๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 23 Mayıs 2012, 13:15:20



Konu Başlığı: Bir Osmanlı bakiyesi Selanik
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 23 Mayıs 2012, 13:15:20
BİR OSMANLI BAKİYESİ SELANİK
Davut Gazi BENLİ • 45. Sayı / DİĞER YAZILAR


“Selanik içinde selam okunur (aman)
Selamın sedası bre dostlar cana dokunur”
(Selanik Türküsü)


Son bir kaç yıl içinde beşinci kez ziyaret ettiğim Yunanistan izlenimlerimi, tarihimizde derin izleri bulunan Selanik merkezli olarak kaleme almak hiç de kolay olmadı. Çok konuştuğumuz ama az tanıdığımız komşumuz Yunanistan’a yaptığım her seyahatim bana bu güzel ülkeyi ve onun samimi ve güzel insanlarını farklı yönleri ile keşfetme imkânı verdi.

Selanik yolunda uçakta yanımda oturan ve emekli öğretim üyesi olduğunu söyleyen yaşlı bey, sözü Türkiye’de son dönemde yaşananlara getiriyor ve şöyle diyor: “Biz 25-30 yıl önce başardık, şimdi sıra sizde!” Gülümsüyorum. Yunanistan’ın cuntalar döneminde ekonomik sosyal ve siyasal standartlarının bizimle çok yakın olduğu ama demokrasiye geçişten ve hele de AB üyeliğinden sonra maalesef bizim beş katımıza ulaştığını öğreniyorum, üzülüyorum. Bu yıl itibariyle Yunanistan’ın kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hâsılası 32 bin doları geçmiş bulunuyor. Ülkenin tamamında yeni tamamlandığı her hâlinden belli olan otoyollarını ve havaalanlarını görünce AB’nin sihirli değneğinin bu ülkeyi nereden nereye getirdiği kolaylıkla anlaşılıyor. Bugün Selanik’in Avrupa’nın konferans, seminer, sergi ve festival turizminin merkezi olduğunu ve Avrupa Meslekî Eğitimi Geliştirme Merkezi gibi pek çok Avrupa stratejik biriminin bu şehirde bulunduğunu söylemek gelişmişlik düzeyleri hakkında bazı ipuçları verebilir.

Atina’nın da artık diğer AB başkentleri gibi çok kültürlü, yani her dilden her ırktan insanların yaşadığı bir şehir olmaya başladığını görüyorum. Özellikle ciddi miktarda Arap, Afrikalı ve Çinli göçmenin bu şehirde yaşadığına şahit oluyorum. Selanik’te ise büyük bir Çin Mahallesi olduğunu daha ilk seyahatimde öğreniyorum ve her seyahatimde oradan ucuz alışverişin keyfini çıkarıyorum.

Kendilerini büyük Makedonya’nın başkenti olarak görseler ve adını Büyük Makedonya’nın komutanı Büyük İskender’in kız kardeşi Thessaloniki’den almış olsalar da, Selanikliler Atinalılar tarafından gerçek Yunan (Helen) olmamakla suçlanır, aşağılanırlarmış. Hatta Atinalılar Selaniklilerle yaptıkları her spor müsabakasında başka bir ülke ile oynuyormuş gibi davranırlarmış. Ancak gelin görün ki, bir zamanlar, önce Makedonlara sonra Türklere ve Yahudilere ev sahipliği etmiş bu şehir, bugün Atina’dan daha çok hoşgörünün, temizliğin, düzenin, asâletin ve nezaketin başkenti olmayı hak ediyor. 

İki milyona yakın nüfusu olmasına rağmen trafikte dört milyon kayıtlı araç bulunduğu söylenen Selanik’te alabildiğine geniş ve düzenli caddeler, geçtiğimiz yüzyılın başında meydana gelen büyük yangınlardan sonra, sanki bugünler öngörülmüşçesine muntazam yapılmış. Şehrin tek bir merkezinden söz etmek ve insanların sabah akşam aynı istikamete gitme telaşlarından bahsetmek mümkün değil. Zira Selanik’te her caddenin, her bölgenin kendince bir merkez olabilme özelliği var. Böyle olunca da şehir trafiği bir bölgede yoğunlaşmıyor.  Pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi en küçük bir dükkânın bile belli bir açılış ve kapanış saati var. Bu insanların para kazanmak için çok da acelesi olmadığını her fırsatta izleyebiliyorsunuz. Öğle saatlerinde hemen hiçbir dükkân açık olmadığı gibi, akşam belli saatten sonra da tüm dükkânlar kapalı. Nedeni gayet açık:  İstihdamın saat karşılığı olması ve insanların para için saatlerce köle edilmemesi.

Hâlâ bir metro inşaatının devam ettiği şehirde belediye otobüslerinin temizlik, düzen ve teknolojisi göz kamaştırıyor. Bütün belediye otobüslerinin klimalı olduğu bu şehirde tüm belediye otobüslerinde sesli seyahat rehberi bulunuyor. Yani, bir otomatik ses, şu an hangi durakta olduğunuzu, bir sonraki durağın hangisi olduğunu söylüyor. Öte yandan, bütün otobüs duraklarındaki elektronik tabelalarda beklediğiniz otobüsün şu an nerede olduğunu, kaç dakika içinde beklediğiniz durağa ulaşacağını elektronik olarak takip edebiliyorsunuz. Belediye otobüslerinde asla izdiham olmuyor. Çünkü devlet vatandaşına güveniyor ve şoför vatandaşa bilet sormuyor. Bir vatandaşlık bilinci ile bütün Selanikliler otobüsün içindeki otomattan alabildikleri çeşitli özelliklerdeki biletleri, otobüsün çeşitli yerlerinde asılı küçük otomatlarda okutabiliyorlar. Neden, diye soruyorum kendime; Ankara’da Büyükşehir Belediyesi de bu kadar basit önlemleri alamıyor. Selanik bu kadar mı uzak?

Gecenin geç saatlerinde, ücra sokaklarda bile tek başına ya da gruplar hâlinde genç kızların güven içinde gezebildikleri Selanik’te bu emniyet mekanizmasını sahiden merak ediyor insan. Bizzat gözlerimle görmemiş olsam da, emniyet teşkilatının sarhoşları her gece gizlice sokaklardan topladığı ve sabaha kadar onları bir spor salonunda misafir edip sabahleyin saldığı söyleniyor. Bir de, Selanik sokaklarında dolaşırken bu şehirde kadınların erkeklerden fazla olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. 

Selanik Belediyesi, çocuk sahibi olmayı özendirmek için, üç çocuk ve daha fazlasına sahip olan annelere şehrin tüm caddelerinde -ama gözü rahatsız etmeyecek sayıda- büfe açma ruhsatı vermiş. Bu büfelerde satılan gazete ve matbuat zenginliği de güzel ülkemin büfelerinin sıradanlığına maalesef hayıflanmama sebep oluyor.

SELANİK’TE TÜRK OLMAK

Selanik ve civarındaki il ve ilçelerde yaşayan her 3-5 kişiden birinin dedeleri mutlaka Türkiye’den göç eden göçmenler olduğundan, Selanik’te bir Türkiye Türkü olduğunuzun anlaşılması derhal etrafınızda bir ilgi hâlesi oluşmasına yol açıyor. Yarım yamalak Türkçe konuşmaya çalışan insanlar, gözlerinizin içine gülerek memleketinizi soruyor ve dedesinin memleketini anlamaya çalışıyor. Kimi İzmir diyor, kimi İstanbul; kimisi de Bursa diyor. Hele ikisi var ki...

Trabzonlu Laki: Galatasaray’ın Panionios ile yaptığı UEFA Kupası maçını izlemek için Selanik’te kafe arıyorum. Bütün kafelerde Selanik’in takımları olan Aris ve İraklis’in maçları izlendiği için Panionios gibi kısmen uzakta olan bir ilin maçını izleyecek kafe bulmakta zorlanmakla birlikte bir küçük kafedeki TV’de bu maçın izlendiğini sevinerek görüp içeri dalıyorum. Sakin bir köşede fanatik Yunan taraftarların dikkatini çekmeyecek bir masada oturuyorum. Yetmiş yaşlarında tek gözü özürlü kafe sahibi yanıma geliyor bir şeyler söylüyor; ben de Yunanca bilmediğimi İngilizce ifade etmeye çalışıyorum ki yaşlı adam birden “Türk müsün?” diye soruveriyor. “Evet, ama Beşiktaş’lıyım” diyerek ilk tepkileri göğüslemeye çalışıyorum. “Benim adım Michael ama beni burada gâvurlar Laki diye çagirirler” diyor yaşlı adam ve oturuveriyor yanıma. “Bir Türk Kahvesi rica edebilir miyim?” diyorum, kızıyor: “Yok Türk Kahvesi Kafe Heleniki var” diyor. Bizim kahveyi ateşin üzerinde değil de kızgın kum üzerinde pişiriyorlar, adı da “Kafe Heleniki” oluveriyor. “Türkiye’den mi göç ettin?” diye soruyorum. “Hayır” diyor “Ben de babam da Selanik’te doğup büyüdük. Ama dedem Yunanca bilmezdi, Trabzon’dan gelmişti, beni o büyüttüğü için ben de mecburen Trabzonlu oldum” diyor ve duvarları gösteriyor: Her yer bordo mavi. Bayraklar flamalar. Şampiyon Trabzon’un 1980’li yıllardaki efsane kadrosu duvarlarda. Gözlerim doluyor. Hiç gitmediği ve görmediği Trabzon’a o kadar âşık olmuş ki yaşlı adam, “Dedeme söz verdim” diyor, “Ölmeden önce mutlaka Trabzon’u göreceğim”. Bana hediyeler yağdırıyor 10 dakikalık Trabzon sohbetinin hatırına. Maç esnasında Türk olduğumu öğrenen Yunanlı taraftarlar masamı çaylarla, kahvelerle donatıyorlar, şaşırıyorum. “Laki’nin Yeri”nden ayrılırken “adım Michael ama beni bu gâvurlar Laki diye çagirirler” cümlesi çınlıyor kulaklarımda.

Selanik caddelerinde küçük bir bakkal dükkânına uğruyorum. Yetmişine merdiven dayamış beyaz önlüklü yaşlı bir bakkal ile İngilizce olarak anlaşamıyoruz. Kendi kendime söylenmemden Türk olduğumu anlayınca beni misafir ediyor minik dükkânına. Duvarlarındaki Safranbolu evlerinin resimlerini gösteriyor ve dedesinin oralardaki evlerinin bunlar olduğunu söylemeye çalışıyor çat pat Türkçe’si ile. Dedeleri safran yetiştirir ve iyi kazanırlarmış Anadolu’da. Mübadeleden sonra da bu sanat gerektiren çiftçiliklerini Selanik’in köylerine taşımışlar ve iyi kazanmışlar. Bugün Yunanistan’ın en büyük safran üreticileri bizim Safranbolu’dan gelen Rumlar imiş. Safranbolu hâlâ safran merkezi mi diye soruyor Yorgo Amca. Cevap veremiyorum ama bakkaldan bir kucak dolusu hediye ile ayrılıyorum hiç gidip göremediğim Safranbolu hatırına.

GERÇEK BİR OSMANLI ŞEHRİ; SELANİK

Her şeyden önce bir Osmanlı Şehri olma özelliğini bugün bile hissettiren bu güzel şehirde adım başı bir cami, bir külliye, bir bedesten, han hamama rastlamak mümkün. Hele Atatürk’ün doğduğu konak gibi pek çok Osmanlı konağını bugün hâlâ çeşitli işlevlerde kullanılırken görebiliyorsunuz. Ancak, Osmanlı Camileri’nin hiçbiri cami olarak kullanılmıyor. Çoğu müze veya değişik amaçlarla kullanılırken pek çok cami ve medresenin AB fonları ile restorasyon çalışmalarının yapıldığı göze çarpıyor.

Eski Selanik’teki Bizans dönemi Yedikule zindanları ve surları İstanbul Yedikule zindanları ve surları ile olağanüstü benzerlik gösteriyor. Bu bölgede kendinizi eski Osmanlı şehirlerinden birinde hissediyorsunuz. 

Bizans döneminde, Miladî 5. yy’da Yunanlıların Hıristiyanlaşmasında en önemli rolü oynamış Aziz August adına yaptırılmış ilk kilise ve Avrupa’da Hz. İsa ve Meryem figürleri duvarlarına resimlenmiş ilk kilise bu bölgede inşâ edilmiş. Osmanlılar tarafından fethinden hemen sonra Fethin sembolü olarak Suluca Camii adı ile camiye çevrilen, ama çok değerli ikonlarına asla zarar verilmeyen bu kilise, Osmanlı sonrasında yeniden, küçük bir yapı olmasına rağmen Ortodoks âleminin en kıymetli eserlerinden biri olarak yeniden kiliseye çevrilmiş. Ancak içerisinde 1600 yıldır özenle korunmuş çok değerli duvar resimlerinin zarar görmemesi için içeride resim çekilmesine izin verilmiyor. 

Söz kiliselerden açılmışken, Yunanistan’da dinî hayatın alabildiğine canlı ve etkin olduğunu her fırsatta hissediyorsunuz. Batı dünyasında laiklik ilkesinin girmediği bir ülke varsa o da Yunanistan olsa gerektir. Ortodoksizmin en belirgin özelliği ikonizm. Nedir bu ikonizm? “Hz. İsa ve Meryem figürleri ile Meryem’in İsa’yı emzirdiğini resmeden her türlü resim ve kabartmaların öpülmek üzere taşınması” şeklinde Ortodoks inancına sonradan giren, ama bir putperestlik gibi dinin aslı hâline gelen bir inanış biçimi olarak tarif ediliyor. Yunanistan ve din konusu açılmışken, Selanik yakınlarında bulunan Atos Yarımadası’ndaki “Aynaroz Özerk Cumhuriyeti’nden” söz etmeden geçmek de doğru olmasa gerek. Dağ keçileri ve yaban domuzları dâhil hiçbir dişi varlığın ve pek tabii kadınların girmelerine ve hatta denizden 400 metreden daha fazla yaklaşmalarına asla izin verilmeyen, tamamı rahiplerden oluşan 2000 kişilik bu yarımada ahalisi özerkliğini Osmanlı Devleti zamanında almış ve bu muhtariyetini Avrupa Birliği’nin aksine kararlarına rağmen ölümüne savunmaya devam ediyor. Geçimlerini tamamen ikon üretip satmaktan sağlayan ve televizyon dâhil hiçbir teknolojinin giremediği bu Özerk Cumhuriyetin ahâlisinin Yunanistan’ın AB’ye girdiğini bilmedikleri bile iddia edilmektedir. Sokaklarında pikap türü araçlardan megafonla “Hurdaaciii!” diye bağıran hurdacıları, geleneksel giysileri ve kazanı sırtında “Sahlepiii!” diye çığıran sahlepçileri, cacikisi, baklavası, musakkası, kuskusu, pilakisi ve daha pek çok bizlikleri ile Selanik ve Yunanistan bize sahiden yakın bir komşu. 1924 Mübadelesi’nde Selanik’ten göç etmiş yakınım olan Mümin Dede’yi, ölüm döşeğinde, “Memleketim, Memleketim!” diye inleten özlemin nedenini şimdi çok daha iyi anlıyorum.