygulamasının kalkmasıyla birlikte halklar arasında gerçekleşen ziyaretler sıklaştı. Bu, iki ülke için de önemli bir kazanım. Zira Suriye ile akrabayız. Bunun yanı sıra Suriye toprakları, Peygamberimiz’in (s.a.v) Ehli Beyt’ini, ashabını ağırlıyor yüzyıllardır. Yani Suriye, Peygamberimiz’in sahip çıkmamızı istediği Ehli Beyt türbelerinin bulunduğu önemli bir Ortadoğu ülkesi. Biz de Üstad Sezai Karakoç’un “Gerekirse ceketinizi satın ama bir İslam ülkesini mutlaka görün” tavsiyesine kulak vererek bu zenginliğe ev sahipliği yapan Suriye yollarına revan olduk.

“Şam’a bir kere gelen geriye mutlaka döner” derler. Suriye’ye, başkent Şam’a gidenlerin ülkelerine döndüklerinde hissedeceği kaçınılmaz özlem bu deyişi haklı çıkarıyor. Çünkü orada bize, kültürümüze ait değerler, Peygamber Efendimiz’in akrabaları var. Bu sebepler bizim de yolumuzu Suriye’ye düşürmeye yetti. Kilometrelerce yolu buraları görmek için kat etmeye değer, diye düşündüm ülkeme döndüğümde. Çünkü “İslam ülkelerinin yüzüğü”, “ışığın, İslam medeniyetinin doğduğu yer” tanımlamalarına mazhar olan bu kent, zamanında pek çok âlimi misafir etmiş. Kimi bir süre, bazıları da Ehli Beyt gibi ebedi kalmış bu topraklarda.

Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan geçip, yaklaşık 10 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından Şam’daki gara indiğimizde hiç yabancılık çekmediğimi hatırlıyorum. Meraklı gözlerle çevreme bakınıyorum, farklı insanlar, yüzler ya da başka bir dil konuşan birini görmek isterken garın çevresinde tedirgin gözlerle büyük ihtimalle boş taksi arayan bir teyze dikkatimi çekiyor. Arkadaşımın tercümesinden anlıyorum ki, adını öğrenemediğimiz bu teyze, Türkiye’den buraya gelin gelmiş, yaklaşık 40 yıldır burada yaşıyormuş. Daha ülkeye ayak bastığım ilk anda bir Türkiyeli görmek, insanlara samimi bakmama yetiyor ve bu muhabbetle misafir olacağımız Arap öğrencilerin evine doğru yol alıyoruz.

İslam dünyasının en eski mabedi
Bir ülkeyi ziyaret ediyorsanız ve az vaktiniz varsa güne erken başlamanız gerektiği önemli bir düsturdur. Yol arkadaşlarımla birlikte biz de bu düsturla hareket edip, sabah erkenden yola çıkıyoruz. Evin yakınındaki Ebunnur Camii’ne doğru hızla yürüyen farklı milletlerden insanlar bizi şaşırtıyor. Neyse ki, uzun süredir Arapça eğitimi için Şam’da bulunan arkadaşım merakımızı gideriyor. Burası bir ibadet yeri olmasının yanı sıra Şam’a Arapça öğrenmeye gelen yabancı öğrencilerin eğitim aldığı bir merkezmiş aynı zamanda. Bu vesileyle Japonya, Rusya, Çin gibi ülkelerden Arapça eğitimi almak için Şam’a gelen üniversite öğrencilerinin olduğunu öğreniyoruz.

Şam’da ilk gidilmesi gereken yer İslam dünyasının ayakta kalabilen en eski mabedi olan Emevi Camii. Eğer güneşli bir havada buradaysanız, yalın ayak gezindiğiniz avlunun gölgesinde serinleyen Arapları görebilirsiniz. Caminin dışında ise Hıristiyanlardan kalma mozaikler var. Bunun nedeni mabedin oldukça eskiye dayanan tarihinde saklı. Şam’ın Müslümanlar tarafından fethedildiği 635 yılında burası kiliseden camiye çevrilmiş. Bu tarihten sonra ise yapının doğu tarafının cami, batı tarafının ise kilise olarak kullanımı devam etmiş. Müslüman nüfusun zaman içinde artması sonucu ise cami olarak kullanılan bölüm yetersiz kaldığından binanın tamamı camiye çevrilmiş. Fakat bu tarihî yapının avlusunda bulunan Hıristiyanlara ait göz alıcı mozaiklere sanatsal ve tarihî değerinden dolayı dokunulmamış.

Emevi Camii’ni ilk ziyaretimde avluyu seyre dalmaktan kendimi alıkoyamadım, uzun uzun baktım, buradan ayrılmak istemedim. Cami bana belki de henüz gidemediğim, tahayyül edebildiğim kadarıyla bildiğim Mescid-i Nebevi’yi hatırlatmıştı. Bu hislerle camiye girdiğimde ise ağıt yakan İranlı bir grup dikkatimi çekti. İranlılar Kerbela’da şehit olan Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hüseyin (r.a) için ağıt yakıyorlardı.

Dört mihrab dört minber
İslam tarihinde Müslümanlar için çok acı bir olay olarak hatırlanan Kerbela’da onlarca kılıç ve ok darbesiyle şehit düşen Hz. Hüseyin’in başının altın bir tas içinde Şam’a getirildiği rivayet ediliyor. Bugün hem Şamlılar hem de Şam'ı ziyaret eden Şiiler, Hz. Hüseyin'in başının Emevi Camii’nin avlusuna defnedildiğine inanıyor. Hz. Hüseyin’in türbesinin hemen yanında Hz. Yahya’nın (a.s) kabri, caminin diğer kısmında ise Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’in makamı var.

Dört mihrabı bulunan Emevi Camii’nde dört mezhebin imamlarına ait dört minber var. Namaz vakitlerinde Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli imamlarından herhangi biri gelerek cemaate namaz kıldırıyor. 25 kişinin müezzinlik yaptığı camide, Hamidiye Çarşısı esnafının da katıldığı grubun okuduğu ezana bir ikindi vakti rastladım. Şimdilerde Şam’a defalarca gitmek istememin en önemli sebeplerinden birinin o ezanı yeniden dinlemeyi arzulayışım olduğunu anlıyorum. Buraya tekrar dönebilecek olmanın huzuru ile camiden istemeden de olsa ayrılıyor, cami yakınlarında bulunan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kızı Hz. Rukiye’nin türbesine gidiyoruz. Türbenin ışıltısı gözlerimizi kamaştırıyor, ağlayarak dua edenler de bizi Kerbela’da yaşananlara geri götürüyor. Dua ettikten sonra da hemen yakınlarında bulunan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine uğruyoruz. Bu türbe, Şam'daki Osmanlı eserlerine küçük bir örnek oluşturuyor. Yavuz Sultan Selim, Şam'ı fethettiğinde burada uzun süre kalmış, hatta Cuma selamlığına çıkmış, Selahattin Eyyubi ve ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî’nin mezarlarını ziyaret ederek her ikisinin mezarına da birer türbe inşa ettirmiş.

Yardımsever Arap halkı
Şam Garı ve Hamidiye Çarşısı’na doğru giderken ilk önce Süleymaniye Külliyesi’ni ziyaret ediyoruz. Şam’ın en önemli kültür merkezi olan külliye, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1554 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmış. İçi restore edildiği için camiye giremeyince etrafa göz atıyoruz. Hemen yakında Şam Askeri Müzesi’ni ve bir Türk derneği tarafından açılan el sanatları sergisini görüyoruz. Buralara da uğradıktan sonra külliyede bulunan Tekke bölümüne geçiyoruz. Bu bölümde havuzlu avlunun etrafında alışveriş yapılan dükkânlar yer alıyor. Süleymaniye Külliyesi’nin Türkler için bir başka önemi de, caminin bahçesinin sağ tarafından bulunan özel bir bölümde Sultan Vahdettin ve yakınlarının mezarlarının bulunması. Burada bize bir bekçi eşlik ediyor. Bekçiden öğrendiğimize göre buradaki mezarlara sürekli bakım yapılıyormuş.

Suriye ve şehirlerini dolaşırken ne haritaya ne de rehbere bakmamıza gerek kalmıyor. Daha nerede olduğumuzu anlayıp gideceğimiz yol güzergâhını belirlemeye çalışırken her defasında biri yardıma koşuyor ve samimi bir yardım sesi sayesinde kaybolduğumuzu düşündüğümüz o andaki tedirgin halimiz yerini birden sakinliğe bırakıyor. Arap halkının bu yardımseverliği sayesinde merkeze biraz uzak olan Seyyide Zeynep semtine doğru emin bir şekilde yola çıktık. Tüm evlerin balkonları burada üstü bir bez ya da çarşafla örtülmüş vaziyette. Aynı zamanda burası İranlı nüfusun en yoğun olduğu bölge.

Seyyide Zeynep semtinde Hz. Ali’nin (r.a) kızı Hz. Zeynep (r.a) için yapılmış bir cami ve türbe bulunuyor. Caminin som altınla kaplı kubbesi, süslü revaklarla çevrili avlusu ve işlemeli minaresi adeta gözlerimizi kamaştırıyor. İçeri girdiğimizde türbe çevresinde ağlayarak dua eden bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. Daha sonra semtteki Kerbela Şehitliği’ne de uğrayarak buradaki türbeleri ziyaret ediyoruz.

Hamidiye Çarşısı ve mahalle pazarları
Şam’da eski ve yeni diye tabir edilen bölgeler var. Mesela ‘Eski İstanbul’ tabiri bizim için neyi çağrıştırıyorsa, buradaki halk için de Eski Şam olarak adlandırılan bölge aynı duyguyu/maziye özlemi ifade ediyor. Eski ve Yeni Şam olarak adlandırılan iki bölge, binaların yapısıyla, Suriyelilerin gün içinde çokça vakit geçirdikleri çarşı ve pazarlarıyla önemli sosyolojik tespitleri mümkün kılıyor. Mesela, Yeni Şam, şehrin merkezinde tarihî Şam Garı’nın bulunduğu çevrede yer alıyor. Burada halkın büyük çoğunluğunun sıklıkla alışveriş yaptığı Hamidiye Çarşısı var. İstanbul’un Kapalı Çarşı’sını, Mısır Çarşısı’nı andıran çarşıda yüzlerce dükkân işletiliyor. Sadece Hamidiye Çarşısı değil, Cuma, Çerkeziye çarşıları da alışveriş için uygun yerler. Şam halkı marketlerden ziyade yiyecek ve giyeceklerini de mahallelerdeki çarşı/pazarlardan temin ediyorlar.

Emevi Camii’nin hemen arkasından başlayan bölgede yer alan Bab Şarki ve Bab Tuma bölgeleri ise, Eski Şam olarak bilinen bölgeler. Eski Şam’da daha çok Hıristiyan ve Ermeniler yaşıyor. Eski Şam’ın dar sokaklarının bazı köşeleri Hz. Meryem ve Hz. İsa’ya ayrılmış. Emevi Camii’nin Doğu tarafında yükselen 3 minaresinden biri olan Ak Minare’nin bu çevrede olması da buradaki toplumsal yapıya dair önemli ipuçları veriyor. Ak Minare “İsa Minaresi” olarak da biliniyor. Müslümanların inanışına göre Hz. İsa (a.s) yeryüzüne teşrif ettiğinde bu minareye inecek.

Hamidiye Çarşısı’na uğradıktan sonra aynı yol üzerindeki Şam Garı’nı da geziyoruz. Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamid’in yaptırdığı Şam Garı bilindiği gibi Hicaz Demiryolu’nun önemli ayaklarındandı. Binanın mimari özelliği zamana yenilmemiş diyebiliriz ancak öğrendiğimize göre burada bir zamanlar bulunan demiryolu ve Abdülhamid'in seyahatlerinde kullandığı tren bulunuyormuş. Garın dış kısmındaki sembolik lokomotif tarihten kalan tek görüntü olarak karşımızda duruyor.


Bisiklet ve motosiklet Şam’da esnaf için büyük kolaylık. Bu şekilde ticaretlerini daha çabuk yapabiliyorlar. Eski Şam’ın dar sokakları esnafı bir anlamda bu ticaret şekline mecbur ediyor sanki. Aynı zamanda yakıttan tasarruf eden Şamlılar trafikten de hiç şikâyetçi görünmüyor. Ayrıca dar sokaklar Şam’a gelen ziyaretçilerin uğrak noktası. Buraya gelen herkes mutlaka bu dar sokaklarda fotoğraf çektiriyor, çevredeki avlulu evlere hayranlıkla bakıyor.

Türkiye ve Suriye arasında son yıllarda daha da gelişen siyasi ilişkiler güzel bir hava estiriyor Şam’da. Fakat bu hava sadece siyasi ilişkilerin bir meyvesi değil. Suriyelilerin Türkiye halkına özel bir sevgisi var. Türk-Arap halkının dostluğu sokaklara çıkıp dolaştığınızda daha çok hissediliyor. Gittiğiniz restoran ve kafelerde, gezdiğiniz yerlerde ‘Türkiye’den mi geliyorsunuz?’ sorusunun karşılığında ‘Evet’ cevabı aldıkları vakit size kocaman bir gülümsemeyle “Ehlen ve Sehlen” (Hoş geldiniz) diyorlar.

Eski Şam bölgesindeki birçok kafe akşam saatlerinde dolup taşıyor. Burada halk, güvenle gezip dolaştıkları bu vakitlerde Şam’ın ünlü mekânı Nevfara Cafe’ye geliyorlar. Buranın nefis kahvesini içerken hikâye anlatan bir sesin size eşlik ettiğini duyarsanız şaşırmayın. Çünkü Nevfara, hikâye anlatıcısıyla meşhur daha çok. Arapça kitaplarda bile anlatılan bu gelenek Şam’ın bu mekânında uzun yıllardır sürdürülüyor.


Gönüllü bir rehber eşliğinde Halep
Suriye’nin gördüğümüz ilk şehri Şam’da daha günlerce cami ve türbeleri ziyaret ederek, Eski Şam bölgesindeki dar sokaklarda yürüyerek vakit geçirebilirdik ancak ülkenin diğer önemli kentlerini de görmeliydik. Bu niyetle önce haritada Şam’a epey uzak görünen Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’e gitmeye karar verdik. Sabahın erken saatlerinde günübirlik yorucu bir yolculuk için hazırlanarak, Halep otobüslerinin kalktığı gara doğru yola koyulduk. Yaklaşık 7 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından Halep’teydik. Önce Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ayak izinin bulunduğu Kerimiye Mescidi’ne ulaşabilmek için çarşı esnafına adres sorduk, ardından yolumuza devam ettik. Mescid küçük, sade görüntüsüyle dikkatimizi çekiyor. Mescide girip Peygamber Efendimiz’in ayak izini görmek istiyoruz. Mescidin bulunduğu yerde bir su kaynağı var, ayak izi buradaki suyla muhafaza edilerek küçük bir şelale görüntüsü içinde yer alıyor. Bu suyun zemzemden sonra kıymetli olan ikinci su olduğu söyleniyor.

Gezinin bundan sonraki kısmı gönüllü bir rehberin eşliğinde devam etti. Rehberden alacağımız bilgiler ışığında Zekeriya Camii, Bimaristan Hastanesi, Halep Çarşısı ve Kalesi’ni ziyaret etmek üzere yola koyulduk. Zekeriya Camii, Şam’daki Emevi Camii’ne çok benziyor. Bu benzeşmeden dolayı “şehrin en eski camisi” ve “küçük Emevi Camii” olarak anılıyor. Caminin yapımına Emevi Halifesi El Velid Bin Abdülmelik tarafından başlanmış ve çalışmalar 715-717 tarihleri arasında Halife Süleyman döneminde bitirilmiş. Caminin içerisinde Hz. Yahya’nın babası olan Hz. Zekeriya Peygamberin (a.s) türbesi bulunuyor. Rehberimizin anlattığı bu tarihî bilgilere kulak verirken, adeta Emevi Camii’nin bir siluetini gördüğümüz avluyu dolaşıyoruz. Ardından camiye girip, Hz. Zekeriya Peygamberin türbesini ziyaret ediyoruz. Şam’da bulunan türbelerdeki yoğunluğun bir benzeri burada da karşımıza çıkıyor.

Su ve müzikle tedavi merkezi: Bimaristan Hastanesi
Halep’teki önemli eserlerden biri de bir zamanlar su ve müzikle tedavi yönteminin uygulandığı Bimaristan Hastanesi. Burası Memluk Valisi Argun Al Kamil tarafından akıl hastaları için yaptırılmış. Burada bir grup turiste rastlıyoruz. Onlar da en az bizim kadar dikkatli ve meraklı bakışlarla hastaneyi geziyor, rehberlerinden hastanenin tarihi hakkında bilgi alıyorlar. Biz de, biraz onlara kulak veriyor biraz da hastanedeki küçük bölmeleri tanıtan İngilizce ve Arapça hazırlanmış yazılara göz atarak Bimaristan Hastanesi’ni tanımaya çalışıyoruz. Hastanenin her odasında ayrı bir tedavi uygulanıyormuş. İslam dünyasının ilk filozofu Farabi’nin de bu hastanede su ve müzikle tedavi yöntemi uygulayan âlimlerden biri olduğu verilen bilgiler arasında.

Kalan sınırlı zamanımızı Halep Kalesi’nde değerlendirmek istiyoruz. Öncesinde ise 5 bin dükkânın bulunduğu Halep Çarşısı’nda kısa bir gezintiye çıkıyoruz. Halep Çarşısı, içerisinde Bab’ül Farac, Tilel gibi birçok çarşıyı barındırıyor. Kalabalığı ve esnafıyla bize İstanbul’un Kapalı Çarşı’sını andıran bu çarşıda turistik eşyalar, halı-kilim, ip, giysi, dokuma, el işleri ve baharat mevcut. Sokaklarının toplamının 10 kilometreden fazla olduğu söylenen çarşı, 15. yüzyılda yapılmış. Ortadoğu’daki en uzun çarşı niteliğindeki Halep Çarşısı, birbirini takip eden hanlardan oluşuyor.

Fethedilemeyen Halep Kalesi
Çarşıdan sonraki gideceğimiz son yer ise, Halep Kalesi. Rehberimiz burada bizden ayrılıyor ve Hama’ya doğru yola çıkmamıza saatler kala kaleyi gezmeye başlıyoruz. Halep Kalesi söylenene göre eskiden bir Hitit tapınağıymış. Daha sonra bir Yunan tapınağına çevrilen yapı, 10. yüzyılda Haçlı ordularına karşı stratejik bir kale olarak yeniden düzenlenmiş. Bugünkü Halep Kalesi, Selahaddin Eyyubi’nin oğlu Malik el Zahir Gazi döneminde şehir merkezi olarak yeniden inşa edilmiş, çevresi de 20 metre derinliğinde bir hendekle güçlendirilmiş. Halep Kalesi, kimsenin fethedemediği bir kale olarak ün kazanmış. Kalenin içine girdiğimizde adeta bir şehirle karşılaşıyoruz. Burada cami, medrese, hamam bir de zindan bulunuyor. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, bu kalenin yüksek surları ve su dolu hendekleri arasında vefat etmiş. Türbesi de Halep Kalesi’nin karşısında.

Nehrin üzerine kurulmuş şehir: Hama
Hama, 325 bin nüfusuyla Suriye’nin beşinci büyük şehri. Halep ve Şam arasında olan bu şehir Asi Nehri kıyısına kurulmuş. Yunus Emre’nin adına şiir yazdığı değirmenler, namı diğer ‘Dertli Dolap’lar da burada bulunuyor. Dünyanın en eski su değirmenleri niteliğinde olan ve halen dünyada 17 tane örneği bulunan su değirmeni, eskiden şehre su nakli için yapılmış. Şehrin merkezine geldiğimizde önce Ümmül Hasan Parkı ve çevresindeki çapı 20 metreyi bulan tarihî değirmenlerin olduğu yere gidiyoruz. Değirmenlerin birkaç tanesi hâlâ büyük bir gürültüyle çalışmaya devam ediyor. Çarşıyı gezdikten sonra şehrin tüm güzel görüntüsünü izleyebileceğimiz tepeye çıkıyoruz. Bu arada Hama’da 1982 yılında dönemin Suriye hükümetine karşı ayaklanan “İhvan-ı Müslimin” (Müslüman Kardeşler) mensuplarına yönelik gerçekleşen katliamın (ölü sayısının 17 bin ila 40 bin arası olduğu tahmin ediliyor) izleri hâlâ halkın hafızasında. Bunu, halkın sokaklardaki sessiz halinden anlayabiliyorsunuz.

Hama’daki kısa gezintimizden sonra Şam’a dönmeye niyet ediyoruz ancak misafirperver bir aile bizi akşam yemeğine davet ediyor ve evlerine misafir oluyoruz. Suriye’de genelde evler ülkemizdekilerden oldukça farklı. Koltuk ya da kanepeden ziyade burada yer yatakları kullanılıyor. Bir ülke halkının yaşayış tarzını anlayabilmek, onların hayatını gözlemleyerek uyguladıkları gelenek/göreneklerine şahit olmak en çok da bir aileye misafir olmakla mümkün galiba. Biz de neyse ki, birkaç Arap ailesine misafir olma şansına sahip olduk ve böylelikle başta “deve eti” olmak üzere onların tüm lezzetli yemeklerini tadabildik.

Peygamberlik müjdecisi Busra
Suriye’de kaldığımız süre içerisinde bir İslam ülkesini görmenin, o ülkenin halkıyla bir bağ kurabilmenin ne kadar önemli olduğunu anlamıştık. Suriye, gittiğimiz her kentinde tarihten izler taşıyan yapılarıyla bize yüzyıllar öncesinde yaşanan olayları hissettirdi. Bu duruma en çok da tarihî eserlerle dolu Busra kentinde şahit olduk. Çünkü burası Peygamber Efendimiz’in henüz 12 yaşındayken ziyaret ederek şereflendirdiği bir şehir. Siyer kitaplarında ismi çokça geçen Rahip Bahira da burada yaşamış. Bu yüzden Busra’da ziyaret edilmesi gereken önemli yerlerden biri de Rahip Bahira’nın manastırı. Fakat maalesef buradaki tarihî eserlerin çoğu gibi bu manastır da aslını koruyamamış.

Şam’a yaklaşık iki saat uzaklığında olan bu kentte 30 tane tarihî eser bulunuyor. Mesela Peygamberimiz’in (s.a.v) devesinin çöktüğü yer anlamına gelen “Mebrek Naka” ismiyle anılan mescid de önemli tarihî eserlerden biri. 10 bin kapasiteli Antik Roma Tiyatrosu, zamanında hacı kafilelerinin temizlik, dinlenme, alışveriş durağı Hac Göleti, Hz. Ömer’in (r.a) halifeliği döneminde İslam ordusunun Suriye’de gerçekleştirdiği fetihler sonrasında yapılan ilk mescid Cami’ul Ömeri bu şehirde görülmesi gereken tarihî eserlerden sadece bir kısmını oluşturuyor.

Suriye’de ziyaret ettiğimiz son kent Busra’ydı. ‘Şam’a bir kere gelen geriye mutlaka döner’ diyenlerin haklı çıktığını düşünerek ülkemin yolunu tuttum. Bu ziyaretimde medeniyetler şehri Suriye’nin, gerçekten defalarca ziyaret edilmeye değer olduğunu anladım.