> Forum > ๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ > Aöf İlahiyat Programı > İlahiyat 2.sınıf > Ders Özetleri ve Notları > Türk Dili
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Türk Dili  (Okunma Sayısı 12330 defa)
18 Eylül 2009, 22:28:19
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 18 Eylül 2009, 22:28:19 »




TÜRK DİLİ


Atatürk'ün Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını istemesinin en önemli nedeni Dilin, bir toplumda düşünce birliğini yarattığını ve o toplumun ulusal benliğini kazanmasında en etkili araç olduğunu bilmesidir.

Yazı dilinin Kalıcı olması özelliği toplumun kültürel birikimlerini kuşaktan kuşağa taşımasına yol açmıştır.

Lehçe ya da ağız denilen dil birliklerinin oluşması dilin şu temel özelliğiyle açıklanabilir: Dilin gelişen ve değişen canlı bir varlık olmasıyla

Genel dilin toplumsal çevreye, yaşa ve kültür düzeyine, mesleklere bağlı olarak kullanılması özel dillerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Konuşma dili kişiden kişiye farklılıklar gösterir, sese dayanan bir eylemdir, El yüz hareketleri konuşmaya doğallık katar, dilin gelişimine temel oluşturur.

Yazılı iletişim araçlarında bulunması gereken biçimsel özellikler: Yalınlık, Dengelik, Akla uygunluk, Birörneklik

Araştırma raporlarındaki şekil çeşitleri: Çizgi grafiği, Harita, Örgüt şeması, Sütun grafiği

Araştırma raporlarının giriş bölümünde Problem, Sınırlılıklar, Amaç, Önem yer alır.

Bilim dili ile argo arasında, özel dil olmaları bakımından bir benzerlik vardır.
Bireylerin toplumla olan bağlarını güçlendiren öğelerden biri de anadilidir.
Konuşma organları, anadilin ses özelliklerini yansıtacak biçimde gelişir.
Lehçe ve ağız, bir dilin değişikliğe uğramış türleridir.

Yazılı anlatımın özellikleri: Yazım kurallarına uyma gerekliliği, Yazılı anlatımın kalıcı olması, Bilimin ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir rol oynaması, Her dilin genel yazma kurallarının olması

Yaratıcı yazmanın gerçekleştiği alanlar: Şiir, Roman, Öykü, Destan

Bir duygunun ya da düşüncenin, zihinde tasarlanan bir konunun sözle ya da yazıyla bildirilmesine Anlatım denir.

Anadilin özellikleri: Bireylerin toplumla en güçlü bağlarını oluşturur, Bilinçaltına inen "düşünme dili"dir, Her ulusun dili o ulusa ait kişilerin ana dilidir, Anadil ulusal niteliktedir.

Uzun çizgi, karşılıklı konuşmalarda kullanılır.

Bir çizelgede bulunan öğeler: Çizelge dipnotları, İçerik, Çerçeve, Numara ve başlık

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Türk Dili
« Posted on: 23 Nisan 2024, 18:01:10 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Türk Dili rüya tabiri,Türk Dili mekke canlı, Türk Dili kabe canlı yayın, Türk Dili Üç boyutlu kuran oku Türk Dili kuran ı kerim, Türk Dili peygamber kıssaları,Türk Dili ilitam ders soruları, Türk Diliönlisans arapça,
Logged
18 Eylül 2009, 22:29:44
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 18 Eylül 2009, 22:29:44 »

DİLİN ÖZELLİKLERİ

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” (Muharrem Ergin)

Dil, bir anda düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü, değişik açılardan bakınca başka başka nitelikleri beliren, kimi sırlarını bugün de çözemediğimiz büyülü bir varlıktır” (Doğan Aksan)

“Bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının o toplumda ses ve anlam bakımından ortak ögeler ve kurallardan yararlanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistem.” (Zeynep Korkmaz)

“Dil, insanların aralarında haberleşmelerini, duygu ve düşüncelerini, arzularını, isteklerini bir takım mesajlarla birbirlerine nakletmelerini temin eden her çeşit işaretler topluluğuna verilen isimdir.”(Ayhan Songar)

1. Anlaşma Aracıdır :

Dilin birinci ve asıl işlevi anlaşma aracı olmasıdır. “Ancak onun vasıtalığını yanlış anlamamak lâzımdır. Zira dil, tabiî bir vasıtadır. Gelişigüzel bir vasıta, maddî bir vasıta, gelip geçici iğreti bir vasıta, bir alet değildir. Dil, canlı bir vasıta gibidir. İnsanlara, fertlere hizmet eder; fakat insanların, fertlerin keyfine tâbi değildir. İnsanlar, onu istedikleri biçime sokamazlar, ona değişik bir şekil veremezler. Onu olduğu gibi kabul etmeğe, onun hususiyetlerine dikkat etmeğe, onun tabiatına uymağa, onun kanunlarına boyun eğmeğe mecburdurlar.”[1]

İnsanlar aynı mekânda saatlerce, günlerce, aylarca, hatta yıllarca birlikte kalsalar bile duygu ve düşüncelerini belirtmedikleri zaman aralarında iletişim sağlanamaz. Duygular, düşünceler, istekler ancak açığa vurmak suretiyle başkalarına taşınabilir. İşte insanlar arasındaki bu iletişimi en kolay ve doğal şekliyle sağlayan, dildir.

2. Doğallık:

Dilin önemli özelliklerinden biri de doğal olmasıdır. Çevremizde doğal olarak nitelendirdiğimiz (ağaç, su, toprak, güneş, deniz, at... gibi) varlıkların tabiatını değiştirmek mümkün olmadığı gibi öz itibariyle dilin tabiatı da değiştirilmez. Nitekim dil yapay olsaydı, insanlar farklı farklı dillerle konuşmak ve yazmak yerine ortak bir dil yaparlar, onu kullanırlardı.[2]

3. Kuralları Vardır:

Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallar dilin tabiatından ortaya çıkmaktadır. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse biz önce kuralları koyup bu kurallara göre konuşmuyoruz. Mevcut kuralları, dilin doğal yapısından tespit ediyoruz. Meselâ; Türkiye Türkçesinde fiilin, gelecek zamanda yapılacağını belirtmek için –acak, -ecek ekini kullanıyoruz. Bu eki değiştirmek, yeni bir ek kural ortaya atmak gibi bir tasarrufumuz olamaz.

4. Canlıdır :

Dil, kendi kanunları içerisinde yaşayan canlı bir varlıktır. Canlıların ortak özelliklerinden olan doğma, büyüme, gelişme gibi özellikler dil için de geçerlidir. Ahmet Haşim, dilin kelimelerini yapraklara benzetiyor. Yapraklar ilkbaharda büyümeye başlıyor; yazın hâlâ dallardadır; sonbaharda sararmaya başlıyor ve kış gelirken dökülüyor; bir anlamda ölüyor. Bunun gibi dilde de bir kelime ihtiyaçtan ortaya çıkıyor bir süre kullanılıyor ve belli bir zaman sonra kullanımdan kalkıyor. Meselâ; kağnı’nın kullanımdan kalkmasıyla birlikte kağnı kelimesi ve kağnıyı oluşturan parçaların her birine verilen adlar da kullanımdan kalkmaktadır. Yalnız bu demek değildir ki şimdi kullandığımız kelimelerin hepsi de bir gün tamamen unutulacak. Dil, gelişmesini doğal olarak gösterecektir. Ölü bir kelimeyi zorla günlük dile sokmaya çalışmak bir ölüyü diriltmeye benzer ve bir netice vermez. Meselâ, aslı Arapça olan kitab kelimesini biz kitap şeklinde kullanıyoruz. “Eski Türkçede kitabı ifade eden betik kelimesi varsa, biz bu kelimeyi niçin kullanmıyoruz” demek, dilin canlılık özelliğine uymaz.

5. Gizli Anlaşmalar Sistemidir:

Dilin doğuşu konusunda çeşitli teoriler ortaya atılmış ve bu teorilerle ilgili tartışmalar bugün de devam etmektedir: Acaba ilk insanlar nasıl anlaşıyorlardı? Niçin milletlerin dilleri farklı farklıdır? gibi soruların sayısı artırılabilir. Bu sorulara verilecek cevaplar da birbirinden farklı olacaktır. Şurası bir gerçektir ki bir dildeki kelimeler ve kelime dizileri konusunda o milletin bütün fertleri tarihin bilinmeyen döneminde gizli bir anlaşma yapmış gibi; kavramların, nesnelerin, eylemlerin... anlatımında aynı kelimeleri kullanırlar. Aynı nesneler farklı milletlerin dilinde farklı kelimelerle ifade edilir: Türklerin taş; Arapların hacer; Farsların seng; Rusların kamen, İngilizlerin stone demesi gibi.

6. Milletin Ortak Malıdır:

Milleti millet yapan unsurların başında dil yer alır. Her milletin konuştuğu dil kendi milletinin adıyla anılır: Türk-Türkçe, Rus- Rusça gibi. “Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün bir milletin ortak malıdır...O yalnız, yaşayan neslin değil, ecdadın da torunların da üzerinde hakkı olan derinliğine ve genişliğine bütün bir millet malıdır, millet emanetidir, millet mirasıdır, millet istikbâlidir.”[1]

7. Sosyal Bir Varlıktır :

Dilin kuralları ve söz varlığı, onun sosyalliğini gösteren özelliklerdendir. Dil, bütün yönleriyle toplumdan topluma değişiklik gösterir. Dilin yapısı, kuralları ve kelime hazinesi; milletin anlayışı, dünya görüşü ve felsefesiyle yakından ilgilidir. Bir anlamda milletin karakteri, kültürü, yaşadığı coğrafya... diline yansımaktadır. “Söz gelişi Türkçede devenin rengini gösteren bir tek deve tüyü kelimesi bulunduğu hâlde, Arapçada bu rengin ton farklarını gösteren yüze yakın kelimenin varlığından söz edilmesi; Aymara Kızılderililerinin patates çeşitlerini anlatmak için 200 ayrı kelime kullanması; Eskimoların karın yağış şekillerinden her birini ayrı kelimelerle anlatması dilin; toplumların duygu ve düşünce tarzına, sosyal durumlarına, oturdukları yerlere ve iklim şartlarına, tarihteki geçmişlerine, zaman içinde uğradıkları değişime ve gelişmelere göre, şekil ve işleyiş bakımından birbirinden ayrı biçimlenmeye uğradığını göstermektedir.”[2]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Eylül 2009, 22:30:13
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 18 Eylül 2009, 22:30:13 »

DİLİN MİLLET HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Bir millet ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, millî şuuru besleyen, bir millet mensubu olma hazzını veren ve bireylerini birbirine yaklaştırarak, onlar arasında birlik yaratan millet olarak, dil çok önemlidir. Öyle ki milletin varlığı, dilin varlığıyla mümkündür.
İnsanın geçmişini öğrenmesinde, gününü yaşamasında, geleceğine yön vermesinde, kişiliğini kazanmasında, aynı dili konuşan diğer insanlarla iletişim kurmasında ve kendisini ifade etmesinde dilin çok önemli bir araç olduğu muhakkaktır. Bu bakımdan dil bir anlamda bireye hizmet eder. Ancak, ore tabiatı gereği toplu hâlde yaşamaya ihtiyaç duyar. Çevresinde kendiyle aynı değerleri paylaşan insanların bulunmasını ister. Bu ortak değerlerin oluşturulmasında, paylaşılmasında, nesilden nesile aktarılmasında, milletin varlığını devam ettirmesinde dil, çok önemli bir görevi yerine getirir. Çünkü millet olmanın birinci şartı, aynı dili konuşmaktır.

Dil, milletin ortak kültürüyle yol alarak varlığını devam ettirir. Milleti oluşturan bireyler arasında birleştirici bir rol üstlenen dil, aynı zamanda ortak şuurun, millî şuurun ortaya çıkmasına hizmet eder. Millî birliği ve beraberliği sağlar. Dilin bu özelliği Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran; Türk halkı, Türk milletidir. Türk ore demek, Türk dili demektir. Türk dili Türk ore için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ore , geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, an’anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası, bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Sözlerinde veciz ifadesini bulmuştur.

Millî varlığın korunmasıyla dilin korunması arasında çok sıkı bir ilgi vardır. Dilini unutmayan fakat bağımsızlığını kaybeden bir toplum milliyetini koruyor demektir. Bu toplum, bağımsızlığını kazanıp bir devlet kurarak, bir millet olarak yeniden tarih sahnesine çıkabilir. Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla Türklerin ve diğer milletlerin bağımsız birer devlet olarak yeniden tarih sahnesine çıkmaları bunun en yeni örneğidir. Tarihte bunun başka pek çok örneği vardır. Ancak dilini kaybeden milletlerin tarih sahnesinden silindikleri de bilinmektedir.

Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl işlevini (insanlar arasında anlaşma aracı olma) yerine getiremez. Kitleler birbirlerini anlayamaz ore gelir ve yavaş yavaş kopmalar başlar. Bu gerçek, tecrübeyle sabit olduğu için bir ore içten yıkma yönteminde işe ore dilden başlanır.Yeni neslin kültürel değerleri öğrenmemesi ve bireylerin, kuşakların birbiriyle sağlıklı iletişim kurmalarını engellemek için ne gerekiyorsa yapılır. Bu yüzden dil üzerinde oynanan oyunlara karşı her zaman uyanık olmak gerekir. Adres bulmada kolaylık olsun gibi bir bahaneyle meselâ; Yunus Emre Caddesi’ni 4. Cadde şeklinde değiştirmek bile kültür bakımından son derece yanlıştır. Çünkü, cadde adını rakamla ifade ettiğiniz zaman bu tabelayı okuyan kimsenin buradan caddenin numarası dışında öğrenebileceği bir şey yoktur. Fakat Yunus Emre adının yaşatılması hâlinde en azından yetişen nesil Yunus Emre’nin kim olduğunu, bu caddeye neden bu ismin verildiğini merak edecektir, öğrenmek isteyecektir ve sonuçta kendi kültüründen birşeyler bulacaktır.

Bir milletin ruhu, karakteri, anlayışı... çoğunlukla sanatkârların ortaya koydukları eserlere yansıdığından bu yönüyle de dil, sosyal yapının ve kültürün aynası durumundadır. Dolayısıyla bu eserlerin dikkatle incelenmesi o milletin karakteri hakkında sağlam ipuçları verecektir. Gelişmiş ülkelerin kendi kültürlerini ve başka kültürleri öğrenmek için araştırmalar yaptırmalarını, bunlar için bütçelerinden önemli paylar ayırmalarını yabana atmamak lâzımdır. Her milletin kendine ore birtakım kültür özellikleri olduğu gibi milletlerin zayıf ve güçlü olduğu yönler de vardır. Kültür araştırmalarıyla bunların tespiti mümkündür. İzlenecek politikaların belirlenmesine bu araştırmalardan elde edilen veriler ışık tutmaktadır. Sömürgeci ülkeler günümüzde stratejik araştırma enstitüleri adı altında dünyanın dört bir tarafında yaptıkları araştırmalarda o ülkenin veya bölgenin etnik yapısını, özellikle de yerel dilleri gündeme getirmektedirler. Tarihte ve günümüzde bunun pek çok örneğini görmek mümkündür.Özetlemek gerekirse dil, milletin manevî gücünün aynasıdır. Bir milletin kültürel değerlerini oluşturan ve o ore ayakta tutan; edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlâk anlayışı, müziği... geçmişten günümüze ancak dil sayesinde aktarılmaktadır. Dolayısıyla dilin korunmasıyla millî varlığın korunmasını aynı seviyede algılamak gerekir.


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Eylül 2009, 22:31:13
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 18 Eylül 2009, 22:31:13 »

EĞİTİM VE DİL

Bireyler dünyaya geldiği anda sosyal olmayan varlıklardır. Fakat toplum öyle bir çevredir ki, bu sosyal olmayan varlıkları, içine girdiği andan itibaren kendisine benzetmeye çalışır. Bireylerin toplumu benimsemesi yani sosyalleşmesi toplumun bekası için gereklidir. Bir toplum, bireylerine lisanını, ahlakını, estetik zevkini, ilmi mantığını, teknik vetirelerini aşılamazsa yaşayamaz.(19) Bunların bireylere aktarımında ise en etkin kurumların başında eğitim gelmektedir.

Dil, çevremizdeki her türlü iletişim aracı ve kültür taşıyıcılarından çok daha belirgin olarak zihniyetimizin sözcüsüdür ve bu nedenle de onun belirleyici bir konumu vardır. Bilim, felsefe ve sanat eserlerinde de yapı taşı olarak ortaya çıkan ve bir çok işlevi birden gören dilin önemli özelliği, kültür taşıyıcılığıdır.(20) En sıradan bir haberi dinlerken, en sıradan bir yazıyı, gazeteyi vb. okurken insanların elinde sözlük bulundurma zorunluluğunu hisseder hale gelmesi önemli çağrışımları da beraberinde getirmektedir. Öyle ki, insanlar kimi zaman kendilerinin çok bildiğini kanıtlamak, komplekslerini tatmin etmek, kimi zaman kasıtlı olarak dilde tahribata yol açmak, kimi zaman da farkında olmadan insanların anlayamayacağı, ne olduğu belli olmayan çok değişik cümleler ya da kelimeler kullanabilmektedir. Özellikle bu tür tavırların eğitim ve öğretim faaliyetlerinde yapılması çok olumsuz etki yapmaktadır. Zaten bilmediği bir şeyleri öğrenmeye çalışan birey, üstüne birde bilmediği kelimelerle ya da anlaşılmayan cümlelerle karşılaşınca öğretilenlere tamamen yabancı kalmaktadır.

Doktorun hastasına hastalığını anlatırken kullandığı dil, siyasetçinin seçmenini bilinçlendirirken kullandığı dil, bilim adamının-aydının insanları aydınlatırken kullandığı dil ve de eğitimcinin kitlesini eğitirken kullandığı dil kitlelere yabancı olursa yapılan gayretler boşa gitmekte, konuşanla dinleyenin birbirine yabancılaşması ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da haklın kendini yetiştirmesi ve geliştirmesi gerçekleşememektedir. İşte bütün bu nedenler, toplumun çağı yakalamasında olumsuz etkenler olabilmektedir. Gerçek anlamından sapmış kelimeler, yanlış kullanılan, anlamında farklılıklar ortaya çıkarılarak ifade edilen sözcükler anlatılmak istenilenin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.

Hem sağlıklı bir iletişim için, hem de Atatürk’ün üzerine titrediği ve kültürel bağımsızlığı da içine alan tam bağımsızlık için dil en temel öge olma özelliğine sahiptir. Hiç kuşkusuz millî bir eğitim için millî bir dil gereklidir. Bu nedenle de dilin millîleşmesi, halka yaklaşması amacı önde gelmelidir. Millî bir his ile dil arasında önemli bir bağ vardır. Dilin millîliği, millî hissin ortaya çıkmasını etkiler.



Ülkemizde ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde Türkçe eğitim ve öğretimi verilmektedir. Buna rağmen, Türkçe’yi doğru ve güzel kullananların oranının gittikçe düştüğü görülmektedir. Bu ters durum, Türkçe eğitim ve öğretimindeki eksikliğin, yetersizliğin, metotsuzluğun bir sonucu olduğu kadar; kültür politikalarının, insanlarımızdaki millî şuur ve dil kültürü eksikliğinin, yabancı dil hayranlığının da bir sonucudur. Bu sonuçta, Türkçe eğitim ve öğretimi ile görevli olanların, dil ve Türkçe konusunda yeterli eğitimi alamamış televizyon programcı ve sunucularının, basının sorumluluğu herkesten fazladır.

Atatürk “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.” Diyor. Gerçekten dil, millî varlık, millî birlik, millî duygu, bakımından son derece önemlidir. Dil meselesi, millî şuur meselesidir. Atatürk’ün Cumhuriyet rejimini yerleştirdikten sonra ilk iş olarak Türk tarihi ile birlikte Türkçe meselesine eğilmesi kültür ve dilin millet varlığı açısından önemini iyi anlayan bir devlet adamı olmasındandır. Dil, millî varlık açısından, göründüğünden daha önemlidir. Onun için millî vicdan ve sorumluluk sahibi her Türk vatandaşının Türkçe üzerine titremesi gerekir.

“Vatanın bölünmez bütünlüğü” fikir ve inancı gibi, “dilin bozulmazlığı” üzerinde de ittifak etmeliyiz. Çünkü Yahya Kemal’in dediği gibi “Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar.(...) Vatanın gövde ve ruhu Türkçe’dir.”
İsmail ACAR
Balıkesir Üniversitesi

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Eylül 2009, 22:32:12
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 18 Eylül 2009, 22:32:12 »

TARIK BUĞRA'NIN TÜRKÇE SEVDASI
Osman DÖNMEZ


Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biri olan Tarık Buğra, hikâye, roman ve tiyatroda kendine sağlam bir yer edinirken, bütün bu alanların temel taşı olan Türkçe üzerinde de dönemine göre çok önemli fikirler ileri sürmüştür. Tarık Buğra, gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda, belirli aralıklarla Türkçenin önemine, Türkçe üzerinde oynanmak istenen oyunlara ve bunların gâyesine yönelik, dönemin ilim adamlarına, eğitimcilerine, siyasetçilerine önemli ikazlarda bulunmuştur. Tarık Buğra, edebiyat ve sanatta soylu bir duruş sahibi olabilmenin ilk ve bırakılamaz şartının bağımsız bir kafaya sahip olmaktan, yani hâdiselere, meselelere, insana ve insanlar arası münasebetlere peşin hükümlere saplanmadan bakabilmekten geçtiğini görmüştür. Bu tavrını Türkçe ile ilgili yazdığı makalelerinde de sergilediğinden, ‘öztürkçeciler’ ve dilde ‘arılaşma’yı savunanlar tarafından dışlanmıştır.

“Türkçenin Genç Kalemler dergisiyle birlikte doğru yola girdiğini, bu yolda halkın edebiyat ve düşünce hayatıyla bütünleşmeye başladığını düşünen Tarık Buğra, Tek Parti döneminde başlayan dil ırkçılığının son derece tahrip edici neticeler doğurduğu kanaatindedir. Bunun için kendi neslinden birçok yazarı da peşinden sürükleyen ve kısırlaştıran ‘öztürkçe’ macerasından uzak durmuş, özellikle ‘kültür kelimeleri’ dediği, bugünü geçmişe bağlayan kelimelerden yazarlık hayatı boyunca vazgeçmemiştir.”1 Tarık Buğra’ya göre yalnız edebiyatta değil, diğer sanat dallarında, teknikte, bilimde kısaca ‘kafa’ ile ilgili faaliyetlerin hepsinde insanın seviyesi ve kaderi dile bağlıdır. Çünkü ilk çağlardan beri ‘insanın kelimelerle düşündüğü’ anlayışı, ortak bir hakikat olarak kabul görmektedir. Yakasını ‘kelime anarşisine’ kaptırmış bir eğitimle, matematikte ve fizikte bile karşılıkları iki de bir değişen kavramlarla ilim, felsefe ve tefekkür yapılamaz. Tarık Buğra’ya göre Türkçenin bugünkü görünüşü, dil şuurunun kaybolduğunu haber vermektedir.

Tarık Buğra’nın Türkçeyle ilgili yazılarında söz dönüp dolaşır bir şekilde dönemin dil kurumuna gelir. Bu kurumu bir çiftliğe, kurumda görev yapanları da çiftlik ağalarına benzeten Buğra, bu kişilerin birbirlerini çok tuttuklarını, kendi anlayışlarına göre müesseseleştiklerini, dergilerinde kendi anlayışlarına göre, bilgin, sanatkâr ve münekkit yetiştirdiklerini belirtir. Bu kurumun yetiştirdiği hikâyeci, romancı ve şairlerin başarısının da dilimizi bozdukları, fakirleştirdikleri ölçüde arttığını söyler. Bir ülkenin anadili üzerinde oynanan kötü emelli oyunları, o ülkenin kendi kendine harp açması olarak değerlendiren Tarık Buğra, Türkçeyi korumaya yönelik faaliyetlere acilen başlanmadığı takdirde, Türkçenin nerede ise jest, mimik ve tek heceli nidalardan, birtakım işaretlerden müteşekkil kaba bir anlaşma vasıtası hâline geleceğini söyler. Tarık Buğra arı bir dil meydana getirmek iddiasını ‘dil ırkçılığı’ ve tasfiyecilik olarak görür. Birkaç yüz kelimelik Orta Afrika ve Avustralya’daki kabile dilleri hariç, ‘arı dil’ olmadığını söyleyen Buğra, Mustafa Kemal’in son dönemlerindeki dil anlayışıyla, ‘öztürkçecilerin’ yaptıkları arasında en küçük bir ilgi bulunmadığını belirtir. Buğra, Mustafa Kemal’in dilde girilen çıkmazın farkına vardığını Falih Rıfkı’ya söylediği şu sözle hatırlatır: “Çocuk, çıkmaza girilmiştir. Türkçeyi bu çıkmazda bırakamayız, tabiî yola gireceğiz.” Tarık Buğra, ‘Atatürk ve Türkçe’ başlıklı 10 Kasım 1974 tarihli Tercüman gazetesinde yayımlanan yazısında, kuruluş yıldönümü dolayısıyla Atatürk’ün 1934 ve 1937 yıllarında ‘Türk Dili Araştırma Kurumu’na gönderdiği iki mesajına yer verir. Aynı kuruma, üç yıl arayla, aynı gâye için gönderilen bu iki farklı mesajda, Atatürk’ün dil konusuna bakışını net bir şekilde okumak mümkündür.

Atatürk’ün 26 Eylül 1934 tarihli mesajı şöyledir: “Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeliğinden, ulusal kurumlardan kutunbilikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım.”

Atatürk’ün 26 Eylül 1937 tarihli mesajı ise şöyledir: “Dil bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgrafınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim.”

Tarık Buğra, Servet-i Fünûn edebiyatının dilde yaptıklarıyla ‘öztürkçecilerin’ dilde yaptıklarını birbirine benzetir. Buğra’ya göre her iki grup da iktidara karşı mücadelesini devleti ve devletin temellerini yıkacak şekilde yürütmüştür. Tarık Buğra, ‘öztürkçecilerin’ dilin ne olduğunu bilmediklerini, dolayısıyla dili bir kelimeler ambarı sandıklarını belirtir. Bu anlayışın yanlış olduğunu şu cümlelerle ortaya koyar Tarık Buğra: “Öyle bir cümle yazarsınız ki, içinde bir tek Türkçe kelime bulunmaz, ama Türkçedir, gene öyle bir cümle yazarsınız ki, bütün kelimeleri aba en ced Türkçedir, ama kendisi Türkçe olmaz; öztürkçeciler işte bunu bilmiyorlar. Daha kötüsü aralarında bilmek, anlamak istemeyenler de var. Bu yüzden de yapmak istedikleri veya yapacakları şey -düpedüz- Türk düşünce ve sanat hayatını, kitaplarını ateşe vermekten, yani Timur veya Hülâgû barbarlığından, Vandallığından (eski kültür ve sanat eserlerini yakıp yıkma düşünce ve davranışı) başka bir şey olmuyor.” Bu düşüncesini şöyle bir örnekle anlatmak ister Buğra: “Değiştirin ‘aşk’ kelimesini -veya unutturun- Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan bugüne kadar yazılmış birçok büyük mısraı, yazarlarıyla birlikte öldürdünüz demektir. Romanlar, hikâyeler, ilim eserleri ve piyesler de caba.” Tarık Buğra Servet-i Fünûncuları mücadelelerinde ‘öztürkçecilerden’ daha samimi bulur. Çünkü Servet-i Fünuncular bu mücadeleyi kaybettiklerinde, kaybedecekleri bir ‘Sis’ bir ‘Aşk-ı Memnû’ları vardır. Arıcıların ise kaybedeceği bir şey yoktur. Bazıları zaten mirasyedidir, bazıları da sırf kitapları baltalamak için kitap çıkarmıştır. Tarık Buğra, 4 Nisan 1969 tarihli Tercüman gazetesindeki yazısına ‘öztürkçecileri’ kastederek “Kiralık Kâtiller” başlığını koyar ve yazısını şöyle bitirir: “Sözün kısası bu arıcılar, bu öztürkçeciler başka hiçbir şey değil, kiralık kâtillerdir: kitaplarımızı kundaklamak için tutulmuş - veya kandırılmış- kiralık kâtiller. Ne kadar usta ve üstün sanatçımız varsa arkadan bıçaklamak, kitaplarını ateşlemek için tutulmuş - veya kandırılmış- kâtiller. (…) Yuf olsun bu oyunu -oynayanlara ve oynatanlara değil- uykulu gözlerle seyreden sanatçılara ve devlet sorumlularına. Onlar bu ‘yuf’tan yakalarını kurturamayacaklardır. Şimdi ve yarın. Tarih de yapışacaktır yakalarına onların.”

Tarık Buğra kelimeler üzerinden toplumu parçalama gayretlerine de dikkatleri çeker. Bazı odakların bazı kelimeler üzerinden nasıl bölücülük yaptıklarını Buğra şöyle anlatır: “Şehir mi diyeceksiniz, kent mi? Şehir dediniz mi, gericisiniz, Osmanlıcayı tutuyorsunuz, Türkçenin ve Türklüğün düşmanısınız. Kent deyince de ilerici olursunuz, devrimci olursunuz, Türkçeden ve Türkiye’den yana olursunuz.” Bu sözlerin insanı çileden çıkardığını söyler Buğra; çünkü ortada kötü ve sarsak bir eğitimin av hâline getirdiği milyonlarca genç ve Türkiye’nin yarınları vardır. ‘Şehir’ kelimesini atıp onun yerine ‘kent’i koyarak Türkçeyi yabancı dillerin baskısından kurtarıp arı bir dil yapacaklarının söyleyenleri ‘zibidi’ olarak niteleyen Buğra, ‘kent’ kelimesinin arıcıların iddia ettiği gibi, Türkçe olmadığını belirterek asıl ‘şehir’in Türkçe olduğunu söyler. Şehir kelimesini unutmakla ne kaybedeceğimize dâir küçük bir zihin yolculuğu yaptırır: “Biz de biliyoruz ‘şehir’ yerine ‘kent’ dersek kıyamet kopmaz; hatta köy evinden bir sıva parçası bile dökülmez. Ama ‘şehir’ kelimesini bir kere gömdük mü Tanpınar’ın bir büyük eseri yani Türk kültürünün o eşsiz ‘Beş Şehir’i Varto yıkıntılarının altında (1966 yılında Muş’un Varto ilçesinde meydana gelen depremi kastediyor) kaybolup gitmişe döner. Siz şimdi ‘Hayal Şehir’den tutun da ‘Şehir Kâhya’sından Eskişehir’e kadar neler yitireceğimizi düşünün. Viranşehir bile kalmaz elimizde.” Tarık Buğra’ya göre “bir kelimenin ölümünü beklemeden fırına atmak, o kelime ile kurulmuş on binlerce Türk mısraından, duygu ve düşüncesinden gelecek nesilleri mahrum bırakmak” demektir. Tarık Buğra, kelimelerin temsilciliklerini yaptıkları hakikatlere de dikkatleri çeker ve tarihine, kültürüne, medeniyet ve sanatına yabancı olanların bu hakikatleri yıkmaya kalkışacağını söyler: “Böyleleri için Malazgirt herhangi bir ova, Rumelihisarı herhangi bir duvar, Bursa şehirlerden bir şehir, Sakarya da rastgele bir ırmaktır. İşte bu kültürsüzlük, bu soysuzluktur ki, kelimeleri kravatlara, mendillere döndürüyor, onlar, böylece de ‘kent’i şehir, ‘koşul’u şart, Farsça ‘zor’dan zorlama ‘zorunluk’ ucûbesini mecburiyet yerine koymaktan çekinmiyor.”

Tarık Buğra, “Anadil bile kavga sebebi, bölünme sebebi yapıldıktan sonra millî birlik dediğimiz yaşama ve gelişme şansına ürpermeden bakmak elden gelir mi?” diye sorar. Dildeki parçalanmışlığın millî birlikteki parçalanmışlığa sebep olabileceğine işaret eder. Ona göre Türkçenin bugün aldığı darbeler, yarının yaralarıdır. Tarık Buğra dilde oynanan oyunların belirli bir gâyeye yönelik olduğunu söyler. Çünkü bu işi yapanlar; ‘sebep, bütün, şiir, hikâye, millet, şehir, hürriyet, kitap, fikir, hakikat…’ gibi aralarında özbeöz Türkçeleri de bulunan binlerce kültür kelimesi üzerinden bu emellerini gerçekleştirmektedir. Asıl maksat kültür ve medeniyet mirasımızı dinamitleyerek halkımızı köksüz bırakmaktır. Kelimelerin öldürülüşü demek, o kelimeyi kullanmış olan nesillerin öldürülüşü demektir. Kültür ile dil arasında sıkı bir münasebet vardır: “Kültürü dilden ayrı düşünmek, bu iki kavrama birden aykırı düşer. Kültür ile dil iç içedir; kaderleri ikizdir: birbirinin seviyelerini, zenginliklerini, soyluluklarını sınırlarlar. Dil kültürü yetiştirir, kültür de onu geliştirir, sağlamlaştırır, millîleştirir.”

Dilde arıcılık düşüncesindekilerin kültür ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes