๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Haziran 2012, 17:44:09



Konu Başlığı: Bir şairin tüfeksiz hareketleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Haziran 2012, 17:44:09
Bir şairin tüfeksiz hareketleri
Said YAVUZ • 69. Sayı / DİĞER YAZILAR


2001 yılının kıştan arta kalan soğuk günlerinden biriydi. Edebiyatın insanı arındırıcı ve dirençli tutacak yanını çoktan keşfedip derginin sıcak kollarına atıldığım o ilk gençlik günlerinin uzun uykularından birinde eve gelen bir telefonla uyandırılmıştım. Veremden henüz çıkmıştım ve “Tedbirini terk eyle / takdir Huda’nındır” beytinin kapısı yeni yeni aralanmıştı benim için. Arayan İbrahim Tenekeci’ydi. İçinde bulunduğu haletiruhiyeyi az çok verdiğim bir genç için Tenekeci ismi o vakit, “dilsiz bir şehzadenin çığlığı”ydı. Yazdığı şiirler genç arkadaşlar arasında bir yerinde bırakılıp bir başkasınca devam ettirilen türküler gibi yankı bulmuştu. Neydi genç yüreklere tesir eden şey? Şimdi edebiyat dünyasındaki sığ tartışmalara, kamplaşmalara, şiir yazanın kibre yazıldığı hengâmeye baktıkça bir tek kelime geliyor dilimin ucuna: Sahihlik. İbrahim Tenekeci, Kırklar için şiir istiyordu benden.

Şairin, gazete yazılarından oluşan yeni eseri Tüfeksiz Hareketler'i okumadan önce ona bir hazırlık olsun diye yeni baskısı yapılan bir önceki eseri Son Düzlük’e bakarken yıllar önceki hadiseyi hatırladım. Çünkü yazacağım cümleleri bir mayın tarlasında yürüyor gibi kurma disiplinini edinmede o telefon sesinin büyük katkısı var. Şair, teşhircilik üzerine kaleme aldığı yazısında sanat ve edebiyat camiasında teşhircilere karşı nasıl bir önlem alacağız diye sorduktan sonra şöyle diyor: “Bu, gözünü kapat kardeşim demekle hallolacak bir mesele değildir. Teşhircileri etkisiz hale getirmenin yolu; yetenekli, sağlıklı ve aklı başında insanları görmekten, göstermekten geçiyor.” İbrahim Tenekeci’yi İbrahim ağabey yapan bu tavrı olsa gerek. Onun şiirden anlayan, aynı zamanda ahlâklı gençleri bulup gün ışığına çıkarma, onları yüreklendirme eğilimini gördükçe Sahibini Arayan Madalya filminde gündüz vakti elinde fenerle “Adam arıyorum, adam arıyorum” diye gezen Ulvi Alacakaptan’ı hatırlıyorum. Onun işi sadece yeteneği gözetmek değil, adamlığı da gözetmektir.

Şiirinde “denizleri sulayan tozmasın diye deniz”, şaşkınlığını bir kimlik gibi üzerinde taşıyan şair, tam bir hayretin, uyku ve uyanıklık hali bir yakazanın izinde; ezber yapan bir hafızın baş sallarkenki edasıyla yürür havasındadır. Nesrine göz attığımızda ise orada uyanıklık kılıcını şaşkınlık kınından çekmiş bir halde, savaşmaya hazır bir cüsseyi kuşanmış olarak buluruz. Şair, artık “Âşıkta keder neyler / Gam halk-ı cihânındır” beytinin aralanan kapısından sanki Hz. Peygamber’in (s.a.v) İslam’ın karşısında kuşanmış şairlere karşı şu emrini duymuştur: “Allah Resûlüne silahlarıyla yardım edenleri, ona dilleriyle de yardım etmekten alıkoyan ne?” Şunu söylemezsek eksik kalır, her ne kadar şiirleri içsel bir menkıbeyi taşıyormuş izlenimi verse de mısralarında harp düzeni almış harflerin gücü yoğundur: “Toprak uzakta kaldı elif artık cüzlerde/ ve koçun kanı dönüp duruyor mersedesin tekerleğinde”.

İbrahim Tenekeci, oduncunun rüyasında yangın görmesi gibi telaşlıdır, düz yazılarında. Onun oduncudan tek farkı yanmasından korktuğu şeyin İslam ümmetinin fidanları, ağaçları olmasıdır. Onun ağaca, çiçeğe ve böceğe düşkünlüğünü bildiğimiz için bu ifadeyi gerçek ve mecaz olarak iki şekilde de anlamak gerektiğini söylemeliyiz.

Muhafazakârların önce belediyelerde sonra iktidarda yer almasının onlara verdiği rehavete savaş açan İbrahim Tenekeci, bu anlamda çoğu zaman tek başına ve zırhsızdır. Çünkü inancın kendisi için en büyük korunak olduğunun farkındadır. Eminönü Belediyesi’nin ramazan etkinlikleri için “Neşe ve muhabbet, işte Sultanahmet” sloganını eleştirdiği yazısında artan muhafazakârlığın ne anlama geldiğini çok çarpıcı işaret eder: “Artan muhafazakârlık, Konya ilinin ya da Fatih ilçesinin değil, Nişantaşı ve Beyoğlu’nun; dini içerikli kitaplar satanlara değil, giyim ve eğlence sektörünün işine yaradı. İşte bu slogan bu gerçeği işaret ediyor.”

Yitip gidenleri işaret eden şair, ümitsiz olmanın bir mümin vasfı olmadığını bilir: “Üzülmek hâlâ hepimizin baba mesleği, Mehmet hâlâ en çok tercih edilen erkek ismi, bayram sabahları en güzel sabahlarımız…” diyerek kaybettiğimiz şeylerin aslında o kadar da uzak olmadığını söylemektedir. O halde ne yapmalıyız? Yapmakta olduğumuz bazı şeyleri yapmamakla işe başlayabiliriz. Bunlar nedir diye sormaya gerek var mı? Tenekeci’nin bu tespiti hemencecik aslında yapmamamız gereken şeyleri gözümüzün önüne getirmiyor mu?

Üçkâğıtçı olduğu herkesçe bilinen biri tokalaşmak için şaire elini uzatır. Şair, oradakilerin şaşkın bakışları altında elini uzatan adama “Ben harama el uzatmam” der. Tüfeksiz Hareketler’i okuyunca Hakan Albayrak’ın Ebu Zerr’inin ete kemiğe büründüğünü, kurgusaldan hakikiye inkılâp ettiğini gördüm.

Eserindeki kitap isimlerine bakınca şairin beslenme kaynakları konusunda bilgi sahibi olabiliriz. Karşımızda oldukça sıkı okuma yapan, donanımlı bir şair var. Buna rağmen ne şiiri, ne de düzyazısı muğlâk ölçekli olmadı, akademi havasına hiç bürünmedi; üzerinde taşıdığı kır havalarını, ırmak seslerini, kandil gecelerini, çay tadını hiç yitirmedi.