๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 01 Ekim 2011, 15:14:50



Konu Başlığı: Gençliğinize ait neleri özlüyorsunuz
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 01 Ekim 2011, 15:14:50
GENÇLİĞİNİZE AİT NELERİ ÖZLÜYORSUNUZ?

Eylül 2009 48.SAYI

Gençlik sağlığıyla, hareketliliğiyle, doludizgin yaşanan duygularıyla hep izler bırakır hayat albümümüzde. Geriye dönüp baktığımızda o albümün sararmış sayfalarında kimi zaman yitirilmiş dostlukları görürüz, kimi zaman yaşanmış harikulade anları, bazen de hiç yaşanmamış olmasını istediğimiz sahneleri hatırlarız. Hafızalarımız o denli merhametlidir ki acılarla karışmış olan o gençlik yıllarının sıkıntılarını siler atar da her şeye rağmen özleriz, isteriz tekrar genç olmayı. Gençlik başkadır vesselam. Bunun için gençliği geride bırakanlara soralım istedik: “Gençliğinize ait neleri özlüyorsunuz?” diye. Aldığımız cevaplardan biz kendi adımıza birçok hisse çıkardık. Darısı başınıza diyerek beğenilerinize sunuyoruz.

BARBAROS ÇAĞLAYAN, 66: GENÇLİK ALP DAĞLARINA, YAŞLILIK HİMALAYALARA BENZER…

Gençliğime ait özlediklerimden ilk sayabileceklerim eski sağlığım, eski kazancım ve sosyal yaşantım. Kazancım diyorum çünkü gelirim daha iyiyken insanlara faydalı olabiliyordum. Bunun hazzı hiçbir şeye benzemez. Benim hayatımda çok fazla “keşke” yok. Prensiplerimden hiç vazgeçmedim.
Yaşlılık öyle bir devre ki, ileriye dönük proje yapmanız zor. Ütopyadan ibarettir. Birikimleri uygulama alanı azalır. Gençken uzun vadeli plan yapmanız daha kolay, hayallerinizi geniş tutabilirsiniz.

Gençlik Alp dağlarına, yaşlılık Himalayalara benzer. Yaş ilerledikçe sivrilikleriniz törpülenir. Daha hoş görülü olmaya başlarsınız. Şu anda ben 20 sene önce beni çok sinirlendiren bir konuya kızmıyorum. Daha farklı yaklaşıyorum. Gençlik yılları daha tepkisel, daha heyecan yüklü. Diyebilirim ki umut bitince tolerans da bitiyor.

SEVİM ATUK: EN BASİT ŞEYLERDEN MUTLU OLURDUK…

Çocukluğum İstanbul’un tarihi semtlerinden olan Fatih’te geçti. Evimiz iki katlı, ahşap bir Rum eviydi. Geniş sofaları, büyük bir mutfağı olan küçük bir ev. Bahçesi ikinci kattaydı. Altı mahzendi. Yaz, kış buz gibiydi. Su küplerimizi, yiyeceklerimizi koyardık. Bahçesi çok güzeldi. Yola bakan tarafında tahta oymalı, süslü duvarları vardı. İncir, erik, kızılcık ağaçlarıyla çok şirindi. Kuyusu, kuyudan mutfağa giden tulumbası vardı. Buz gibi şıkır şıkır sular akardı. Çocuk sevinciyle temizliğimizi yapar, gülüşür, şenlenirdik. O günlerdeki çocukların oyunları, düşleri bugünden çok ama çok farklıydı.  Yıl 1955- 60.
En basit şeylerden mutlu olurduk. Bugün için belki komik gelen şeylerdi. Ailem mütevazı, orta halli, dindar insanlardı. Babam alın teriyle çalışan küçük esnaftı. Bizlere helal, temiz lokma yedirmeye dikkat ederdi.  İlk-orta-lise yıllarım orada, sonra da Süleymaniye’de geçti. Bugün 60 yaşına yaklaşmış bir kadınım. O günleri çok özlüyorum. Sevgileri, düşleri, acı ve sıkıntılarıyla…

MEDİHA ÖZKAN, 71: ANNE BABAMIZA ÇOK EDEPLİ VE SAYGILI İDİK

Gençliğimiz en unutulmaz anlardı. Arkadaşlarımızla birlikte parka giderdik. Akraba ziyaretlerimiz vardı. Biz Çorum’da oturuyorduk. Oralarda bağlara gidiyorduk ama şimdi oraları ev, köşk ve villa yapmışlar. Biz anne babamıza çok edepli ve saygılı idik. Evde dış kapımızın arkasında uzun kollu hırkalarımız vardı. Evde kısa kollu ile dursak bile babamız geldiğinde hemen o kıyafetlerimizi giyer, o şekilde karşılardık. Babamız bizi hiç dövmemesine rağmen biz korkar, sayar, severdik. Günün belli zamanlarında yemek saatlerimiz vardı. Hep birlikte oturup yemek yer ve muhabbet ederdik.

ABDULLAH HULUSİ ÖZKAN, 73: YETİNMEYİ BİLMESEYDİM “KEŞKE”LERİM ÇOK OLURDU

14 yaşından beri gurbetteydim, yatılı okul okudum ve sonra işimiz için koşturduk ekmek parası diye. Küçük yaşımda annem vefat etmişti. Sonra zaten ömrüm gurbette geçti. Demiryolunda çalışıyordum ve demiryolunun kampları oluyordu. İskenderun’da ve Asus’ta. Oraları geziyorduk. Elektrik falan da yoktu önceleri.  Gaz lambalarımız vardı, sonra da lüks lambalarımızla aydınlanıyorduk. Hayata baktığımda ‘Keşke şunu yapsaydım’ dediğim hiçbir şey yok. Allah(cc) hayatımızda her istediğimizi karşımıza çıkardı. Bunu da inancıma bağlıyorum. Çünkü açgözlü, hırslı ve yetinmesini bilmeyen  biri olsaydım hayatımda “keşke”ler çok olurdu…

ŞÜKRÜYE ERDOĞAN, 60: BİZİ KOPUK DURUMA GETİREN MANEVİYATSIZLIK…

Geçmişe dönüp baktığımda gençliğime ait çok şeyi özlüyorum. En başta aile kavramı geliyor. Ailede büyüklük küçüklük mefhumu vardı. Baba, anne, varsa abla, abi… ailede bir sıra vardı. Mesela herhangi bir vakit sofraya oturduğumuzda bu sırayla otururduk. Yemeğe babamızın sesli olarak çektiği besmele ile başlardık. Sofrada fuzuli konuşulmazdı. Edepli yemek yenirdi. Yemekten sonra “Eline sağlık, çok güzel olmuş” denirdi. Allah’a şükredilirdi, mutlaka sofra duası okunurdu. Öyle kalkılırdı. Sofra adabını çok çok özlüyorum.
Evde ne bir tartışma ne bir kavga vardı. Annemle babam birbirlerine çok naziktiler. Hitap şekli olsun, her konuda istişare etmeleri olsun... Birine bir şey alınacaksa annemiz babamız oturur birlikte karar verirlerdi. Azla yetinirdik. Annem çok kanaatkardı. Etrafımızda yoksul olan akrabalara, konu komşuya elimizde olan az veya çok ne varsa paylaşırdık. Asla dedikodu olmazdı. Özellikle babam izin vermezdi. Kırk yılda bir yapılacak olsa hemen uyarırdı bizi: “Lütfen, lütfen günaha giriyorsunuz…” Evde hayır, bereket vardı. Babam bir devlet memuruydu. Ömrümüz lojmanlarda geçti. Komşuluk üst seviyedeydi. Her yapılan yemek dağıtılırdı. Öyle ki artık tabaklar birbirine karışırdı. Şimdilerde ise bizi bu kadar kopuk duruma getiren maneviyatsızlık diye düşünüyorum. Yine de Rabbim bize büyüklerin kapısını nasip etti de bilinçlendik.

FASİH AKATAK, 51: İNSANLARDAN KENDİMİZİ SOYUTLAYAMAZDIK.

Gençlik dönemimde  hafta sonları eğlencelerimiz olurdu. Cumartesi gününden haber salınırdı ve akraba olsun olmasın fark etmez tüm mahalleli bir şeyler hazırlar ve ertesi gün mahallenin tek kamyonuna biner piknik yapmaya giderirdik. İnsanlardan kendimizi soyutlamaz ve eğlenceli zamanlar geçirdik. Ayrıca 8 kardeş oluğumuzdan  tek çalışan ile maddi imkanımız o kadar sınırlıydı ki annem bize sabahları 10 adet zeytin verirdi. Böyle dağıtması günde 1 kilo zeytinin bitmesi demekti. Bir de  henüz ısınma aracı olarak soba yoktu ve Mardin’ in soğuk olmasından dolayı, kürsü denilen ısınma aracı kullanılırdı. Kürsü dediğimiz eni ve boyu 1 metre, yüksekliği ise yarım metre olan tabure gibiydi. İç kısmına kor ateşi koyar, üzerine de büyük yorgan koyardık ve yorganın içinde oturur öyle ısınırdık. Bu bahane ile evdeki tüm herkesle birlikte  oturur muhabbet ederdik.

Nurbahar AYDIN


Konu Başlığı: Ynt: Gençliğinize ait neleri özlüyorsunuz
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 01 Ekim 2011, 17:08:09
Herkesin geçmişe dair farklı özlemleri var. En büyük özlem de okuduğum ve dinlediğim kadarıyla sosyal ilişkiler ve aile içi ilişkiler. Günümüzde komşunun komşudan hatta aile bireylerinin bibirinden haberi yok. İnsanlardan kaçıyoruz. Aslında farkında değiliz biz kendimizden kaçıyoruz...
Rabbim razı olsun paylaşım için.