๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 23 Temmuz 2012, 16:01:56



Konu Başlığı: Ağabey kimdir
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 23 Temmuz 2012, 16:01:56
Ağabey kimdir?
Köksal ALVER • 78. Sayı / TOPLUM


“Bize ağabeyler gerek. Bizim bütün haşarılığımıza, bütün güçsüzlüğümüze katlanacak ağabeyler. Biz yetim büyümüş bir kuşağız. Bize, yetimlerini gözetecek, onların hakkını çiğnetmeyecek ağabeyler gerek.”

Hayli sarsıcı bu cümleler, Ramazan Dikmen’in, Atasoy Müftüoğlu’na yazdığı bir mektubundan. Mektubu kaleme aldığında Dikmen otuz üç yaşındaydı. Kendisi de bir ağabeydi aslında; yetimlerini gözetecek, onların hakkını çiğnetmeyecek bir ağabey. Peki, otuz üç yaşındaki bir ağabey, neden yana yakıla bir ağabey arar? Bir ağabeyin, kendine ağabey aramasını nasıl anlamalı, neye yormalı? Galiba sadece Dikmen değil, hemen her insan, kaç yaşında olursa olsun bir ağabey aramaktan kendini alamıyor. Çocukluğun ona eklediği pörsümez heyecanla insan, bu arayışını daima sürdürüyor.

Çocukluğun o acemi ve ürkek dünyasında ağabey, ne sağlam dayanak, ne tatlı bir sığınak, ne kopmaz bir tutamaktır. Bir ağabeye sahip çocuğun yürüyüşü, bakışı, konuşması, sözü başka türlüdür. Ağabeyi olanın pervasızlığı, cesareti, atılganlığı ortada. Kendinde olmayan gücü ağabeyde bulan, onun gücünü kendine ekleyen, kendine nispet eden çocuk, akranlarına daha korkusuzca yükleniyor. İcabında onları bir başka güce yaslanarak haşat edebilir. Çünkü ağabey, o an yanında olmasa da imgesiyle, gücüyle hep oradadır. Çok uzak bir şehirde olsa bile oradadır. Bir gün gelecek ve o çocuğun gücünü cilalayacaktır. Çocuk ile ağabey arasındaki bu derin ilişkiyi, ister istemez çocuk olmak için mi, hep çocukça mızmızlanmak, şımarmak, pervasız olmak için mi insan kendine ağabey arar diye sormak geçiyor içimden. Ne yapsa hep hoş görülmeyi, elinin bırakılmamasını, terk edilmemesini uman insan, hep çocuk mu kalmak istiyor? Ağabey yoksa çocuğu kim şımartacak, çocuk nasıl efelenecek, hangi güçle kafa tutacak?

Delikanlı/genç için de durum pek farklı değil galiba. Onun için ağabey öncelikle bir model, rol-model. Ağabeyin gölgesi delikanlının üstünde yürür durur. Delikanlı o gölgede hayatını bile isteye şekillendirmekten yanadır. Ağabeyin bakışını, edasını, tavrını, yürüyüşünü, duruşunu, dilini, eylemlerini kendine yakıştırmaya azimlidir. Ağabey gibi olmak, gencin hülyasıdır. Çünkü ağabey, ondan önce yollar yürümüş, okumuş, yazmış-çizmiş, evlenmiş-barklanmış, feleğin çemberinden geçmiş, kimi meşakkatlere katlanmıştır. Önünde hazır bir örnek-hayat abidesidir ağabey. Gencin parlak aynasıdır; bakıp bakıp kendini süslediği bir ayna. Genç o aynaya bakmaktan, o aynada kendini görmekten pek mutlu olur. Ağabeyin yanında-yöresinde olmak, onunla gezip-tozmak, konuşmak gence sürekli güç verir, adeta ona daima gençlik aşısı yapar.

Ağabey ise etrafını nice gencin sardığını, nice gözün kendine çevrildiğini görmekten mutlu olur. Belki de gururlu! Ağabeydir ne de olsa, merkezdir, merkez şahsiyettir; etrafı kalabalık, gündemi yoğun, kafası dolu, işi çok, koşuşturması fazladır. Bir ışık kaynağıdır; yol gösteren, işaret eden, meselelere farklı açılardan bakan, yön belirleyendir. Belki kendine bakmaktan çok etrafına bakmak, kendinden çok etrafını kolaçan etmek zorundadır. Etrafındakilere roller biçmekte, onlara uygun kumaşlar kesmektedir. Kimini bir fabrikaya, kimini bir üniversiteye yerleştirmek; birini evlendirmek, sonra evini döşemek, birçoğuna burslar bulmak için ilişkiler kurmaktadır. Ağabeydir ne de olsa, merkezdir; merkez olan ise yönlendirmek, ilişkiler kurmak, ilişkileri ayarlamak mecburiyetindedir. Kapılarda beklemek, sürekli bir yerlere yetişmek, sürekli bir hengâmenin ortasında gidip gelmek zorundadır. Çünkü veren eldir, bakan gözdür, işiten kulaktır. Gencin eli-ayağıdır, hatta gerektiğinde kalbi, gönlü…

Ağabey de ağabeydir elbette. Madem etrafı doludur, madem kendinde bir güç vardır, bunun gereğini yerine getirmelidir. Ağabey, çoğunlukla müşfik ve merhametli olsa da zaman zaman acımasız, kıyıcı, sert, haşin de olabilmektedir. O bilmektedir çünkü; o ayarlamakta, o ilişkiler kurmakta, o yönetmektedir. Meseleye hâkim olan odur, işin aslını-esasını bilen de. Bundan ötürü gerektiğinde başka türlü davranmasını bilen olmalıdır. Sürecin devamı esastır, bunun için ağabeycilik yapmak gerekebilir. Bu durumda da inisiyatifi eline alandır ağabey. Ağabeycilik yapar ve bir güzel yakıştırır bunu kendine. Kendi çizdiği rotanın dışına çıkılmasını affetmez. Kendi çemberinin yarılmasını, kendi adamlarının çalınmasını asla kabullenmez. Sözünün üstüne söz, kararının aksine karar istemez. Ağabeycilik mevkisindeki ağabey artık iflah olmaz bir otokrattır; kendini asla otokritiğe tabi tutmayan bir otokrat. O müşfik ve merhametli adamın yerinde başka bir adam vardır artık. Bir çizgi çekmiştir ve o çizginin silinmesini, aşılmasını asla kabullenmez. Böylesi durumlarda öfke saçar, köpürür, bütün köprüleri atar. Ağabey, her daim etrafını kollayan, etrafındakilerin sözlerinde, eylemlerinde ve değişik hallerinde nice hikmetler görmek için çırpınan ağabey, ağabeycilik mevkisinin kurbanı olur. Yanı-yöresi boşalır, merhamet ettiklerinden merhamet göremez hale gelir.

İnsan sırtını dayayacağı bir ağabey arıyor hep. Sırtını vereceği emin ve kuvvetli bir kişi. Dara düştüğünde başında bulacağı, sıkıştığında yanına koşacağı, dertlenince derdini açacağı bir ağabey. Sözünü, nefesini, yardımını her daim yanı başında hissedeceği bir ağabey. Umulan, beklenilen, desteği arzulanan güçlü mü güçlü, yılmaz mı yılmaz bir imge ağabey. Eli açık, kapısı açık, sofrası kurulu cömert bir adam. Bir abide, bir heykel, bir savaşçı. Tam adam. Fedakâr, dava eri, adanmış. Yarasız-beresiz, şeksiz şüphesiz, falsosuz, tavizsiz, net, doğru, haklı, akıllı, yüce gönüllü, hoşgörülü, esnek. Bir ağabey olsa olsa böyle bir adamdır. Yoksa nasıl yetimlerini gözetir, gençlerin haşarılığına katlanır, onları hoş görür? Esneklik ağabeyin temel vasfı değil midir? Yahut müşfiklik?

Böyle midir gerçekten? Ağabey yüksek idealizmin göklere çektiği bir bayrak mıdır? Yoksa yüksek idealizmin boğduğu, nefessiz bıraktığı, anlamadığı, anlamak istemediği, kendi çizdiği çizgiye mahkûm ettiği tutunamayan, gariban, yalnız, yalınkat bir muzdarip midir? Daha ötesi nedir? Bütün bu yücelikler bir insan olan ağabeye reva mıdır? Acaba ağabey kendini gözetebilmekte midir ki, yetimlerini gözetsin? Acaba ağabey, kendine iyi bakmakta mıdır ki, dostlarına, gençlere iyi baksın? Acaba ağabey kendine hoşgörü göstermekte midir ki, diğerlerine hoşgörüyle baksın? Ağabey kendi derdiyle hemderd midir ki, diğerlerinin derdinin ortağı olsun? Ağabeye yüklenen onca harikulade özellik, o heybetli ve endamlı vasıflar sakın ağabeyin boynuna geçirilen yağlı urgan olmasın? Ağabeyin elini kolunu bağlayan, ayaklarına dolanan bir pranga olmasın bütün bunlar?

Oysa bilinmelidir ki, ağabey, en az gençler, delikanlılar kadar muzdariptir, garibandır, yaralıdır, zordadır, dardadır. Ağabey kandan ve candan sıyrılmış bir abide, bir heykel değildir. Bir insandır; sıradan bir insan. Ağabey, el uzatan, hoş gören, affeden, keskinlikleri törpüleyen, işleri yoluna sokan, ileri görüşlü bir imgedir kuşkusuz ancak en başta bir insandır. Normal, yalınkat bir insan. Ne ki, insan, ağabeylerini böyle görmek istemez. İnsan, ağabeylerinin hep ağabey kalmasını, hep kendi kafasında kurduğu gibi çalışmalarını, öyle davranmalarını bekler. Böyle bekler ve elbette onlara büyük bir zulmü reva görür. Başta kendisi geçirir o yağlı urganı onların boynuna, başta kendisi istemez ağabeylerin ayaklarındaki prangaların çözülmesini. Onu normalleştirmek istemez insan. Onu normal insan kategorisine koyduğunda kimden bekleyecek, kime nazlanacak, kime ağlayacak, kime dayanacak? Ağabey, kendini anlamayan, kendinin de bir derdi-tasası olabileceğine ihtimal vermeyen ve hep ağabey diye kendi kapısına varan insanın boğup nefessiz bıraktığı bir kurban, bir garibandır. Bir türlü normalleştirilmeyen ağabey, bu türlü yaklaşım için üzülmeyen, üşümeyen, ağlamayan, dertlenmeyen, yok demeyen, nazlanmayan bir kara-kuru heykelden öte nedir?

Daima el uzatan, etrafını kolaçan eden ağabeyin, kendini kolaçan etme hakkı yok mudur? Kendine bakma, kendini şımartma, kendi iç derinliğini keşfetme, kendi benliğini tamir etme, kendi açmazlarından çıkış yollarını arama, kendi acziyetini görme hakkı yok mudur? Ona kim el uzatacak, onun yaralarını kim saracak? Onu yaralı-bereli hayatın karmaşık hallerine salmaya vicdan onay verecek mi? Onun kederlerine kim ortak olacak, altında ezildiği yüklere kim omuz verecek? Şımarıkça ağabeylerin etrafında gezinen, adeta onların gücünden nemalanan delikanlının, ağabeyin ahvalini düşünme, fehmetme ve ona göre davranma ödevi olmayacak mı? Genç hep nazlanacak, şımaracak, haşarılık yapacak, ağabey ise düşen taşları yerine koyacak, bir daha yolları temizleyecek, bir daha işleri ayarlayacak ve hep böyle yapa yapa ömrünü heba edecek! Bu olsa olsa bir büyük vicdansızlık, bir büyük aymazlıktır! Buna ne can ne ağabey dayanır.

Sahi, kimdir ağabey, nasıl bir kişidir? O belli-belirsiz yahut açık-seçik ağabey imgesi, ne de zengin, yoruma açık bir imgedir. Cevval ama yorgun, âşık ama kırgın, dava eri ama yaralı, çok zengin ama yalnız, bürokrat ama yoğun mu yoğun. Ya da tam tersi. Ama hepsinden öte ve önce bir insan; yalınkat insandır ağabey.

Gençliğinde hep ağabeyler arayan, bulan, onlarla zaman geçiren kişi, ömrü varsa kendisi de ağabey oluveriyor bir zaman sonra. Ev-bark sahibi oluyor, çoluk çocuğa karışıyor, işlere bulaşıyor, hayata dalıyor, muhabbetini sürdürüyor, cebi para görüyor, açlık ve tokluktan geçiyor. Bütün bunlara saçlarındaki aklar şahit oluyor. Bu kez kendisine ağabey deniliyor, kendisinden bekleniliyor, kendisine danışılıyor. Ağabeyliğin ne kadar zor bir makam olduğunu işte o zaman anlıyor. Kendi delikanlılığında kendi ağabeylerinin sırtına yüklediği heybelerin taşınmasının ne kadar güç olduğunu. Ağabeylerden ne kadar çok şey beklediğini. Onlara nasıl kıydığını, onlara nasıl acımasızca yüklendiğini… Anlıyor ve utanıyor. Bütün ağabeylerinden için için özür diliyor, af diliyor. Onlara verdiği zahmetten ötürü yüzü kızarıyor. Anlıyor ve biraz daha içine gömülüyor.