> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Diğer Yazılar > Algı siyaseti
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Algı siyaseti  (Okunma Sayısı 954 defa)
29 Mayıs 2012, 12:50:15
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 29 Mayıs 2012, 12:50:15 »



Algı siyaseti ve körleştirme estetiği geriliminde bienal
Cihat Arınç • 57. Sayı / DİĞER YAZILAR


Her iki senede bir olan hadise’ anlamındaki İtalyanca biennale kelimesinden türeyen bienal kavramı, şu günlerde gerçekleşen 11. Uluslararası İstanbul Bienali ile yeniden konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Tartışmaların odağında ise, sermaye ve bağımsız sanat arasında zorunlu ve kaçınılmaz bir doku uyuşmazlığı olduğu halde şirket destekli bienallerin nasıl olup da eleştirel olmayı başarabileceği var.

“Her iki senede bir olan hadise” anlamındaki İtalyanca biennale kelimesinden türeyen bienal kavramı, 1895’te Venedik’te tertip edilen ilk uluslararası sanat bienaliyle birlikte ortaya çıktı.1 1890’lardan 1980’lere kadar sadece on yedi bienal düzenlenmişti. Berlin Duvarı’nın yıkılışı, komünizmin çöküşü ve ABD’nin baskın rol oynadığı tek-kutuplu bir dünyanın ortaya çıkışı gibi olayların hemen akabinde, serbest pazar ekonomisi küre sathında etkisini göstermeye başladı. Böylece bienallerin sayısı, 1990’lardan sonra iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmelerin de etkisiyle sanatın ciddi bir ‘yatırım’ biçimine dönüşmesi sayesinde hızla arttı.2 Asya, Merkez ve Güney Amerika, Okyanusya ve Afrika gibi Batı-dışı yeni merkezlerde ortaya çıkan bir “bienalizasyon” furyasının ve sanat fuarlarının yükselişinin tepe noktaya ulaştığı 2000’lerin ilk on yılını geride bıraktığımız bugün ise dünya çapında 70’in üzerinde uluslararası çağdaş sanat etkinliği düzenleniyor. Avrupamerkezci sanat örgütlenmesinin sona erdiği ve asimetrik sanat mekanlarının küre sathına dağıldığı bugünün süpermodern/altermodern sanat dünyasında düzenlenen başlıca etkinlikleri ve başlangıç tarihlerini şöyle sıralayabiliriz: İstanbul Bienali (Türkiye, 1987), Osaka Trienali (Japonya, 1990), Cetinje Bienali (Sırbistan ve Karadağ, 1991), Dak’ Sanat Bienali (Senegal, 1992), Taipei Bienali (Tayvan, 1992), Karayipler Bienali (Dominik Cumhuriyeti, 1992), Şarca Bienali (Birleşik Arap Emirlikleri, 1993), Johannesburg Bienali (Güney Afrika, 1995), Gwangju Bienali (Güney Kore, 1995), Şangay Bienali (Çin, 1996), Mercosul Bienali (Brezilya, 1997), Berlin Bienali (Almanya, 1998), Liverpool Bienali (İngiltere, 1999), Melbourne Uluslararası Bienali (Avustralya, 1999), Sanat ve Endüstri Bienali (Yeni Zelanda, 2000), Yokohama Trienali (Japonya, 2001), Ceara Amerika Bienali (Brezilya, 2002), Pekin Uluslararası Sanat Bienali (Çin, 2003), Mozambik Bienali (Mozambik, 2004), Singapur Bienali (Singapur, 2006), Atina Bienali (Yunanistan, 2007), Brüksel Çağdaş Sanat Bienali (Belçika, 2008).3

Çağdaş sanat pazarının yapıtaşları ve oyuncuları

En dolaysız anlamıyla artık “bienal” kavramı, uluslararası çağdaş sanat üretiminin seyirciye sunulduğu geniş çaplı periyodik sergilere atıfta bulunuyor ki, bu etkinlikler aynı zamanda hem küresel kreatif endüstrilerin4 ekonomik stratejisinin vazgeçilmez bir aracı hem de düzenlendiği şehirlerin kültürel konumlanması ve gelişimini sağlayan önemli bir unsur. Ayrıca bienal, uluslararası sanat pazarını canlandıran ve pazarın aktörlerini çeşitlendiren de bir dinamik.5 Çağdaş sanat pazarının yapıtaşlarını ve oyuncularını incelediğimizde karşılaştığımız manzara şu: Birincil sanat piyasası, yeni sanatçıların keşfedilebilmesine yahut tanınabilmesine izin vererek dikkatini fuarlara ve sergilere odaklar. İkincil pazar ise, sanat danışmanlarının, girişimcilerin, küratörlerin ve sanatçıların eserlerine paha biçen koleksiyonerlerin tavsiyeleri ışığında müzayede salonları ve satın alıcılar tarafından döndürülür. Koleksiyonerlerin ve biriktirdikleri koleksiyonların, Bourdieu’nün6 tanımlamasıyla, simgesel, kültürel, toplumsal ve ekonomik sermayenin bir bileşkesi olduğu düşünülebilir. Stallabrass’ın deyişiyle,“Sanat fiyatları ve sanat satış hacmi, borsalarla at başı gitme eğilimindedir ve bu yüzden dünyanın büyük finans merkezlerinin aynı zamanda önde gelen sanat satış merkezleri olması rastlantı değildir. Bu paralelliği öne sürmek, sanatı sadece gayesiz bir serbest oyun sahası olarak değil, fakat aynı zamanda içerisinde sanat eserlerinin yatırım, vergi yükümlülüğünden kaçınma ve karapara aklama gibi çeşitli araçsal maksatlar için kullanıldığı ikincil bir spekülatif pazar olarak görmektir.’7

Bu bakımdan bienallerin, sadece simgesel, kültürel ve toplumsal sermaye bakımından değil, fakat belki hepsinden de fazla ekonomik olarak sanat piyasasının sürekliliğini ve dinamizmini mümkün kılan, hatta belki bundan da öte, sponsorluk üstlenen sermayedarın kirli eylemlerini temize çıkartabilecek potansiyele sahip etkenlerin başında geldiğini söylemek aşırı bir iddia olmasa gerek. Peki yukarıda değinilen yakın tarihli bütün bu başdöndürücü gelişmelerin etkisi düşünüldüğünde, nedir Bienal?

Bu noktada iki enstrümantalist hipotezle başbaşayız: (1) Algı Siyaseti: Bienal, kapitalizmin “dışarısı olmayan” evreninde, küresel sistemin iç çelişkilerini ortaya çıkartarak ve böylece asimetrik stratejiler ve moleküler devrimler ile bu immanence [içkinlik] içinde çatlaklar ve yarıklar oluşturarak ilerlemeye çalışan sanatçıların öngörülemez dönüştürme ve başkalaştırma pratikleri için bir imkândır. (2) Körleştirme Estetiği: Bienal, kapitalizmin evreninde, küresel sistemin iç çelişkilerini ve çatlaklarını sergileyerek olağanlaştırma ve sistemin şiddetini coşkulu bir tiyatrallikle perdeleme yolunu seçen sermaye sahiplerinin, sistemin başkalaşarak kendini yenileyebilmesini hedefleyen karşı-stratejilerle eleştirel tekillik ağlarını istihdam ettiği ve üretim süreçlerine katarak dolaşıma soktuğu muazzam bir performanstır. Bu iki hipotez aynı anda mümkün ve geçerli olabilir mi? İkisi aynı anda geçerli olamazsa bile, aynı ölçüde mümkündür ve bu hipotezlerden birini diğerine karşı yanlışlayan bir durum her an açığa çıkabilir, ardından tam tersi bir durum da onu takip edebilir. Kısacası, her iki hipotezin de varsaydığı iki kutup, yani bağımsız sanatçı ve sermayedar arasında istikrarsız ve med-cezirli bir ilişki mevcut. Bu da aralıksız bir biçimde devam eden, zorlu ve hiç bitmeyen bir müzakereyi doğurur. Peki bu zorlu müzakere, nihai olarak Holmes ve Pentecost’un sözünü ettiği türden bir “algı siyaseti”ne [the politics of perception]8 dönüştürülebilir mi? Yoksa içerden dönüşümü savunan “algı siyaseti”, romantik bir hayal ve gerçekleştirilmesi imkânsız bir proje olarak, sistemin içinde eriyip ehlileşmeye ve sinizmi beslemeye mahkûm mu?

Sanat ve körleştirme estetiği


Günümüzde müzeler ve galeriler başta olmak üzere sanat kurumları, adeta birer süpermarket gibi tasarlanıyor. Bir başka deyişle; müze satış mağazalarının ve kafeteryalarının iç mekânları ve buralarda satılan her türden meta, çoğu kez müze mekânından ve içinde sergilenen “yağlıboya tablolar”dan daha şaşaalı görünüyor ve saf birer seyirlik nesneye dönüşüyor. Dahası; Marx’ın tarifiyle, tıpkı metaların, kendisini meydana getiren emeğe dayalı toplumsal ilişkileri ve üretim süreçlerini perdelediği gibi, zamanımıza özgü meta-aşırı çağdaş sanat eserleri de çoğu kez içerisinde herhangi bir emeğin, boş zaman uğraşının, üretkenliğin yahut kültürün yer aldığı çevreleri oluşturan kolektif tartışma ve karar alma süreçlerini görünmez kılıyor. Holmes ve Pentecost, bu perdeleme işini “körleştirme estetiği” [the aesthetics of blindness] olarak tanımlarlar. Bu noktada önemli bir soru beliriyor: “Peki bu perde nasıl kaldırılabilir?’ Dahası böylesi bir durumda sanat nasıl bir inisiyatif üstlenebilir?

Holmes ve Pentecost’a göre, sanat; iklim değişikliği, finans krizi ve savaşın hüküm sürdüğü günümüz dünyasındaki tehlikelere yönelik artmakta olan bir duyarsızlaşmaya ve algı kaybına karşı bir farkındalık için sahici bir “duyu organı” olabilir, dahası “değer üretimini, çatışmanın kökenlerini, hayat enerjisinin kaynaklarını ve daha iyi yaşamaya uzanan yolları araştırmak için uygun bir zemin” sunabilir. Bu çerçevede, “çağdaş toplumların aciliyetle ihtiyaç duyduğu şey şudur: yaşanan-çevre algısı, beğeni ve değerlerin üretimi ve ardından kanunların ruhuna sirayet edişi ve gerçeklik tanımları; işte bütün bunların, itiraz, muğlaklık ve iç çelişkiyi de içeren yoğun simgesel biçimlerde yine oyunu sonuna dek oynayabildiği deneysel kurumlar. Bu, güçlü bir şekilde ifade edilmiş simgesel materyale sanatçıların müdahalesidir ki, başkalarına temas edebilir, tepkiye yol açabilir ve böylece radikal muhayyilenin birçok farklı kullanımı için mütekabiliyetin esas olduğu bir mekan ortaya çıkartabilir. Uluslararası bir sergi yahut bienal, böyle bir sahne veya arena olabilir – birçok muvakkatlikten [temporality] oluşan bir zaman, birçok yerin ve o yerlerin sakinlerinin biraraya geldiği bir yer. Bu, illa da herkesin uzlaşacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, aşırı sömürü, çevre tahribatı ve şiddetli çatışmalarla nam salmış bir çağda, zaten uzlaşmaları da pek mümkün görünmüyor. Yine de sergi, yeni simgesel silahların keskinleştirildiği yahut eski argümanların koşullarının değiştirildiği bir yer olabilir; [çünkü o,] önceden programlanmış davranışların yönlendirici bir şekilde telkin edilmesi yerine, kişinin kendi algısının yönelimi ile özbilinçli deneyselliğe ve imgelerde tebeddün eden mümkün dünyalar hakkında tartışmaya izin verir.”9

Sermaye ve bağımsız sanatın doku uyuşmazlığı

Yukarıda açıkladığım bu gerilim, 11. Uluslararası İstanbul Bienali’nin küratörlerinden Nataşa İliç, Ivet Curlin ve Ana Devic’le yapılan bir söyleşide de öne çıkıyor.10 Kendilerine sermaye ve bağımsız sanat arasında zorunlu ve kaçınılmaz bir doku uyuşmazlığı olduğu halde şirket destekli bienallerin nasıl olup da eleştirel olmayı başaracağı sorulduğunda, Zagrebli komünist kolektif WHW küratörleri, bu ikisi arasındaki ilişkinin ve dolayısıyla sanatçının bağımsızlığı meselesinin günümüzde g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Algı siyaseti
« Posted on: 28 Mart 2024, 17:19:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Algı siyaseti rüya tabiri,Algı siyaseti mekke canlı, Algı siyaseti kabe canlı yayın, Algı siyaseti Üç boyutlu kuran oku Algı siyaseti kuran ı kerim, Algı siyaseti peygamber kıssaları,Algı siyaseti ilitam ders soruları, Algı siyasetiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes