๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Temmuz 2012, 12:28:57



Konu Başlığı: Çelişik denklemlerin ağında Suriye
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Temmuz 2012, 12:28:57
Çelişik denklemlerin ağında Suriye
Taha KILINÇ • 77. Sayı / DÜNYA


“Arap Baharı” çerçevesinde başlayan olaylar yaşanmamış olsaydı, herhalde bugün ABD-Suriye ilişkileri bambaşka bir noktada olacaktı. Zira ABD Başkanı Barack Obama, bundan kısa zaman önce, 5 yıl aradan sonra Şam’a ilk defa büyükelçi atamış, Suriye yönetimine adeta “Barışalım!” mesajı vermişti. Ancak süregelen olaylar, gündemi tamamen değiştirdi; şimdi Şam’da “kana susamış bir diktatör” var ve “gitmesi de an meselesi”.

Suriye’nin İsrail sınırına yakın Der’â kasabasında haftalar önce masum gösteriler şeklinde başlayan olaylar, ölü sayısının artık belli bile olmadığı kitlesel kıyımlara dönüştü.

Beşşar Esed yönetimi bu ayaklanmayı bastırmayı başarsa bile, iktidarının sonuna yaklaşıyor. Yaşananların ardından Suriye’nin eski Suriye olarak kalabilmesi imkânsız gibi. Bundan sonraki süreçte ülkeyi en azından kanlı bir iç savaşın (Alevî-Sünnî çatışması vb.) beklediği söylenebilir.

Olayların arkasında kim var?
Herkesin sorduğu soru bu. Suriye’nin çeşitli şehirlerinde meydanlara dökülen gençlerin ‘arkasında’ kimlerin olduğuna dair çeşitli tahminler var. Kimilerine göre ABD-İsrail koalisyonu olayları kışkırtıyor. Kimilerine göre Beşşar Esed yönetimine muhalif ve Baas Partisi’nin çeşitli fraksiyonlarına mensup kadrolar olayların ana aktörü. Kimilerine göre ise Suriyeli gençler Tunus ve Mısır’daki olaylardan etkilenerek ‘uyandı’lar.

Şu varsayım akla yakın görünüyor: Suriyeliler, babasının babalarına yaptıklarının intikamını Beşşar Esed’den almak istiyorlar. Bu anlamda, aslında sahne önünde vuranlar da vurulanlar da şimdinin kavgasını vermiyor. Vurulanlar eski dönemlerin birikmiş hıncıyla isyan ederken, vuranlar da içine doğdukları sistemi müdafaa etmek için çırpınıyorlar.

Aktörler kim olursa olsun ve hangi saiklerle hareket ediyorsa etsin, önümüzdeki tablonun gösterdiği acı bir gerçek var: Beşşar Esed yönetiminin yerinde gözü olan muhalif kadroların hiçbiri, Suriye’yi ‘adaletle’ ve ‘insan onuruna yakışır bir şekilde’ yönetebilecek bir ufuk vaat etmiyor. Ortadoğu’nun geneline sirayet eden organizasyonsuzluk, programsızlık ve acelecilik gibi unsurlar, Suriye’deki muhalif hareketlerin de ana aksaklık noktaları olarak göze çarpıyor.

Bu da, Suriye’de şu anki statükonun değişmemesi için canla-başla çırpınanların eline güçlü bir koz vermiş oluyor: “Esed’den sonrası kaos!”

İran ve İsrail aynı safta
Suriye’deki mevcut statükonun değişmemesi için itirazlarını en güçlü dile getiren ülke elbette İran. Suriye, İran için bölgedeki son kale adeta. İran, Suriye kendi yörüngesinden çıktığı anda otomatikman Lübnan’ı da kaybedeceğini çok iyi biliyor.

Bu sebeple, ayaklanmaların başlangıcından bu yana İran ve onun gölgesinde hareket eden Hizbullah, oldukça net bir tavır takındı. Hizbullah’a bağlı el-Menâr televizyonu göstericileri ısrarla ‘terörist’ olarak nitelendirirken, İran Dini Lideri Ali Hamaney “Suriye’deki olayları çıkaranların ve kışkırtanların Allah’ın düşmanları olduğunu” ilan etti.

Suriye’de yaşananlardan dolayı endişelenen bir diğer ülke de İsrail. İlk bakışta ironi gibi gelebilecek olan bu durum, aslında bölgenin gerçekleriyle birebir uyumlu. İsrail, Suriye’deki muhtemel bir rejim değişikliğinin, kendisi açısından şimdikinden daha olumsuz bir duruma yol açabileceğinden korkuyor. Türkiye ile arasındaki sorunları halledemeden, bir de Suriye çıksın istemiyor. Her ne kadar Suriye ile hiçbir ilişkisi yokmuş gibi görünse de, İsrail Suriye’nin şimdiki yönetiminden oldukça memnun. Suriye ‘öngörülebilir’ bir ülke ve İsrail bunun değişmesini kesinlikle arzu etmiyor.

“Peres’e bile tavır koyan adam...”
Böyle bir arka plan eşliğinde Türkiye’nin konumu daha kritik bir önem kazanıyor. Türkiye’nin takındığı ‘temkinli’ tutum anlaşılabilir bir durum iken, Suriye’de yaşanan vahşetin boyutları arttıkça, Türkiye’nin bölgesel imajı da tehlikeye giriyor. “Diktatöre karşı ezilen halkın yanında yer almada kararsızlık gösteren bir ülke” manzarası, şüphesiz olumlu ve savunulabilecek bir manzara değil.

Ancak yine de, hâlâ birçok insan, Suriye’deki olayların durulmasında Türkiye’nin kilit bir rol oynayabileceği kanaatinde.

Türkiye’nin, Suriye ile oldukça uzun bir kara sınırına sahip olması ve son yıllarda sergilenen yakın birliktelik tablosu, problemin çözümünde Türkiye’nin ciddi bir müdahalesi olabileceğini düşündürüyor. Hatta özellikle Türkiye kamuoyunun Başbakan Erdoğan’dan cesur bir çıkış beklediğini, Suriye konusunda ümitlerini ona bağladığını söylemek yanlış olmaz: “Peres’e bile tavır koyan adam Beşşar Esed’i de elbette yola getirecektir!”

Bu, Türkiye halkının Suriye’de yaşananlar konusunda neden sesini fazla yükseltmediğini de açıklıyor. Özellikle Filistin konusunda hızlı bir şekilde organize olup sokaklara dökülen insanlar, İsrail ordusunu çoktan sollayan Suriye ordusuna ve Baas rejimine karşı şimdiye dek ‘kitlesel’ bir tepki vermemişse, bu tamamen ‘bir şeyler yapılacağına’ olan inancından dolayıdır diyebiliriz.

Anahtar İran’ın elinde

Ancak bütün umutlara ve hüsn-ü zanlara karşın, Türkiye’nin Suriye konusunda yapabilecekleri çok sınırlı. Bölgesel, tarihsel, mezhepsel farklılıklar var ve bunların çabuk bir şekilde çözülebilmesi imkânsız. Son birkaç yılda ortaya konulan yakınlaşmanın, devasa sorunların halledilmesinde işe yaraması için henüz çok erken.

Suriye’nin içine yuvarlandığı açmazın anahtarı İran’ın elinde. İran şu anda bir halkın katledilmesine engel olma sorumluluğu ile kendi bölgesel hegemonyasını sürdürme hırsı arasına sıkışıp kalmış durumda. Ve şimdiye kadarki işaretler, İran’ın tercihini ikinci şıktan yana kullandığını gösteriyor.

İran’ın arka çıkmadığı bir müdahale şeklinin Suriye devleti tarafından kendi halkına karşı kullanılabilmesi zor. Ancak İran yönetimi, son 30 yılda Esed rejiminin halkına karşı giriştiği bütün kıyımları açıkça ya da zımnen onayladığı için, Suriye yönetiminin bu konuda herhangi bir çekincesi bulunmuyor.

Netice olarak, haftalardır binlerce insan, birbiriyle çelişik denklemlerin ağında ve dünyanın gözleri önünde can vermeye devam ediyor.