๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Haziran 2012, 18:02:34



Konu Başlığı: Bir Endülüs Hatırası
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Haziran 2012, 18:02:34
Bir Endülüs Hatırası: EL-BEYZA
Tolga SEZGİNER • 53. Sayı / KÜLTÜR


Turizm amaçlı olarak İspanya’nın Granada kentine gidenler dışında pek de bilinmeyen Endülüs hatıralarından biridir El-Beyza. Bugün bu şirin köy UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde yer alıyor.

Yakın bir zaman önce, İspanyol tarihine çeşitli medeniyetlerin katkısı üzerine bir konferans gerçekleştirildi. Ortaçağ Sanat Tarihi alanında uzman bayan bir profesör yaptığı konuşmada, özellikle Granada’nın tarihine pek çok eski medeniyetlerin katkısından bahsetti ve Müslümanların hâkim olduğu döneme sıkça değinilmesinin gereksizliğini vurguladı. Oturum sonrasında söz alan bir turizmci, Granada’da rehberlik yaptığını ve burada turistlere gösterilmek üzere Müslümanlara ait El Hamra Sarayı ve El-Beyza’nın (Al-Bayza) dışında nereyi, başka medeniyetlere ait nereleri tanıtabileceğini sordu. Aldığı cevap ise kendisini tatmin etmekten oldukça uzaktı. Çünkü söz konusu profesör, yuvarlak ifadelerle Roma Karaca ve Rönesans döneminin kalıntılarından bahsediyordu.

İslam’ın ve Müslümanların sanık sandalyesine oturtulduğu günümüz dünyasında İspanya’da da Müslüman geçmişe karşı olan utanma duygusu, tarih yazımlarında, sanatta ve siyasi duruşlarda Hıristiyan ve Roma vurgusu yapmaya itti. Ancak Müslüman ve Musevi eserlere karşı yapılan yoğun kıyımlara rağmen hâlâ ayakta kalan ve artık medeni dünyanın koruması altına giren bir kısım eserler, özelde İspanyollar’a ve genelde Avrupalılara “Ben buradayım” mesajı veriyor.

El-Beyza bu eserler arasında önemli bir yere sahip. Turizm amaçlı olarak İspanya’nın Granada kentine gidenler dışında pek de bilinmeyen Endülüs hatıralarından biridir El-Beyza. Avrupa’nın en geniş zeytin plantasyonu ile çevrili bu şirin köy, Endülüs Müslümanları’nca inşa edilmiş ve tek katlı oryantal stile sahip evlerden oluşuyor. Kerpiç binaların her biri henüz tam olarak nereden nasıl edinildiği, nasıl bir alaşım sonucu meydana getirildiği bilinmeyen beyaz bir madde ile boyanmış. Şehrin etrafındaki bu beyaz örtü, haki, toprak rengi yapılarıyla bilinen ve bugün pek çok Arap ülkesinde hâlâ mevcut bulunan klasik Ortadoğu-İslam şehri modeline bir alternatif oluşturması bakımından önemli ve sanat tarihi açısından incelemeye değer bir konu. Bugün UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde yer alan El-Beyza köyü, temelde Emevi mimari özelliklerini taşımakla beraber özellikle 16. yüzyılda yapılan Rönesans tarzı tadilatlarla sonuçta melez bir yapıya bürünmüş.

Şehrin isminin nereden geldiği tarihçiler arasında bir tartışma konusu. Hâkim fikre göre El-Beyza şehrin binalarının beyaz renginden kaynaklanıyor. Modern İspanyolca’da bu isim varlığını korumuş ve küçük bir fonetik değişiklikle Al-Baeza olarak sözlüklerde yerini almış. Bir diğer fikre göre El-Beyza ismi Latince’deki “baetia”nın Arap dilinde ifade bulmuş hali.

Tarihçilere göre esas El-Beyza şehri bugünkü Al-Albaicin şehrinde bulunuyor. 1229 yılına kadar Kastilyalı III. Ferdinand’ın burayı ele geçirip Jaen’e bağlamış. Katolik şövalyelerden kaçan Müslümanlar güneydeki Granada Beyliği’ne sığınmışlar ve burada bir tepeye yerleştirilmişler. Yerli halk yeni gelen bu Müslümanlara Al-Bayazin (Beyazlılar) ismini vermiş. Bu isim zamanla mekâna da ismini verecek ve bu tepe “Vadiyu’l-Besta” olarak anılacaktı. Yeni El-Beyza şehri ise son olarak Katoliklerin eline geçtiğinde nüfusunun yaklaşık olarak 50.000 civarında olduğu tahmin ediliyor. Nüfusun çok önemli bir kısmı diğer Müslüman yerleşim birimlerinde de görüldüğü gibi Müslümanlar ve Museviler’den oluşuyor. 

Bugün El-Beyza, İspanyol sosyetesinin en çok tercih ettiği yerleşim alanlarından birisi. Oryantal mimariye ve şehir dokusuna olan genel ilgi pek çok İspanyol zengini bu şirin otantik şehre yöneltmiş. Şehir, Rönesans ve modern dönemde geçirdiği pek çok tadilata rağmen hâlâ ciddi ölçüde orijinal havasından izler taşıyor. Örneğin dar sokakların tam ortasından geçen ve ilkel bir kanalizasyon vazifesi gören kanallar, bugün hâlâ mevcudiyetini koruyor. Geçmişte bir tepede olmanın avantajı ile şehirdeki yağmur ve atık suların bu kanallar vasıtasıyla aşağılara dökülmesi sağlanmış. 

Bugün İspanya’da en hızlı yayılan din olan Müslümanlığı tercih eden İspanyollar, modern camilerini Endülüs hatırasını yaşatabilmek adına bu şirin kente yapmayı tercih etmişler. İspanyol Müslümanları’nın gayret ve özverilerinin bir ürünü olan Granada Camii sadece bir ibadet yeri olmanın ötesinde, bir okul, bir dayanışma merkezi işlevini de görüyor. Özellikle Cuma günleri sadece Granada’dan değil, İspanya’nın ve hatta dünyanın pek çok başka yerlerinden gelen Müslümanlar bir arada saf tutuyorlar. Namazdan hemen önce Arapça okunan Cuma hutbesini namazın ardından okunan İspanyolca çevirisi takip ediyor. Bu şekilde hem günümüz dünyası hem de geçmiş arasında bir rabıta kurulmaya çalışılıyor.

Yine Cuma namazının kılındığı böyle bir günde, saf tutan pek çok kişi arasında uzun sakalı, geniş ve beyaz sarığı, kahverengi şalvarı ve yanında küçük heybesi ile daha çok bir Afgan görünümü veren bir kişi dikkatimizi çekiyor. Başta kendisinin İspanya’ya iltica etmiş bir göçmen olduğunu düşünüyoruz. Ancak kendisine yaklaşıp konuşmaya başladığımızda yanıldığımızı anlıyoruz. Nitekim bu bey ne Arapçayı, ne de Müslüman ülkelerin dillerinden herhangi birini biliyor. Kendisi sıradan bir İspanyol. İnişler ve çıkışlarla geçen fırtınalı bir hayat serüveninin ardından bu topraklarda Müslümanlıkla tanışan ve kendi kabuğuna çekilip iç huzurunu aramayı tercih eden bir İspanyol. Bugün, modern dünyanın vaat ettiği pembe mutlu dünyaya sahip olamadığını düşünen bunun gibi pek çok kişi çareyi mekânsal öze sığınmakta buluyor. Bu dönüş hareketi çoğu zaman kişilerin sahip oldukları dinî ve millî arka planlarına baskın geliyor.

Edebiyatı, sanatı, mimarisi ve felsefesiyle Müslüman medeniyeti, ne genelde dünyanın ne de özelde Avrupa’nın dışında kalmış, onunla karşılıklı etkileşim ağından uzak bir medeniyet değil. El-Beyza günümüzde yaygınlaşmaya başlayan, felsefî, edebî ve sanatsal olarak yanlış, tarihsel olarak tutarsız olan bu anlayışı Avrupa’daki diğer pek çok Müslüman mirası ile birlikte yalanlıyor.