๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2015, 18:50:44



Konu Başlığı: Osmanlı Türkçesi nedir ne değildir ?
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2015, 18:50:44
OSMANLI TÜRKÇESİ NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Zehra KORKMAZ

Mart 2015 114.SAYI


Öğrencilerime Osmanlı Türkçesi dersinden, Osmanlı Türkçesi öğrenmekten bahsettiğimde verdikleri tepki şu olmuştur: “Hocam, biz daha Türkçeyi tam tekmil bilmiyoruz; Osmanlıcayı nasıl öğreneceğiz?” Toplumdaki Osmanlı Türkçesi algısı da tam olarak budur. Osmanlıca öğrenmek ya da Osmanlıca kursuna gitmek denildiğinde anladıkları Arapça ya da İngilizce gibi bir dil öğrenmektir. Oysa günlük konuşma dilinde Osmanlıca olarak tabir ettiğimiz Osmanlı Türkçesi; Türkiye Türkçesinin 15. asrın sonlarından 20. asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Bu dönemde kullanılmış olan yazı dili Türkçemizden ayrı bir dil olmadığı için “Osmanlıca” tabiri yaygın ama yanlış bir tabirdir. Türkler başlangıçtan bugüne kadar geniş ölçüde Orhun Alfabesi, Uygur Alfabesi, Arap Alfabesi ve Latin Alfabesi kullanmışlardır. Osmanlı Türkçesi de Türkçenin Arap Alfabesi’yle yazılmış halidir.
Bugün tarihi bir şehrimizdeki bir muvakkithanenin kitabesinde, mezar taşlarımızda, bir han ya da çeşmenin kitabesinde hatta eski konaklarda taşlara kazılmış harflerdir. Taşlara kazınmış kültürümüz, dilimiz, hayatımızdır. Fermanlarda, tapu senetlerinde, yazma eserlerde, tarihi belgelerde okuduğumuz ya da okuyamadığımız tarihimizdir. Fuzuli’de, Baki’de, Nedim’de, Ahmedi’de, Necati’de okuduğumuz ya da okuyamadığımız şiirlerimizdir. Ömer Seyfettin’de okuduğumuz ya da okuyamadığımız hikayelerimizdir.
Ömer Seyfettin deyince “Diyet” hikayesini bilmeyenimiz yoktur. Hani bir iftira sonucu bir demir ustasının kolu kesilecektir de askerin araya girmesiyle bir zengin, demircinin diyetini öder. Demirci de o zengin adamın yanında çalışmaya başlar. Ne kadar çalışırsa çalışsın zengin adam her defasında “Kolunun diyetini ben ödedim” der.
Boğaz tokluğuna çalışma, yorgunluk, uykusuzluk, ağır iş; hiçbir şey yapamaz da demirciye, bu laf dokunur. Demircimiz bu lafın altında ezilir, ezilir ve bir gün et doğradığı tahtanın üstüne kolunu koyar ve kestiği kolunu zengin adamın önüne fırlatıverir. “Al, işte diyetini ödediğin kol!”
Bu hikayeyi Latin Alfabesi’nden pek çok kez okumuşumdur lakin hiçbir okumam hikayeyi Osmanlı Türkçesinden çözmeye çalışırken ki kadar tesirli olmamıştır. “Ey, iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın…” (Bakara, 264) ayetini, hikayeyi o harflerden yani eskilerin deyimiyle Kur’an harflerinden okurken daha bir iliklerime kadar hissetmişimdir. O harfler ve o yazılar, okuduğumuz ya da okuyamadığımız hikayelerimizdir.

KUR’AN HARFLERİNDEN OKUMAK

Büyüklerimiz ne yazdığını bilmeden Arap harfli bir yazıyı yerde görseler yerden alıp, öpüp yukarıda bir yere kaldırırlar “Kur’an harfi yerde kalmasın” diye. Yazılanlar belki doğru belki yanlıştır ama hürmet ve niyet doğrudur ve inşAllah yerini bulur.
Bir hikaye, bir roman, bir sohbet kitabı okumak güzeldir lakin o harflerden okumak ayrı güzeldir.
İstiklal Marşı’mızı Mehmet Akif’i ve istiklali hissederek okumak güzeldir lakin Mehmet Akif’in kaleminden çıkan harflerle okumak ayrı güzeldir. Şehadeti Kur’an harfleriyle okumak ayrı bir histir.
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir o benim milletimindir ancak!..”
“O ezanlar ki şehadetleri dinin temeli” dizesini Kur’an harfleriyle okumak ayrı bir güzeldir.
Osmanlı Türkçesi, o destanımızda okusak da belki anlayamadığımız “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal!” dizesidir.

BİR RABİA (K.S) VAR İDİ

Bu hikaye Menakıb-ı Veliyyat-ı Nisa (Kadın Evliyaların Menkıbeleri) isimli kitaptandır: “Hz. Rabia bir defa uyur idi. Bir harami eve girdi. Bir şey bulamadı. Bir çanak gördi. Bari şunu alayım deyu çanağı alur. Lakin çıkmağa yol bulamaz. Çanağı bırakır kapu açılır yine alur kapu bulamaz. Akıbet harami aciz kalur. Bir avaz işidür: ‘Ya sarik (hırsız)! Hiç zahmet çekme. Rabia bunca senedir bize teslim oldı. Rabia bizim dostlarımızdandır. Bir devletli uyursa dostı uyanıkdır. Ya Hırsız! Var git işine yohsa gazab-ı ilahiye uğrarsın.’
Uğru (hırsız) bu avazı işidir ittügi işe pişman olup tevfik-i ilahiye irişüb velilerden olur. Cenab-ı Mevla dahi bizlere tevbe-i Nasuh ve tevfik irişdürsün.” (Amin)
Bu metni Osmanlı Türkçesinden okuduğumuzda metnin daha fazla üstünde durmuş oluyoruz. Bu arada Arapçada hırsız kelimesinin bir manasının da “sarik” olduğunu öğreniyoruz. Menkıbemizin ilk başında da hırsız kelimesi haram yiyen manasında “harami” olarak geçmişti. Daha sonra da kelime “uğru” olarak geçmekte. “Uğru” kelimesi de Eski Türkçe bir kelimedir. Böylece bir metinde aynı kavramı üç farklı kelimeyle okumaktayız. Bu durum hem bir metni okuyup geçivermemize engel olmakta hem de kelime hazinemizi zenginleştirmektedir.
Bu beyit de aynı kitapta geçmektedir zira eserde hikayeler birbirlerine beyitlerle bağlanmaktadır.
“Aşkı asan sanma ey, dil aşığa burhan gerek
İbtida aşka kadem bastıkda terk-i can gerek”
“Asan” kelimesi kolay anlamı taşır. “Burhan” kelimesi kanıt, delil anlamına gelir ve Arapça bir kelimedir. “İbtida” başlangıç demektir. “Kadem” yine Arapça bir kelimedir ve ayak, adım manalarına gelir.
Beyit bize der ki “Aşkı kolay sanma, aşığa işaret gerekir; o işaret de aşka ayak bastığın anda ya da aşka adım attığın anda canı terk etmektir”
Şu beyit de aynı eserdendir:
“Bi-nihayettir bu menzil ey refik
Ruz u şeb kimin gerek oldur tarik”
Yol arkadaşına bu menzil nihayetsizdir, demektedir.
  
Bu beyitte de yola girmenin en baş edebini anlatmaktadır:
“Say idüb yolunda sadık ola gör
Hab-ı gafletden uyanık ola gör”
Bir yola girdin ise yolunda çalışarak yoluna sadık ol
Gaflet uykusundan uyanık ol
Aynı eserdeki bir başka hikaye de şöyledir:
“Bir gün bir zat dir ki: ‘Ya, Rabia Hakk’ı sevüb şeytanı düşman tutar mısın?’
Hz. Rabia aydır (der): ‘Hakk’ı severim velakin şeytanı düşman tutmam. Zira mehabbet-i ilahi gönlüme dolmışdır. Şeytanın düşmanlığına yer yokdur.”
Eserle ilgili yazımızı eserin başındaki dua niteliğindeki beyitle nihayete erdirelim:
“Okıyanı dinleyeni yazanı Rahmetinle yarlığa sen ya Gani!” (Amin)

NEDEN OSMANLI TÜRKÇESİ?

Nihat Sami Banarlı “Türkçenin Sırları” isimli eserinde dilleri, kabile dilleri ve imparatorluk dilleri olarak tasnif eder ve her dilin imparatorluk dili olamayacağını ifade eder. Fethettiğimiz topraklar nasıl ki vatanımız olmuştur, fethettiğimiz kelimeler de Türkçenin kelimesi olmuştur, der.
Osmanlı Türkçesi; Arapça, Farsça kelimelerin de kullanıldığı bir Türkçedir. Bir milletin değil bir medeniyetin yazısıdır. Osmanlı Türkçesi bilmek; ders kelimesinin, kitap kelimesinin asıllarını bilmektir. “Ketebe” yani “yazdı” kelimesinden kitap kelimesine, katip kelimesine, mektup kelimesine, mektep kelimesine, kütüphane kelimesine varabilmektir. “Ders” kelimesinden müderris kelimesine varabilmektir. “Abıhayat” kelimesinin anlamını bilip abıhayat bir medeniyetin sırrına vakıf olabilmektir.


Konu Başlığı: Ynt: Osmanlı Türkçesi nedir ne değildir ?
Gönderen: Ceren üzerinde 24 Temmuz 2015, 21:00:20
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Osmanlı Türkçe ne Arapça ne de kuran harfleridir.Osmanlı Türkçesi Türkçenin Arapça harfler ile yazılmasıdır.Ama okunuşu ve söyleyişi Osmanlı Türkçesidir .


Konu Başlığı: Ynt: Osmanlı Türkçesi nedir ne değildir ?
Gönderen: Damla üzerinde 24 Temmuz 2015, 23:31:20
esselamu aleykum.Türkçeyi osmanlıca okuma eminim daha güzeldir.Bunun anlamını bildikten,vurguları yaptıktan sonra nasıl güzel olmasın.Arapçada aynı şekildedir belki.Yani okunuşu bakımından.Yine de Türkçe de -anlamlı olduğundan da biraz-ayrı güzel.


Konu Başlığı: Ynt: Osmanlı Türkçesi nedir ne değildir ?
Gönderen: Pelinay üzerinde 26 Temmuz 2015, 16:44:32
Ve aleykumusselam ve rahmetuullah.vayyy..cok guzel bir yaziydi,anlatim da muhtesem..Allah razi olsun guzel paylasimin icin Ayse abla..