Konu Başlığı: Despotlar da hürriyeti yüceltir Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Mayıs 2012, 16:29:50 DESPOTLAR DA HÜRRİYETİ YÜCELTİR! Cemal AYDIN • 44. Sayı / DİĞER YAZILARYaz mevsiminin gündemini Pekin olimpiyatları oluşturdu. Altın, ellibir kez Çin’e gitti. Fakat Amerika Birleşik Devletleri madalya sayısıyla olimpiyatları kazandı. Arayı çok fazla açan bu iki muzaffer gücün arkasından da Rus atletleri yerlerini aldılar. Bu durum hiç de şaşırtıcı değil. ABD, Çin, Rusya: İşte bugün dünyamıza egemen olan üçlü. Amerikalılar başkanlık seçimine saplanıp kalmışlar; o seçimin Atlantik’in bu taraftaki yankısı, Paul Valéry’nin kehanetine uygun olarak, Avrupa’nın, Amerika’nın bir uzantısı hâline gelmekte olduğunu açıkça gösteriyor. Seçimlerin tartışmasız yıldızı olan Barack Obama’yı John McCain çok yakından kovalıyor. Obama genç, siyahî, parlak, sempatik, karizmatik… Kendisinin seçilmesi George W. Bush Amerika’sının kararan imajını baştan aşağı değiştirecektir. Eğer Obama Fransız veya Alman seçmenlerin karşısına çıksaydı ezici bir zaferle başkanlık koltuğuna otururdu. Fakat onu Amerikalılar seçecek ve kendisinin Avrupa’da gerçekleştirdiği o muhteşem gezinin ülkesindeki seçmenler üzerinde büyük bir etkisi olduğu görülmüyor. ABD’deki siyaset sahnesini hemen hemen tek başına doldurdu, fakat rakibi ile arasındaki mesafeyi çok fazla açamadı. Son haberlere bakılırsa, Obama ile McCain eşit durumdaymış. Daha önceki kamuoyu yoklamalarında da McCain defalarca onu yakaladı veya aştı, ama Obama her seferinde üstün çıkmayı başardı. Mücadelenin sonu belirsiz olsa da, Demokratların hatta Hillary Clinton’ın eski taraftarlarından bir azınlığın bile açık veya gizli desteğini alan John McCain, seçimlerden oldukça güçlü çıkabilir. Şayet bir bahis tutulacak olsaydı, pek çok kişinin tahmininin aksine, 72 yaşındaki Cumhuriyetçi John McCain, Denver’deki medyatik şovun parıltısına, milletlerarası siyasette uzman Joe Biden’in Obama’ya yaptığı yardıma ve Başkan Bush’un felâket imajına rağmen, muhafazakâr ve kaygılı, üstelik de güvenliğe susamış bir Amerika tarafından büyük bir ekseriyetle seçileceği şıkkından yana olurdum. Her hâlükârda John McCain bu yaz Çin ve Rusya’da olup bitenlerden destek alacaktır. Peki, ne olup bitti? Meseleyi tek kelimeyle ifade edelim: Orduya dayalı bir milliyetçilik, milletlerarası komünizmin bu iki eski kalesinde oldukça korkunç bir güçle geri döndü. Pekin Oyunları bir zafer oldu, fakat Tibet’in gölgesi Çinlilerin devşirdikleri altın madalyaların üzerinde dönüp duruyordu. Açılış törenine devlet ve hükûmet başkanlarının iştiraki uzun zaman tartışmaların en mühim konusu oldu. Nicolas Sarkozy de Pekin’e gitti, gerçi bundan dolayı kendisini kınamak zor görünüyor. Elbette ne Pekin Olimpiyat Oyunları, 1936’nın Berlin Olimpiyat Oyunları’dır, ne de Çinli yöneticiler Hitler’in benzerleri... Fakat Pekin başarılı gösterisine rağmen, Çin yayılmacılığı sürekli problem oluşturmaya ve Rusya’da olduğu gibi baskıcı bir diktatörlüğün hüküm sürdüğü Çin’de de insan hakları çiğnenmeye devam ediyor. Komünizmin en son safhası ve komünizmin yerini alan yönetim biçimi askerî diktatörlüktür. Tarih hızlı ilerliyor. Yazın başına doğru herkes, çökmeye yüz tutmuş ve birleşmekten âciz bir Avrupa için en büyük tehlikeyi Çin’in oluşturduğunu düşünüyordu. Bir de baktık ki Avrupa’nın tam da kapıları önünde Rusya sürpriz yapmakta ve Gürcü krizi ile birlikte Çin’in pabucunu dama atmakta. Daha düne kadar Fransızların neredeyse tamamen meçhulü şu esrarengiz Abhazya ve Güney veya Kuzey Osetya bölgelerinin durumu ile Ruslara müdahale bahanesi veren Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili hakkında denmedik şey kalmadı. Kosova’nın bağımsızlığının ilânı münasebetiyle Rusya’nın yüzüne atılan bumerangın geri dönüşünden de çok söz edildi. Gürcü topraklarının Rus ordusu tarafından işgali ve “Barışı Sürdürme Güçleri” kılıfına sokulmuş özel kuvvetler konusunda ise, hiç kimse kalkıp da Gürcistan meselesiyle son derece yakın benzerlik arz eden geçmişteki bir örneği hatırlatma cesareti gösteremedi: 1938’deki Südetler krizinden bahsediyorum. Hitler, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren Çekoslovakya’daki mazlum Almanlara güya yardım etmek için, Südetler bölgesinin kendisine verilmesini istedi. O dönemin Almanya’sı da, askerî şantajının başarısını temin etmek için barıştan söz ediyor ve Batılı demokrasilerin zaafından yararlanıyordu. Südetler krizinin nasıl bittiğini herkes bilir: Dayatmayı onaylayan ve görünüşte barışı kurtaran Münih anlaşmalarıyla. Hayır, tabii ki, tarih tekerrür etmiyor ve kimse de Dimitri Medvedev’in yeni bir Hitler olduğuna inanmıyor. Ancak Gürcistan hâdiselerinin, Rusya’yı komünizmin çöküşüyle birlikte yuvarlandığı acz durumundan çıkarmaya yönelik bir dizi uzun krizlerin ön habercisi olup olmadığından da kesinlikle emin olamayız. Çünkü Vladimir Putin’in sahneyi alenen tuttuğu âşikârken Medvedev’in gölgedeki aktif tutumu pek de güven vermiyor. Bütün açıklamaların, bütün aldatıcı görünüşlerin ve bütün yüz buruşturmaların ötesinde, Çeçenlerin bu amansız hasmının (Rusların) ana kaygısının azınlıkların haklarına saygı olmadığını cümle âlem bal gibi biliyor. Medvedev’in şeffaf maskesinin altında, Vladimir Putin’in inatla ve her çareye başvurarak gerçekleştirmek istediği şey, Rusya’nın eski büyüklüğü içinde yeniden ayağa kalkmasıdır. Herhangi bir diktatör fanatik taraftarlarına hürriyet şarkıları söyletebilir. Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığı, Kırım’ın kendisine bağlı olduğu Ukrayna’yı, Baltık Ülkeleri’ni ve Polonya’yı tir tir titretecek bir hâdisedir. Rusya’nın bu güç gösterisi şüphesiz Suriye, İran ve Venezüela tarafından alkışlanacaktır. Rusya’nın komşuları ve Rusya’nın boyunduruğundan kurtulmuş bütün Doğu Avrupa ülkelerinin, o bölgelerin egemen devletleri arasına katılmasına tek karar verici makam olan Birleşmiş Milletler bu durumu kabullenmeyecektir. Rusya’nın zor kullanımına karşı çıkanlar sadece Avrupa Birliği, Paris, Berlin ve Washington da değil. Ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlığının Rusya tarafından tek taraflı olarak tanınmasının ardından Mihail Gorbaçov da, “dünya çapında bir tehdit”e karşı uyarıda bulundu. Dünya barışını bugün kim tehdit ediyor? İran, Kuzey Kore ile Arap âleminin hemen hemen her yerinde, Pakistan ve Afganistan’da bulunan radikaller. Ama asıl önemlisi, ki bunu artık dile getirmek gerek, çok tedbirli davranarak daha uzakta duran, aynı zamanda da çok daha güçlü imkânlara sahip bulunan Çin ile Rusya... İkisinin de ortak noktaları çok: Hem beriki hem öteki komünizmden çıktı. Rusya komünizmi inkâr ederek, Çin ise komünizmi çok kurnaz bir şekilde muhafaza ederek… Rusya ve Çin, onca halk kurtuluş hareketlerini başlatıp destekledikten sonra, her ikisi de, devletin emrinde kaldığı sürece, Batı kapitalizmini kıskançlıktan kudurtacak nitelikteki dizginsiz bir kapitalizme müsaade eder. Onlar için demokrasi, basit bir kandırmaca ve anlamsız bir kelimeden ibaret. Onlar rakiplerini rejim için tehlike oluşturur bir havaya bürünür bürünmez derhal şu veya bu şekilde ve de en ufak bir vicdan azabı duymadan veya hiç utanmadan susturmanın çaresine bakarlar. Rusya ve Çin, ikisi de, eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın çok güzel ifade ettiği gibi, barış için en tehlikeli riski temsil eden o işgalci ve fetihçi milliyetçiliğin ete kemiğe bürünmüş numuneleridir. Bu yazı Le Figaro Magazine Dergisi’nden alınmıştır. Yazar, kırk kişiden oluşan Fransız Akademisi üyelerindendir |