> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Aile Dergisi > Diğer Yazılar > Yoğun bakım
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yoğun bakım  (Okunma Sayısı 2745 defa)
24 Temmuz 2015, 18:40:14
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 24 Temmuz 2015, 18:40:14 »



YOĞUN BAKIM

Rümeysa OĞUZ

Sisli bir akşam kadar insanın hatıralarına dokunan başka bir şey mevcut değildir bence alemde. Hele de benim gibi yaşlı, yalnız ve üzgünseniz… Sislerin içinden yer yer görünen ışıklara, uzaklardan zar zor seçilen yüksek binaların siluetlerine bakar; kafanızın içinde bir yolculuğa çıkarsınız. Böyle anlarda geçmişle yüzleşmek yerine her şeyin başka türlü olduğunu hayal edersiniz çoğunlukla. Günler daha güzel, renkler daha net, insanlar daha insan… Pişmanlıklar hiç yaşanmamış, “keşke” kelimesi lügatinize hiç uğramamış, ömür defterinizin dürülmesine az bir zaman kalmamış gibi yapar; hayatla değil hayalle daha mutlu olduğunuzu anlarsınız.
Ne yazık ki ben dahil, evlat sahibi pek çok adam için bu böyledir! İdealini kurduğu bir hayatı evladına yaşatmak için didinirken; farkına bile varmadan hayatı “yoğun bakımda bir hasta” gibi yaşayan tüm babalar için evlat, dalından koparılmış bir sürgün demektir. Bu benim ve oğlumun hikayesi. Ellerini hiç bırakmam diye azmederken çoğu zaman ellerini tutacak fırsatı bulamayışımın, onu ne denli sevdiğimi anlatacak kelime bulamazken bunu, ona bir kez bile anlatmaya kalkmayışımın ve nihayetinde aslında yoğun bakıma yatırılmış bir hasta gibi bir ömrü tüketirken onun ömründen nasıl teğet geçtiğimin itirafnamesi…
Evlendiğimde yirmi yedi yaşındaydım. Okul, askerlik, iş hayatı derken anam “Hadi, oğlum çok geç kaldın; baban senin yaşındayken sen bizim kucağımızdaydın” demeye başladı. Sonunda huyu huyuma bir hanımla kurduk yuvamızı. O vakitler -ki şimdi de bu değişmedi- hayatta en büyük gayem güzel bir yuvada, saadetli ve Allah’ın razı olduğu bir hayat yaşamaktı. Üniversite yıllarımdan itibaren kopmadığım, gönül bağımı gün geçtikçe kuvvetlendirdiğim sohbet arkadaşlarımla en büyük idealimizdi bu: rızaya uygun bir hayat ve hayırlı evlatlar yetiştirmek. Eşimle altı ay nişanlı kaldıktan sonra evlendik. Bana sorsanız hala aynı şeyi söylerim: “Bir erkek için dünyadaki cennet, içinde huzurlu olduğu güzel bir yuvadır.” Her şey çok güzel gidiyordu. Evde olduğum vakitlerde namazlarımızı cemaatle kılar, akşamları seçtiğimiz bir kitaptan bölümler okur, sohbet ederdik. Evliliğimizin ikinci yılına geldiğimizde oğlumuz Salih’in de doğması ile bu mutluluğumuz ikiye katlandı. Bazı sabahlar işe gitme vaktimden çok önce uyanır; Rabbimin mucizesi oğlumu seyrederken onunla camiye gittiğimin, sohbetler ettiğimin, cemaatle namaz kıldığımın ve oğlum daha da büyüyünce birlikte köye gittiğimizin hayallerini kurar, mutlu olurdum. Fakat tüm bunları düşünürken “Dünya için rızık da gerekli” der çıkardım evden. Bir zaman sonra oğlum her geçen gün büyürken benim de işyerindeki sorumluluklarım büyümeye başladı. Bir gün sevinçle gelip eşime terfi ettiğimi söyledim. Her şey çok güzel gidiyordu. Üstelik maaşım da artmış, hayat şartlarım daha iyi bir hal almıştı. Uzun süren toplantılar beni yorsa da eve daha geç gitsem de bundan hiç şikayet etmedim. Hatta işim gereği çıktığım seyahatlerde hiç görmediğim şehirleri, ülkeleri görme fırsatımın doğmasından mutlu dahi oluyordum. Ben azimli, çalışkan ve dürüst bir insandım. Böyle bir insanın, hak ettiği mevkide olmasından daha doğal ne olabilir ki?
Yoruluyordum, evet ama daima “Gayret bizden, tevfik Allah’tan” diyor, sebat ediyordum. Bu arada güzeller güzeli evladımı da ihmal etmiyordum. Ya da o zamanlar öyle düşünüyordum... Oğlum büyüdükçe yaşına uygun olarak ona öğütler veriyor; namazını ihmal etmemesini, derslerine gayret etmesini, öğretmenini ve annesini üzmemesini daima söylüyordum. Hatta yorgun olmadığım akşamlarda onunla oyun oynuyor, şayet evdeysem yatarken hikaye okuyordum. Ama ben de insandım işte, yorgun argın eve gelince ayaklarımı uzatıp kumanda elimde çay keyfi yaparak kafamı dağıtmak istiyordum. Ben bu durumu gayet hakkım görsem de hanım birkaç kez “Keşke şu televizyon hiç olmasaydı” demişti fakat “O da olmasa kafamı nasıl dağıtacaktım?” diye cevap verince ben, üstelememişti.
Zaman bu, akıp geçerken insana “Müsait misin?” diye sormaz. Seni de takar kollarına ve yuvarlanıp gidersin akrep ile yelkovanın kucağında. Yıllar böyle akıp giderken ve ben toplantılar, seminerler, iş gezileri diye koştururken bir akşam hüzünlü bir şekilde hanım gelip oturdu yanıma. “Bey!” dedi, “Oğlan namazlarını hiç düzgün kılmıyor, bir iki kez yalan söylediğini de yakaladım. Herhalde arkadaşları da pek efendi çocuklar değil. Hadi küçük olsa kızayım, ceza vereyim diyeceğim ama üç ay sonra üniversiteden mezun olacak. Bu vurdumduymaz halleri beni çok üzüyor. Bir de sen konuşsan?” Hanıma “Tamam” derken içimden bir şeylerin kopup eksildiğini hissettim. Tüm gece gözüme uyku girmedi o gün. Nihayet sabah namazından sonra Salih’i uyandırıp “Hadi kalk, seninle baba oğul kahvaltıya gidelim” dedim.
Sabahın erken vaktinde neye uğradığını şaşıran oğlum bir yandan hazırlanırken öte yandan da endişeli bir şekilde gözlerime bakıp ne olduğunu anlamaya çalışır gibi benden medet umuyordu. Baba oğul bir kafenin terasına çıkıp oturduğumuzda dükkan bile yeni açılmış olduğundan çay henüz kaynamamıştı. Havadan sudan birkaç kelam ettikten sonra lafı çevirmenin bir faydası olmadığını anlayarak direkt konuya girmeye karar verdim. “Bak oğlum” dedim, “Namazlarını ihmal ettiğinin farkındayım. Oysa benim tüm gayem hayırlı ve mütedeyyin bir evlat yetiştirmek. İnsan idealleri için yaşar. Ve bizim ideallerimizi belirleyen öncelik Allah’ın rızasıdır. Bu durumda gevşek olman beni çok üzüyor.” Oğlum rahatladığını belli edercesine derin bir “Oh!” çekip “Aman, baba!” dedi. “Öyle korktum ki sabahın nurunda beni kaldırınca. Ben de önemli bir şey oldu zannettim. İşlerinde falan bir sorun var da annem duymasın diye evden çıkıyoruz diye bile düşündüm. Bu muydu derdin? Önemli değil, kılarız elbet...”
“Hayatında geçirdiğin en büyük kaza nedir?” diye sorsalar “Oğlumla o sabah yaptığım konuşmanın sonrasıdır” derim. Çünkü hayallerimde göklere sığdıramadığım evladımın, “Derdin namaz mıydı?” diye sorduğu an, sanki beynimi duvara vurmuşlar yahut beni raylara bağlayıp üzerime koca bir treni salmışlar da vücudumun her bir zerresi başka bir yere dağılmış gibi hissettim. Ellerim titrerken bir yandan da uzun bir uykudan uyanıyor yahut yıllarca yoğun bakımda yatmışım da iyileşip kalktığımda etrafın yabancısı gibi, olanları anlamaya çalışıyor gibiydim. “Oğlum!” dedim, “Ne demek önemli bir şey var zannettim? Namazdan daha mühim ne olabilir ki?” Oğlum terastan görünen yüksek binalara uzun uzun baktıktan sonra bana dönüp gayet sakin bir şekilde “Baba sen namaz kılıyor musun?” dedi. “Elbette” diye yanıt verdim, bunu sormasına içerlemiş ve biraz da hiddetlenmiş bir şekilde. “Öyleyse” dedi oğlum ve bana yaklaşıp bir gerçeği itiraf edecek gibi titreyen sesini kısarak “Neden bana ‘Namaz kıl’ demek yerine benimle kılmayı hiç denemedin? Yahut ‘Yalan söyleme’ demek yerine ‘Yalan söyleyecek kadar zor durumda kaldığın bir derdin mi var?’ diye gelip beni dinlemedin? Bence senin önceliklerin değişeli çok olmuş babam. İdeallerin hayallerini süslerken hayatın seni ele geçireli çok olmuş. Ben seni örnek alıyorum babacığım. Tıpkı arzu ettiğin gibi… Ve şimdi müsaade edersen okula gitmem lazım. Çünkü senin gibi başarılı bir adam olmam için okulu bitirmem şart!”
Bu bir babanın ve oğlunun hikayesi… Benim ve oğlumun hikayesi… Sisli akşamları çok severim ben. En az oğlumu sevdiğim kadar. Havanın yere çöküp gözün gözü görmediği akşamlarda gözümü kapatır, geçmişe dönerim. Bazen o terastaki masada “Haklısın babacığım, namaz çok mühim” der oğlum bana. Bazen daha da geriye gider, bir iş çıkışı küçük oğlumun ellerini tutarım. Onunla yatsıyı kılmaya Süleymaniye’ye gideriz. Bazen de oğlumla bir kitap karıştırır “şeytanın hileleri ve yalanın insana verdiği zararlar” üzerine sohbet ederiz bol bol. Sisli akşamları çok severim ben. Ve sisli akşamlarda geçmişe dönmüşsem işimi asla evladımın önüne geçirmem. Yıllık izinlerimi alır “köy”e gideriz ailece. Bunu hiç ertelemem. Ve her hayalimin sonunda oğluma şunları söylemeyi asla ihmal etmem: “Seni seviyorum oğlum, sana değer veriyor ve seni Rabbimin emaneti olarak görüyorum!”

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yoğun bakım
« Posted on: 29 Mart 2024, 11:15:46 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yoğun bakım rüya tabiri,Yoğun bakım mekke canlı, Yoğun bakım kabe canlı yayın, Yoğun bakım Üç boyutlu kuran oku Yoğun bakım kuran ı kerim, Yoğun bakım peygamber kıssaları,Yoğun bakım ilitam ders soruları, Yoğun bakımönlisans arapça,
Logged
27 Temmuz 2015, 20:18:52
Ceren

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26.620


« Yanıtla #1 : 27 Temmuz 2015, 20:18:52 »

Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Babaların çocuklarına ve eşlerine yoğun ilgi göstermesi bütün sorunları  halleder.Rabbim rızasını kazanmayı sağlar.Çocukların düşecekleri hatadan kurtarır,İslami çerçevede yaşamalarını sağlar.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes