> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Diğer Yazılar > Başkası olma kendin ol
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Başkası olma kendin ol  (Okunma Sayısı 1306 defa)
01 Ekim 2012, 15:01:55
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 01 Ekim 2012, 15:01:55 »



Başkası olma kendin ol
Naci BOSTANCI • 91. Sayı / TOPLUM


Tarkan’ın Başkası olma kendin ol isimli şarkısı bir hayli popüler olmuştu. Bugün de hâlâ dinleyicilerin listesinde bir yere sahip olduğu muhakkak. İşin müzikle ilgili bir yanı var, bir de geniş kitlelerin haline tekabül eden sözlerdeki vurgu önemli. Büyük-küçük birçok insan “başkası olma kendin ol” diye tempo tutarken, buradaki “kendin ol” lafına ayrı bir heyecan ve gözlerde parıldamayla eşlik ediyorsa, müzikten, ritimden öte toplumsal bir durumla karşı karşıyayız demektir. Hele hele bu iş, başkasının sözleri üzerinden yapılıyorsa, önermeyle eş zamanlı temsilde iç içe bir paradokstan dahi bahsedebiliriz.

İnsanın kendisi olması ne demektir?
Buradaki orijinalite, başkalarından kesin bir sınırla ayrılmış özel kimlik alanı, benzemezlik hali ne dereceye kadar mümkündür? Kastedilen sui generis bir kimlik durumu mudur, yoksa insan sosyal bir varlık olduğuna göre, o sosyalliğin içinde göreceli bir kendi olma halinden mi bahsedebiliriz? Kişinin kendisi olabilmesi için ilk şart, kendisini bilmesidir. Kendini bilmek, bütün büyük medeniyetlerin, inançların en önemli önermelerinden birisidir. Eski Yunan’da meşhur Delphi tapınağının kapısında “kendini bil” düsturu yazardı. Yunan felsefesinin önemli bir uğraş alanının insanî olanı anlamak, çözümlemek, alışkanlıkların, ezberlerin dışında insana ilişkin gerçekliğe ulaşmak olduğunu söyleyebiliriz. Sokrates’in sokakta, pazarda insanlarla yaptığı “rastgele” konuşmalar buna yönelik. Aristo’nun Politika’sında, Eflatun’un Devlet’inde, sonraki dönemdeki Sinik, Epikürcu, Stoacılar gibi ekollerin insanı, toplumu, dünyayı anlamlandırma çabalarında kendini bilmeye dönük bir arka plan kendisini her zaman ortaya koyar. Hıristiyan dünyanın en önemli teologlarından, Dei Civitas (İtiraflar)’ın yazarı Sn. Augustine, kendi deneyimleri üzerinden insanın özüne inmeye çalışır. Luther’in çileleri, Calvin’in inzivaları, manastır hayatı yine insana yolculuğa ilişkin bir mecrada yaşanır. İslam dünyasının en temel vurgularından birisi yine kendini bilmektir. Bu o kadar önemlidir ki, ancak kendisini bilen kişi Rabbini bilir. Buradaki kendini bilmek, sadece had bilmek, acizliğinin farkına varmak değildir; durmadan okumaya, anlamaya, ibrete çağrılan bir aklın, irfanın, bilgeliğin verileri üzerine inşa edilecek bir kendiliktir. İmam Gazali, kişinin kendisini bilmesini “maddi varlığını ve dünyevi ihtiyaçlarını” kavraması olarak görmez. Bu bir bakıma kozmik yapı içinde kişinin nedenlere bir cevap vermesi, bunun üzerinden de Hakk’ı anlamasıdır. İlk İslam filozoflarından el-Kindi, kişinin kendini bilmesi üzerine hususiyetle durmuştur. Kişinin gücü ölçüsünde Hakk’a benzemesi gerektiğini belirten el-Kindi, böylelikle dünyevi arzulardan, aç gözlülükten, bir bakıma egoizmden kurtulacak olan kişinin kendi olma yoluna gireceğini ifade eder. Elbette kastettiği –hâşâ- Yüce Allah’la bir mukayese iddiası taşıyacak benzerlik değildir, onun varlığından, isimlerinden, niteliklerinden ilham almaktır. Farabi, ilmin amacının ondaki bilgileri pratiğe taşımak olduğunu, bunu yapmayan kişinin faydasız bilgiyle uğraşacağını, kişinin pratiğe taşıdığı bilgiler nispetinde kendisi olacağını, hak ve hakikate kavuşacağını belirtir. Keza Mevlana, metaforik bir anlatımla, havadaki kuşun gölgesine ok atan cahil avcının tavrını eleştirir, ancak Hakk’ın gölgesini rehber alan kişinin hayal ve gölgeden kurtulacağını söyler. Bu da hayali bir kendilik yerine kişinin öz varlığıyla buluşmasıdır.

Zen Budistlerinin, bir öğreti ve pratik olarak kişiyi yaptığı eylemin ve düşüncenin farkında olması yolundaki çağrıları, düş ve hayal dünyasından şimdiki gerçekliğin içinde kişinin kendini kavramasına yöneliktir. Zihnin sürekli başka yerlerde olması, kendi dışına çıkması, kendini bilmenin önünde bir engeldir. Keza Buda, insanoğlunun tekamül evresinin en tepesine yerleştirdiği Nirvana ile, dünyevi olan her şeyden, ıstırap, öfke, nefret, tüm maddi ihtiyaçlardan kurtulmayı, hiçliğe ulaşmayı kasteder. Ancak Nirvana, öldükten sonra gelecek bir makam değildir, insan bu dünyada da Nirvana’ya iyilik yaparak, isteklerinden kurtularak ulaşabilir. Bu yaklaşımda da yine, insanın nihai benliğine, kendi deneyiminin ürünü olan bir Nirvana haline atıf vardır.

Kişilik ile iç derinlik arasındaki hayati bağ
Farklı coğrafyalardaki kültürlerin, inançların, anlayışların adeta ortak bir şekilde insanla, onun tekâmülüyle, nihai benliğiyle uğraşması, bu işin ne kadar hayati olduğuna ve elbette sürekli güncellenmesi gereken bir gerilim alanı oluşturduğuna işaret eder. Bir bakıma, insanın kendisi olması, insanlığın ortak tecrübesine bakıldığında, öyle bir hamlede olacak, tabir caizse ortak bir şekilde, ritimle telaffuz edilen şarkı sözleriyle yerine gelecek bir hal değildir. Fakat yine de bu aşkın söyleyiş, insanlığın bu ortak mirasını yankılayan bir özellik taşır.
Diğer taraftan, insanın kişisel varlığı ile yaşadığı tarihî ve toplumsal şartlar arasında derin bağlar mevcuttur. Ong’a kulak verecek olursak kişilik, İngilizce kelimenin Latince kökeniyle personare, kişi başına derinlik anlamına gelir ki, bu iç derinliği sağlayan onun özellikle, matbaanın ortaya çıkışından sonra gelişen hafi okuryazarlığıdır. İnsan, başkalarına okumadan kendine okumaya geçmiş, okuduğu metinlerle kendine “şahsi” bir iç oluşturmaya başlamıştır. Kimi insanların “derinlikten” yoksun olduğuna dair gündelik söyleyiş, kişilikle bu derinlik arasındaki hayati bağı sürekli hatırlatır. Ong, bir bakıma işte bu derinliğin kaynağına dair bize bir önermede bulunmaktadır. Üstelik etimolojinin desteğiyle.

Kültürel evreleri, şifahi, yazılı kültür, seyirlik kültür olarak ayıran tasnifleme, aynı zamanda her bir kültüre dair insanın kendiliğine dair de değerlendirmelerde bulunur. Şifahi aşamada kolektif yaşam ve kolektif kimlik vardır, yazılı kültürde kişisel kimlik gelişir, seyirlik kültür ise kitle kültürünü, anonimleşen bireyleri üretir. Elbette bunları eleştiriye fakat aynı zamanda analize açık önermeler olarak görmek gerekir. Modern zamanlarla birlikte kimlik kaygılarının öne çıkması, kolektif kimliklerin savaşçı bir nitelik kazanması, ya da kitle iletişim araçlarının yayınlarıyla tabir caizse köşesiz stereotiplerin yaygınlaşması bu bakımdan dikkat çekicidir.

Günümüz dünyası; küreselleşme, küresel ölçekte yerelleşme ve nihayet insanın kendisini sui generis bir kimlik olarak kurma çabalarının eş zamanlı olarak öne çıktığı bir iklime sahip. Bunlar aynı zamanda birbirleriyle çelişen mecralar. Fakat zaten modernlik de tam olarak bu. Post-modernlik tartışmalarının üzerine vurgu yaptığı önemli hususlardan birisi de yine bu. İnsan hem başkalarına benzemek istiyor, sıradan olmak istiyor, kitlenin bir parçası, bir büyük yapının tuğlası olarak bu dünyada kendi “aciz” varlığının daha güçlü bir fail haline gelmesini umut ediyor. Hem de özgürlük, bireylik, var oluş talepleri üzerinden egzistansiyalizm gibi felsefelerin bir dönem daha fazla öne çıkarttığı gibi, kendisini inşa etmek, ötekilerden farklı, kendine has bir varlık haline gelmek istiyor. Bütün bunların birbirleriyle bağlantılı olduğuna, iç içe geçtiğine dikkat etmek lazım.

Başkasını anlayarak kendimiz olmak
Gördüğümüz şu: Latinlerin o meşhur sözlerinde olduğu gibi, insanî olan her şeyi bilebildiğimize göre, diğer insan kardeşlerimizle ortak bir zeminde yer alırız. Bilgiye, ahlaka, inanca dair ayrılıklar, bu ortak zemini algılamaktan ve anlamaktan bizi alıkoyamaz. Öyleyse biz bir yanımızla insanlığın ortak tecrübesinin, aklının, bu yeryüzündeki varlığının parçasıyız. Diğer yandan ise, cogito ergo sum diyen filozofun işaret ettiği gibi, şahsen bir algı, bilgi, hissediş üzerinden bu evrende bir yerimiz var. Elbette kendimiz olacağız fakat bu başkalarını anlamaya, bilmeye, onlara nüfuz etmeye engel değil. İnsanlığın ortak tecrübesini anlamayan kendisini anlayamaz. Kendisini bir varlık olarak kavramayan da insanlığı anlayamaz. Bunlar ancak birlikte birbirini tamamlayarak var olabilir. Başkası olmayıp kendimiz olacağız ama başkasını anlayarak kendimiz olacağız. Başkasını bilmeyen, Robinson Crusoe’nun dramatik var oluşunda olduğu gibi, kendisini de bilemez.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Başkası olma kendin ol
« Posted on: 28 Mart 2024, 22:08:47 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Başkası olma kendin ol rüya tabiri,Başkası olma kendin ol mekke canlı, Başkası olma kendin ol kabe canlı yayın, Başkası olma kendin ol Üç boyutlu kuran oku Başkası olma kendin ol kuran ı kerim, Başkası olma kendin ol peygamber kıssaları,Başkası olma kendin ol ilitam ders soruları, Başkası olma kendin olönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes