๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:34:48



Konu Başlığı: 1950 Kuşağının hikâyesi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:34:48
1950 Kuşağının hikâyesi
Celil CİVAN • 78. Sayı / DİĞER YAZILAR


1950 yılında yapılan seçimlerle tek parti rejimi, yerini Demokrat Parti iktidarına bıraktığında sadece yeni bir siyasi dönem başlamaz, bu siyasi değişimle birlikte kültürel ve toplumsal alanlarda da önemli dönüşümler gerçekleşir. DP iktidarının ilk dönemindeki liberal siyaset, demokratikleşme ve burjuvalaşma sürecini hızlandırır. Arapça ezanın kaldırılması, af gibi demokrasiye geçişi vurgulayan adımların yanında dış ticarette serbestleşme, özel sermayenin desteklenmesi de liberal düzeni işaret eder. DP ile birlikte gazeteler yaygınlaşmaya, okuryazarlık oranı gözle görülür bir artışa yol açtı. Bununla birlikte devletle iç içe yaşayan, elitist sanatçılarla yerini bağımsız, muhalif ve “bohem” bir sanatçılar kuşağı alır.

Jale Özata Dirlikyapan Kabuğunu Kıran Hikâye adlı çalışmasında bu iktisadi-kültürel değişimleri toplumsal bağlamları içinde ele alırken sanat dünyasındaki değişimi şöyle anlatır:

“1950-1960 yılları arasında hemen hemen bütün sanat dallarında, edebiyatta ve basın dünyasında bir ‘şahlanmanın’ yaşandığı gözlemlenebilir. 1950 öncesinde, Türkiye’yi ‘temsil edebilecek’ bir basının varlığından söz edilemez; zira o yıllarda Türkiye’deki gazetelerin toplam satışı 150 bin civarındadır (Özükan 229). Karayolları, köyleri kasabalara, kasabaları da kentlere bağlamaya başladıkça, kente giden köylü nüfus gazeteyi köye taşımaya başlar. (…) Bu yükselişle orantılı olarak sanat dünyasında da bir çeşitlenme ve zenginleşme göze çarpar. Sanatçılar, daha önce hiç olmadığı kadar Batılı kaynaklara yönelir ve orada yaşanan sanatsal yenilikleri uygulama çabasına girişirler. Bir yandan gelenekle mücadele edip geçmişi eleştirel bir gözle değerlendirirken, bir yandan da Batı’da etkili olan akım ve kuramların kapılarını açarlar. Sanatta ve edebiyatta ‘ulusallığın’ ölçütleri tartışılmaya başlanır.”

Değişim resimden mimariye, karikatürden sinemaya kadar bütün sanat dallarında etkisini gösterir. Resimde elitist ve tutucu akademik anlayışın karşısında soyut ve non-figüratif resme yönelik ilgi artarken, sinemada önceki kuşağa egemen olan Muhsin Ertuğrul ekolü yerini Türk sinemasının öncü yönetmenleri olan Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ gibi isimlere bırakır. Bu dönem sonradan “sinemacılar dönemi” olarak adlandırılacaktır. Zira sinemada tiyatrodan gelme yönetmen ve oyuncular değil, sinemadan yetişme yönetmenlerle oyuncular yer almaya başlar. Refiğ’in deyişiyle sinema “halka açılır.”

Değişimlerin yankıları edebiyatta da karşılığını bulur. Dönem “çok sesli ve çok yönlü” bir yapıya sahiptir. Mahmut Makal ve Fakir Baykurt gibi yazarlar “köy edebiyatı” yaparken Sait Faik, Orhan Kemal, Haldun Taner gibi yazarlar da hikâyeye hız kazandırır. Yaşar Kemal’in İnce Memed’inin ilk cildiyle Kemal Tahir’in Sağırdere’si 1955 yılında yayınlanır. Her iki roman da “köy edebiyatı” sınıfına girse de üslupları farklılıklar taşır. Orhan Kemal Bereketli Topraklar Üzerinde adlı köy romanını yayınlarken, yazarın “Küçük Adamın Romanı” isimli serisinde kullandığı dil ve anlatım “şehirli edebiyat”ın kimi eğilimlerini içinde barındırır. Bu dönemde hikâye önemli bir edebi tür olarak öne çıkar. Seçilmiş Hikâyeler, Dost, Yeni Ufuklar yazarların hikâyelerini yayınlamalarına imkân veren dergilerden bazılarıdır.

Hikâyecileri etkileyen bir diğer unsur da İkinci Yeni şiiridir. Dirlikyapan, kitabın birkaç yerinde İkinci Yeni şiiriyle hikâyecilerin yakınlığını özellikle belirtir. Yazarların, okuru metne odaklanmaya çağıran kapalı anlatımı, imgeli, çağrışımlı dili yanında konular da ortaklıklar taşır. Şehir hayatının yalnızlığı, umutsuzluk, bohemlik, toplumsal kurallarla geleneklere başkaldırı ve bireyselliğe vurgu her iki edebiyat dalında öne çıkar. Batılı fikirlerle yakınlaşma ve Sartre, Beckett gibi yazarların Türkçeye çevrilmesi sonucu gerçeküstücülük, simgecilik, dadaizm yanında varoluşçulukla da tanışan yazarlar, “toplumsal gerçekçi” edebiyatına karşı farklı konu ve üslup denemelerine girişirler. Eserler sadece dil ve biçim tartışmalarına yol açmaz, varoluşçu temalar da eleştiri oklarına hedef olur. Toplumsal gerçekçi yazarlar yeni hikâyecileri “bunalım edebiyatı” yapmakla suçlarken genç hikâyeciler toplumsal gerçekçi anlayışın yeterli olmadığını, yeni bir gerçekçilik peşinde olduklarını söyler.

Yirmili yaşlarında dergilerde hikâyelerini yayınlayan Orhan Duru, Ferit Edgü, Demir Özlü, Leylâ Erbil gibi yazarlar, Türkiye’nin 1950’lerde geçirdiği değişimin edebiyattaki karşılığıdır. Siyasi olarak solda dursalar da solcu yazarların savunduğu toplumsal gerçekçilikle hesaplaştıkları gibi gerçeküstücülük, varoluşçuluk, psikanaliz gibi Batılı fikirlerle de yakınlık kurarlar. Toplumsal ve kültürel değişmeler bu yazarların hikâyelerinde geniş yer bulur: Taşra ve taşradan şehre göç, şehirleşmenin getirdiği yabancılaşma, yalnızlık ve umutsuzluk, varoluşçuluk etkisiyle metinlerde görülen bunaltı ve sıkıntı. Dirlikyapan, kitabın son bölümünde eşsüremli bir yöntem kullanarak 1950 kuşağı yazarlarının eserlerinde görülen tematik ve biçimsel değişimleri ele alır. Her biri farklı üslup özelliklerine sahip olsalar da yazarların ele aldıkları temalar benzerdir: Anlamsızlık, hiçlik ve sıkıntı; kentin sokaklarında bunalımlı kişiler; saldırganlık ve öldürme isteği; suç ve suça yüklenen anlamdaki değişim; intihara yatkınlık; cinsellik; gerçeküstü ve absürde ilgi. Bireysellik, rüyalar ve dış gerçeğin yanılsamalı yapısı gibi özellikler yansımalarını temalarda da gösterir. Mesela suç ve intihar gibi temalar, varoluşçuluğun öne çıkardığı “özgür seçim”, “bireysel varoluş” gibi tartışmaların göstergeleridir. Şehirleşmenin getirdiği yalnızlık, yabancılaşma ve can sıkıntısı gibi modernist öğeler özellikle dikkat çeker.

Tematik değişim biçimsel unsurlara da yansır; hikâyeciler dile özellikle ilgi gösterir. Dolaysız anlatım ve bilinç akışı gibi yöntemler içsel dünyayı anlatmak için kullanılan dilsel unsurlardan bazılarıdır. Yarım veya devrik cümleler, kırpılmış kelimeler, imgesel ve kapalı anlatım, hikâyecilerin şiire yakın metinler yazmalarına sebep olmuştur. Bireyin içsel dünyasını anlatmak için klâsik hikâye dilinin yeterli olmadığını gören yazarlar rüya diline ve şiirsel dile odaklanmışlar, yer yer anlaşılmaz metinler yazsalar da bu üslup özellikleri, mevcut dilsel anlatımın sınırlarını zorlamış, yeni anlatım tekniklerinin gelişmesini sağlamıştır. Yazarların dilsel ifadeyi bozma çabasının ardında toplumsal, siyasi ve kültürel kalıplara yönelik eleştirel bir tavrın olduğu da inkâr edilemez.

Dirlikyapan, çalışmasında dönemin siyasi ve kültürel özelliklerine paralel olarak 1950 kuşağının hikâyesini anlatıyor. Yazarın sonuç kısmında dile getirdiği temenni önemli: Bu yazarlar ve eserleri üzerine yapılacak tekil çalışmalar sadece edebiyat eleştirisine değil, dönemin anlaşılmasına da büyük katkı sağlayacaktır.

*Dirlikyapan, J. Ö. (2010), Kabuğunu Kıran Hikâye –Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı–, İstanbul: Metis.