๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 10:57:33



Konu Başlığı: Açılım Devlet Projesiyse Siyaset Nerede
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 10:57:33
'Açılım' Devlet Projesiyse Siyaset Nerede?
Murat YILMAZ • 55. Sayı / SİYASETNAME


3 Kasım 2002 seçimleriyle başlayan demokratikleşme süreci, Kürt meselesini de kapsayacak yeni bir safhaya girdi. Tabiatıyla çok hararetli tartışmaları da beraberinde getirdi. Demokratikleşme süreciyle bir yandan bürokratik vesayet mekanizmasının sünni, alevi, gayr-i müslim, Kürt, sosyalist diyerek dışladığı ve en temel insan haklarından dahi mahrum ettiği toplumsal kesimler ve kimlikler “demos”, yani halk içine dâhil olurken, “krasi” yani iktidar da yeniden tanımlanmaya çalışılıyor.

Türkiye’de demostan çıkan krasinin sınırlandırılması demek olan liberal demokrasiden farklı olarak, demokrasiye oligarşik cumhuriyet anlayışı içinde bir deli gömleği giydirmeye çalışan bürokratik vesayet rejimi hâkim olageldi. Türkiye’nin bürokratik vesayetçi rejiminde demostan çıkan iktidarın bürokrasi tarafından sınırlandırılması, denetlenmesi esas alınmıştır. 27 Mayıs darbesiyle başlayan ve Türkiye tarihinde kökleri olan bu rejimin inşa faaliyeti, diğer bütün darbelerin de ortak paydasını teşkil eder.

12 Eylül bürokratik vesayet rejiminin Soğuk Savaş dönemi sonundaki son hamlesiyle, demosu daraltan, demokratik iktidarı bürokratik milli güvenlik iktidarı denetimine alan otoriter devletçilik kısa zamanda iflas etti. 1989’da Doğu Bloku’nun çökmesiyle yeni dünya düzeninde böyle bir rejimin yürümeyeceği anlaşılmasına rağmen, Soğuk Savaş sonrası döneminin kargaşası ve bilhassa Körfez Krizi, Özal reformlarına direnen reaksiyoner bürokratik vesayet rejimine 90’lı yıllar boyunca ayakta duracağı bir imkân sağladı. Ancak bu imkânın kullanılışındaki hoyratlık, bürokratik vesayet rejiminin meşruiyet zeminini tamamen tahrip etti. Bürokratik vesayet rejiminin bir mail-i indiham (yıkılacak şekilde tehlike oluşturan) halinde olduğu ve etrafa da zarar verebileceği Kıbrıs, Irak Kürdistanı, Kürt meseleleri ve Ergenekon soruşturması ile netleşti. Bu yüzden sadece Türkiye’de değil, ABD ve AB nezdinde de bir yıkımdan ziyade restorasyon istenir oldu.

Kürt meselesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesi ve merkezileşmesiyle beraber ortaya çıkan modern çağın sorunlarından biridir. Bu sorun, Cumhuriyet döneminde otoriter laiklik ve milliyetçilik anlayışıyla derinleşmiştir. Çok partili hayata geçilmesiyle yumuşayan Kürt sorunu her askerî müdahalede kaşınmış, 12 Eylül Darbesi’nde ise kanırtılmıştır.

PKK ve onun etrafında gelişen Kürt hareketi, 90’lı yılların başında inkâr edilemez bir realite olduğunu dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e söyletmiştir. Doğan Güreş’in ağzından düşman olarak anılan, Yaşar Büyükanıt tarafından sözde vatandaş olarak adlandırılan PKK, DTP çizgisindeki Kürtler aleyhine 2007 Haziranı’nda Genelkurmay bildirilerini takiben gerçekleştirilen sokaklardaki protestolar sorunun nereye gidebileceğinin işareti olarak görülmüştür. Bu sorun üzerinde AK Parti hükümetini sıkıştırmaya çalışan askerî bürokrasiyi Kuzey Irak Harekâtı, Dağlıca Baskını gibi sebepler geleneksel müttefikleri CHP ve MHP ile de kavga eder hale getirmiştir. Şimdi eğer Kürt açılımından söz edilebiliyorsa, askerî bürokrasinin kendi eseri olan çıkmaz sokağa girmesi, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmeler, 29 Mart mahalli idareler seçim sonuçları ve eski rejimin mail-i indiham halinin inşa ettiği korkunun eserini görmek mümkündür.

90’lı yıllarda yapılsa, hatta Öcalan yakalandıktan sonra yapılsa PKK’yı da sona erdirebilecek bugünkü açılımın, Kürt meselesinin bugün kazandığı boyut karşısında başarılı olma şansı sınırlıdır. Kürt açılımının bir devlet projesi ve politikası olarak sunulması ve bu halinin bile devletin paradigmasını paylaşan iki temel siyasi aktör tarafından şiddetle eleştirilmesi, bu projenin marjlarını göstermektedir. AK Parti, Kürt açılımını bir devlet projesi olmaktan çıkararak siyasi ve toplumsal bir proje haline getirebilirse, hem kendisine hem de Türkiye’ye yeni bir yol açabilir. Ancak AK Parti bu yolu denemek yerine, kapatılma travmasının da etkisiyle devletlu yolu tercih edecek gibi görünüyor. Hâlbuki AK Parti tam da bu noktada bir meşruiyet tartışması açabilseydi, demos ve krasi yeniden tanımlanarak yeni bir döneme kapı aralanabilirdi. AK Parti, Kürt sorununda siyaset yerine devlet ve Nabucco gibi stratejik hamleleri kullanmayı tercih etmiş gibi görünüyor. Belki de bunu tedricen yapmak, muhafazakârlığın tabiatına daha uygun olanıdır.