๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 03 Ekim 2011, 16:57:50



Konu Başlığı: Şiddetin reytingi yükseliyor
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 03 Ekim 2011, 16:57:50
ŞİDDETİN REYTİNGİ YÜKSELİYOR

Ağustos 2009 47.SAYI

Medya’nın insan hayatı üzerinde etkin ve yaygın bir yer kazanması modern zamanlara rastlar. Özellikle iletişim ve telekominikasyon alanlarında son 20-30 yıldır kaydedilen teknolojik gelişmeler bu süreçte oldukça etkili olmuştur. Teknoloji ve hızla birleşip, insan hayatı üzerinde etkilerini derinleştiren ve yaygınlaştıran kitle iletişim araçları birçok olumsuzluğa da sebebiyet vermektedir. Bunların başında da toplum değerlerine aykırı düşen programları, kurgusal ya da gerçek şiddet haber ve görüntülerini, pervasızca servis etmesi geliyor.
Yazılı ve görsel medya, kamu yararı gözeterek yayın yapması gereken kitle iletişim araçlarıdır. Yayınlarını bu temel amacı gözeterek genel bir değerler ve prensipler süzgecinden geçirerek bizlere ulaştırmaları beklenir ve gerekir. Teori böyle emretmesine rağmen, maalesef pratik hiç de öyle değildir. Yüksek reyting oranlarına ulaşmak için olmazsa olmaz malzeme kabul edilen sansasyonel, skandal, şiddet içeriği yüksek haber, program ya da filmler; günlük hayatımızın ayrılmaz parçaları haline gelmiş durumda. Ülkemizde gazete tirajları düşük olsa da, televizyonun en temel eğlence ve dinlence aracı konumunda olması, özellikle çocuk ve gençlerimizin bu tarz yayınların olumsuz etkilerine ne denli açık olduklarının göstergesidir.

UYUTULUYOR MUYUZ?

Medya aracılığıyla, bir nevi toplum mühendisliği yapılıyor. “Halk bunu istiyor” deyip, ambalajı süslü, içeriği bomboş programlar dayatılıyor seyirciye. Televizyon kanallarında sabahtan akşama kadar, birbirinin kopyası, çalgılı türkülü, kavgalı gürültülü, yemek tarifleriyle bezenmiş programlar dönüyor. Gerçekten beğeni ve ilgiyle takip ediliyor mu bu programlar? Yoksa amaç, toplumun ilgi ve dikkatini gerçek mesele ve gündemlerden ayırmak mı? “Canbaz’a bak” denip arka planda neler örtbas ediliyor ya da neler götürülüyor, doğrusu kuşku duymamak mümkün değil. En hafifi, toplumu kavga, gürültü ve patırtılarla uyutup, böylelikle sağlıklı düşünme ve davranmasının önüne geçiliyor da olabilir; kim bilir?

TEHLİKE BÜYÜK

Süreklilik arzeden birşeyin etki ve sonuçları da kalıcı olur. Özellikle haber programlarında gerçek hayattan karelere, film ve dizilerde ise kurgusal şiddet görüntülerine sansürsüz bir şekilde maruz kalan izleyicileri, iki tehlike beklemektedir: Şiddet görüntülerinin normalleşmesi, kanıksanması ve şiddet içeren davranış ve tutumların benimsenmesi. Özellikle çocuk ve gençlerimizin bu tehlikelere yakalanmalarının yetişkinlere göre kat be kat yüksek olduğu aşikar. Bunun böyle olması çok doğal çünkü, yetişme çağındaki kişilerin kendilerine rol-model seçtikleri hepimizin malumudur. Eskiden baba, dede ya da milli ve tarihi kahraman ve seçkin insanlar örnek ve model olarak alınırken; günümüzde, medyanın dayattıkları genel kabul görüyor. Televizyon önünde büyüyen çocuklarımız ve gençlerimizin, kendilerine ve topluma nasıl baktıkları ve hangi bakış açısıyla yetiştikleri, önemli bir sorun bugün.

ŞİDDETİ BENİMSEDİK

Medyada şiddet görüntülerine sürekli muhatap olmanın diğer olumsuz getirisi, gerçek hayatta şiddete kayıtsız kalınması ve şiddet uygulamanın normalleşmesidir. Gazetelerin 3.sayfa haberleri ve ilgili televizyon programları eliyle, bireysel ve toplumsal şiddet, artık kabul edilebilir bir konuma gelmiştir zihinlerde. Savaşların naklen yayınlanıp izlendiği, cinayet ve vahşet haberlerinin bütün detaylarıyla medyada yer bulduğu bir çağda, insanların hayat algısı tüm bunları da içerecek şekilde oluşmaktadır. Cinayet, vahşet ve şiddet artık vaka-i adiye olarak algılanır hale gelmiştir. Aslında günümüzde, fert ve toplumların çıkarlarını koruma ve gözetmede bu denli yüksek oranda şiddet yöntemlerine başvurmasında, medyanın etkisi incelenmeye değer. Gerçek şu ki; insanlar, gördüklerinden etkilenip güdüleniyor ve o doğrultuda hareket etmeye eğilimli oluyor. Agresif davranışlar körükleniyor.

Tahammülsüzlük artıyor. Bu kadar çok şiddet görüntüsüne maruz kalan toplum, başkalarının acılarına karşı duyarsızlaşıyor. Suçlular ifadelerinde sıklıkla, falan filmin kahramanını örnek aldıklarını ya da şu veya bu sahne ve görüntünün  kendilerine esin kaynağı olduğunu belirtiyor. Tüm göstergelere rağmen medya şiddeti sergilemede hala alabildiğince pervasız ve bu konuda engel tanımıyor.

AJİTASYON MARİFET SANILIYOR

Mesela, duyup gördüğümüzde içimizi burkacak bir olaydan haberdar edilmek, haber alma özgürlüğümüzün sınırları içinde yer buluyor. Haberi olduğu gibi vermekle kalınmıyor bir de olay, öncesi ve sonrasıyla hikayeleştirilip senaryolaştırılarak gündemlerimizin merkezine oturtuluyor. Bilinmesinin kimseye bir yarar sağlamayacağı detayların aktarılması ile haberler ajite ediliyor. Hayatını feci bir şekilde kaybetmiş bir kişinin en son çekilmiş video görüntüleri, annesiyle son konuşması ya da çantasından orta yere dökülenler işlenip gösterimi tekrar be tekrar servis ediliyor.”Ateş düştüğü yeri yakar” gerçeği adeta tersyüz edilip, heryer ve herkes ateşin içine çekiliyor. Kurbanlarının bile unutmak istedikleri vakalar hafızalara nakşedilirken, toplumsal psikoloji onulmaz yaralar alıyor. 

ABARTILI SAĞLIK HABERLERİ HUZURSUZ EDİYOR

Son zamanlarda çok yaygınlaşan ve yüksek reyting alan(!) sağlık haberlerinin de insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkileri tartışılmaz. Üzerinde yattığımız yataktan, yediklerimize içtiklerimize, kullandığımız parfüme kadar pek çok ürünün kansere sebep olabileceğine dair yapılan haber ve programlar, insanların sürekli tetikte durmasına ve korku içinde yaşamasına sebep oluyor. Her durumdan malzeme çıkarılıyor. “Yaşın 40 olduysa şu şu şu hastalıklara açıksınız. 35 yaşında botoks yaptırırsan yüzünüz daha uzun süre genç kalır. Havuza girmeyin mikrop kaparsınız. Güneşe çıkmayın kanser olursunuz” gibi haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Artık neredeyse, yüzünde sivilce çıkan soluğu hastanede alacak, durum bu denli nazik ve vahim. Doğru haber ve haberciliği bunların dışında tutarsak, sağlık alanında insanlara pompalanan korkunun sağlık sektöründe bir kesimin çok işine yaradığını söyleyebiliriz. İnsan tüm bunların bazı güç odakları ve merkezlerin halkla ilişkiler çalışması olduğunu düşünmekten kendini alamıyor.

DENETİM ŞART

Toplumun ruh ve zihin sağlığını öne almayan, temel insan haklarına dayanmayan, ilke ve değerlere yaslanmayan yayıncılık anlayışlarına son verilmelidir. Burada görev herkesten önce yayıncı kuruluşlara düşer. Fakat gelin görün ki; sorumlu yayıncılık yapan nadir kanalların dışında, daha çok kişi tarafından seyredilme (reyting) ve dolayısıyla para kazanma hırsı, toplumsal sorumlulukların önüne geçiyor. Toplumun ruh sağlığını olumsuz yönde etkileme ve toplumsal değerlere aykırı düşme pahasına, sorumlu yayıncılık ilkeleri hiçe sayılıyor. Özdenetimini sağlayamayan kuruluşların, başkaları tarafından denetlemesi ve kontrol edilmesi de kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu noktada, düzenleyici ve denetleyici kamu kurumları, yüksek bir sorumluluk bilinci ve hassasiyetiyle, ödünsüz çalışmalıdır. Toplumumuzun geleceği ve sağlıklı nesillerin yetişmesi için bu şart. Eğitimcilerin ve ailelerin yönlendirmeleri de çok önemli burada. Ebeveynin çocuklarını medyanın şiddet içerikli yayınlarından korumaları, izlenmelerine aile içinde limit koymaları gerekiyor. Unutmamalı ki; erdemin en etkin paylaşıldığı ve benimsendiği zemin aile ortamlarıdır.

Özlem ŞAHİN EKİNCİ