๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 20 Mayıs 2012, 12:26:50



Konu Başlığı: Tarladan mutfağa
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 20 Mayıs 2012, 12:26:50
TARLADAN MUTFAĞA

Mart 2012 78.SAYI

Zil çalıyor. Kapıyı açıyorsunuz ve kargo görevlisinin büyük bir koli getirdiğini görüyorsunuz. Koliyi teslim alıp doğrudan mutfağa götürüyorsunuz ve heyecanla içindekileri incelemeye koyuluyorsunuz. Bir demet pazı, biraz ıspanak, küçücük elmalar, mis kokulu mandalinalar, pazarda asla göremeyeceğiniz kadar uzun saplarıyla kerevizler ve bir dilim balkabağı. “Pişirmeye hangisinden başlasam?” diye düşünüyorsunuz bir süre. Balkabağı bir tencerede tatlı olmaya koyuluyor. Mandalina soyulup ufaklığa ikram ediliyor. Elmayı kabuğuyla şöyle bir sudan geçirip ısırmaya başlıyorsunuz. İlaç, hormon, GDO kaygısından fersah fersah uzakta tadını çıkarıyorsunuz yemek yemenin.
Bu ürünleri size Aydın’ın Ocaklı Köyü’nden Pınar Hanım yolluyor. Köylülerle beraber ekip biçtikleri tarlalardan ne çıkarsa, ne kadar çıkarsa… Marketteki, pazardaki gibi her istediğinizi bulma, bulsanız bile istediğiniz kadar almanız mümkün değil. Havuç don yediyse “Kalmadı” yazıyor e-postanıza ulaşan haftalık listede. “Yumurta yeterse göndereceğim” diyor. Anlayacağınız eski usul üretiliyor Pınar Hanım’ın çiftliğinde her şey. Çok olsun diye ilaçlanmadan, çabuk büyüsün diye hormonlanmadan…

İstanbul’dan Kaçıp Köye Yerleşti

Şehirde yaşayan hemen herkesin dillendirdiği ama pek az kimsenin gerçekleştirmeye cesaret edebildiği bir hayalin peşinden gider Pınar Kaftancıoğlu. “Bu kadar trafik stresi yeter” deyip bir ev dolusu eşyayı kamyona yükleterek Ege’ye doğru yola çıktığında, şehirde GDO, antibiyotikli süt ve zirai ilaç kalıntılarıyla boğuşan diğer insanlar için yeni bir çıkış kapısı olacağını nereden bilebilirdi ki?

Kızı İpek sebzenin, meyvenin gerçeğini yesin diye Aydın’ın Nazilli ilçesinin Ocaklı köyüne yerleşir ve küçük bir çiftlik kurar. İstanbul’un o güne kadar kendisine dayattığı kaotik koşturmacayla taban tabana zıt bir yaşam tarzının içinde bulur kendini. İstediği de budur zaten. Her şeyin sadesi ve gerçeği girer mutfaklarına. Kendi elleriyle yetiştirdiği sebzeler, meyveler, özgür tavuklarının yumurtaları, ineklerinden sağılan süt ve halis muhlis ev yoğurdudur yedikleri. Bir zaman sonra mütevazı bahçelerinin kendilerine bir sürprizi olur: İhtiyaçlarından fazla mahsul!

Toprağın Sürprizi Köylü Kadınlara İş İmkanı Oldu

Çiftlikte ürettikleri yenmeyip ziyan olmaya başlayınca Pınar Hanım çareyi fazla ürünleri eşe dosta göndermekte bulur. Mahsullerin ünü kulaktan kulağa yayılır, talep artar. Bunun üzerine Pınar Hanım, atadan dededen kalma topraklara da el atar, onları yeniden ekilebilir hale getirir. Köylülerle beraber ilaçsız, hormonsuz, yerli tohumlardan ürettikleri ürünleri talep edenlere ücreti karşılığında kargoyla göndermeye başlar. Pınar Hanım’ın kızının adıyla anılan “İpek Hanım Çiftliği” kısa zamanda bir fenomen haline gelir. Öyle ki taklitleri bile çıkar piyasaya, şehrin göbeğinde aynı isimde “organik” şube açanlar olur. Ve son olarak taklit internet sitesi başını ağrıtır Pınar Hanım’ın. Kendisine ulaşmak isteyip de bu siteye para kaptıranların zararlarını kendi cebinden öder ve bir kez daha insanların hassasiyetlerinin “organik pazar” adı altında nasıl istismar edildiğine şahit olur. Tam da bu sebeple ürünlerine “organik sertifikası” almayı reddediyor Pınar Hanım. Ona göre, “Ege’nin köy ürünleri zaten yüzyıllardır organik!”

Organik sertifikası yok, alıştığımız manada bir ofisi, pazarlama elemanı, şubeleri yok. Müşterilerin e-posta adresine haftalık ürün listesi yolluyor ve müşteriler listeden istediklerini işaretleyip geri gönderiyorlar. Pınar Hanım da beraber çalıştığı hanımlarla beraber müşterilerin kolisini hazırlayıp kargoya veriyor. Ödeme konusunda ise şaşırtıcı bir yaklaşımı var. Kargonuzu alın, içindekileri kontrol edin, tadına bakın. Müsait bir vaktinizde ücretini yollarsınız, diyor. Doğrusu Pınar Hanım’ın müşterileriyle arasındaki bu güven ilişkisini nasıl tesis ettiğini merak etmemek elde değil. Kendisi bunu ticari kaygısı olmamasına ve müşterilerinin sektörde olan bitenin farkında, bilinçli, fikir sahibi kimseler olmasına bağlıyor. “Ben iyi mal üreteyim, alıcısı mutlaka bulunur’ dedim. Bulundu da…” diye özetliyor durumu.

Pınar Hanım ürünlerine organik sertifikası almasa da “Her türlü teste açığım” diyerek müşterilerine “hilesiz gıda” yollamak konusunda teminat veriyor. Bugüne kadar tattığınız en güzel patates, maydanoz değil koliden çıkan; pazardakilerden farkı tohumu, gübresi, üretim şekli. Bu haliyle, İpek Hanım Çiftliği’nden gelen kargo memleketteki bir akrabanızın elinden çıkmış gibi sıcak, samimi.

Hatice ÇALIŞ