> Forum > ๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ > Aöf İlahiyat Programı > İlahiyat 2.sınıf > Ders Özetleri ve Notları > Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti
Sayfa: 1 2 [3]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti  (Okunma Sayısı 13003 defa)
16 Eylül 2009, 22:55:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #10 : 16 Eylül 2009, 22:55:53 »



ÜNİTE 11.

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN BiTiŞi;

Birinci dünya savaşının bitişi; 1.Dünya Savaşı, Almanya’nın yol açtığı mühim ekonomik ve siyasal çalkantılardan çıktı. Ama savaş kıvılcımlarını ateşleyen Almanlar değildi. Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın Balkanlardaki çıkar çatışması savaşın kıvılcımıdır. Savaş, Almanya’nın önderliğini yaptığı İttifak Devletleriyle, İngiltere ve Fransa’nın önderliğini yaptığı itilaf Devletleri arasında geçti.
Özellikle ABD’nin savaşa katılması savaşın sonunu belli etmişti. 1918 yılı sonlarına doğru çarpışmalar sona erdi. En son Osmanlı devleti ile 10 Ağustos 1920 tarihinde antlaşma imzalandı.

Birinci Dünya Savaşı Türkler açısından ne zaman bitti?; Osmanlı hükümeti 30 ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı, 10 ağustos 1920’de Sevr Barışı’nı imzaladı. Ancak gerek ateşkes anlaşması gerekse barış anlaşması türk ulusunun direnmesiyle uygulanamadı.
Anadolu’da yeni bir türk devleti kuruldu. Osmanlı Devleti açısından bitmiş olan savaş, türk ulusu açısından bitmemişti. 2-3 aralık 1920’ye kadar Ermenilerle, 20 ekim 1921 tarihine kadar Fransızlarla savaş devam etti. Aynı tarihlerde en sert çatışmalar ise Yunanistan ile meydana geldi. Yunanlılara destek veren ve boğazları işgal altında tutan İngilizler’de savaşın içindeydi.

Büyük Zaferden sonra devletlerarası hukuk açısından durum; Türklerin Yunanlılara karşı yürüttüğü savaş Eylül 1922’de başarı ile sona erdi. Ancak bu sadece bir askeri başarıydı. Bu başarının siyasal bir zafere dönüşmesi gerekiyordu. Bir yanda kağıt üzerinde varlığını sürdüren ve anlaşma devletleriyle barış imzalayan Osmanlı vardı. Diğer yandan bu anlaşmayı reddeden ve savaşı sürdüren yeni bir devlet vardı.

MUDANYA ATEŞKES ANLAŞMASI;
Mudanya’daki ateşkes görüşmelerinde TBMM hükümeti, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa tarafından temsil edildi. İngiliz, Fransız ve İtalyan generalleri de görüşmelere katıldı. Yunan temsilcisi ise görüşmelere katılmadı. Sonuçta 11 ekim 1922 de anlaşma imzalandı.
- Türk ve Yunan orduları arasında silahlı çatışma sona erecek.
- Yunanlılar Doğu Trakya’yı ateşkesin imzalanmasından sonra 15 gün içinde terk edecek.
- Yunanlıların boşalttıkları Doğu Trakya, Anlaşma Devletleri temsilcileri aracılığıyla türk memurlarına bırakılacak ve bu işlem 30 gün içinde bitirilecek
- Doğu Trakya’yı boşaltan Anlaşma Devletleri sadece Meriç’in batısında bir miktar asker tutabilecek.
- Barışın sağlanmasına kadar TBMM hükümeti, 8000 Jandarma erini Doğu Trakya’da tutabilecek.
- Barış anlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul ve boğazlardaki devletlerin varlığı devam edecekti.
11 Ekim’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması 15 ekim’de yürürlüğe girdi. Doğu Trakya’nın teslim alınması için Rafet Bey görevlendirildi. Rafet Bey 19 Ekim’de İstanbul’a girdi ve TBMM temsilcisi olarak kentte kaldı.
Mudanya Ateşkes Antlaşmasıyla, Anlaşma Devletleri yeni türk devletinin varlığını kabul etmiş oluyordu. 19 Ekim’de Yunanlıların büyük destekçisi İngiliz başbakan Liyod George görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

SALTANATIN KALDIRILMASI;

Egemenlik denilen devlet gücü bir aileden gelen kişilere ait olursa bu takdirde monarşi sistemi söz konusudur.
Mudanya Ateşkesi’nin imzalanmasından sonra İstanbul’daki hükümetin varlığı her bakımdan tartışmalı bir duruma gelmişti. Buna rağmen Osmanlı sadrazamı Tevfik Paşa Lozan Barış görüşmelerine, TBMM hükümetiyle birlikte katılmak için 17 ekim 1922’de TBMM’ye telgraf çekmiştir.
Anlaşma Devletleri, 27 Ekim 1922’de İsviçre’nin Lozan kentinde bir barış konferansı düzenlediklerini bildirdiler. Hem TBMM hükümeti hem Osmanlı hükümeti bu konferansa katılmak için girişimlere başlaması TBMM’de büyük tepkiye neden oldu. Anlaşma devletlerinin her iki hükümeti de davet etmelerinin nedeni hükümetler arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanmak ve TBMM hükümetinin pazarlık gücünü azaltmaktı. Bütün bu gelişmeler saltanatın kaldırılmasını gerekli kılıyordu.
Sonuçta, Mustafa Kemal ve pek çok milletvekilinin önergesi TBMM’de görüşülmeye başlandı. M. Kemal, tarihsel ve bilimsel açıklamalarda bulunarak milletvekillerini ikna etti.
1 kasım1922’de yapılan oylamada saltanat ve halifeliği birbirinden ayıran 2 önerge kabul edildi ve saltanat kaldırıldı. Halifeliğin, Osmanlı ailesine ait olduğu ve halifenin TBMM tarafından bu aile içinden seçileceği kabul edildi. Artık Osmanlı ailesinin sadece halifelik hakkı kalmıştı.
Saltanatın kaldırılmasından sonra padişah Vahdettin 17 kasım 1922’de İstanbul’da bulunan İngiliz askeri makamlarına sığındı ve ülkeden ayrıldı.
TBMM, ertesi gün Osmanlı veliahtı Abdulmecit Efendi’yi halife seçti. Artık Lozan’da sadece TBMM hükümeti türk ulusunun temsilcisi olacaktı.

LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI;
Konferans yeri olarak TBMM hükümetinin İzmir teklifi kabul edilmemiş ve Anlaşma Devletleri’nin önderliklerinde Lozan’da karar kılınmıştı. Bundan sonra konferansta, Türkiye’yi kimin temsil edeceği tartışılmaya başlandı. Mondros ateşkes anlaşması’nı Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Bey, Anlaşma Devletleri’yle hesaplaşabilmek için Lozan’a gitmek ve tarihe olumlu bir şekilde geçmek istiyordu. Bunun için İsmet Paşa’yı bu göreve getirdi. İsmet Paşa’nın yanı sıra temsilci olarak Rıza Nur ve Hasan Saka beylerde heyete dahil oldu. Böylece türk heyeti kurulu oluştu.Türk heyeti kesinlikle ödün vermeyeceği konuları belirtti:

1- Doğu sınırı; Ermeni yurdu söz konusu olamaz, olursa görüşmelerin kesilmesi gerekir.
2- Kapitülasyonlar kabul edilemez. Eğer görüşmelerin kesilmesi gerekirse yapılır.
Konferans 20 kasım 1922’de başladı.Konferansın bir tarafında Türkler, diğer tarafında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya vardı. Bu devletler arasında özellikle Yunanistan İngiltere Fransa ve İtalya ile önemli sorunlarımız vardı.
Türkiye ve Yunanistan arasında, Doğu Trakya sınırının çizilmesi, Ege Adaları’nın durumu, Türkiye’deki Rumların durumu, Yunanistan’dan istenen savaş tazminatı sorunları vardı.
Diğer devletlerle sorunlarımız ise kapitülasyonların uygulanmasından doğan sorunlar, Osmanlı borçları, yabancı şirket alacakları, Musul ve boğazların durumu sorunları vardı.

Görüşmeler Sonucunda;
Boğazlar konusunda uzlaşma sağlandı.
Musul sorununun ileride çözülmesi kararlaştırıldı.
Ermeni yurdu beklentileri tarihe karıştı.
Kapitülasyonlar ve borçlar konusunda anlaşma sağlanamadı , anlaşmazlık devam edince heyetler konferansı terk etti.
Daha sonra 23 Nisan 1923’te görüşmeler tekrar başladı. Ancak yine kapitülasyonlar ve borçlarda sorun çözülemedi.
Yunanlılar savaş tazminatı vermek yerine buna karşılık Karaağaç’ı vermeyi teklif edince sorun çözüldü.

Lozan Barış anlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı.Anlaşmaya göre;
Suriye sınırı; Fransızlarla daha önce imzalanan Ankara anlaşması’nda olduğu şekilde kabul edildi.
Irak sınırı; sorun çözülemedi. Daha sonraki Türk-İngiliz görüşmelerine bırakıldı.
Batı sınırı; Misakı Milli’ye göre çizildi. Batı Trakya ve Ege Adaları alınamadı. Yunanistan’dan istenilen savaş tazminatına karşılık Karaağaç alındı. Anadoluya yakın ege adalarının silahsızlandırılması kabul edildi.
Kapitülasyonlar; Tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırıldı.
Azınlıklar; Bütün azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi. Ayrıcalıklar kaldırıldı. Anadoludaki Rumlar ve Yunanistan’daki Türklerin değiş tokuşu kabul edildi.İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler bu değişimden ayrı tutuldu.
Savaş Tazminatı; Yunanlılar Karaağaç’ı tazminat olarak verdi.
Devlet Borçları Sorunu; Osmanlı borçları, Osmanlı devletinden ayrılan devletler arasında pay edildi. Türkiye’nin ödemesi gereken borçlar takside bağlandı.
Boğazlar sorunu; Boğazların denetimi Türkiye’nin başkanı olduğu bir uluslar arası komisyon tarafından yönetilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilecekti.
***Yeni türk devleti, Lozan Barışı ile varlığını ve bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettirdi. ***Barış ile Akdeniz’in doğusunda güvenlik sağlandı. ***Anadolu’nun Türkleşme süreci tamamlandı. ***Ermeni iddiaları tarihe gömüldü. ***Türkiye’nin bazı istekleri gerçekleşmedi. Batı Trakya ve Ege Adaları geri alınamadı. ***İmroz ve Bozcaada dışındaki Musul ve Hatay sınırlarımız dışında kaldı. Ve birinci dünya savaşı hukuksal olarak sona erdi.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti
« Posted on: 28 Mart 2024, 19:25:24 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti rüya tabiri,Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti mekke canlı, Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti kabe canlı yayın, Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti Üç boyutlu kuran oku Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti kuran ı kerim, Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti peygamber kıssaları,Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özeti ilitam ders soruları, Atatürk ilkeleri ve inklap tarihi Arasınav Özetiönlisans arapça,
Logged
16 Eylül 2009, 23:01:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #11 : 16 Eylül 2009, 23:01:09 »

ÜNİTE 12


Kurtuluş Savaşı’nın bitmesi ve Lozan Barışı’nın imzalanması ile, Türk Devleti bir daha savaşın içine girmemiş, kalıcı bir barış ortamı sağlanmış, sıra yapılacak devrimlere gelmiştir.
Türk Devriminin gerçekleşmesindeki en önemli husus, tam bağımsız bir devletin varlığıdır. İkinci önemli husus ise ulusun sahip olduğu egemenliği sınırsız bir biçimde kullanabilmesi ve ona ortak başka hiçbir güç kabul etmemesidir.
Saltanat kaldırılıncaya kadar padişah, milletvekilleri de dahil bir çok kişi için devlet başkanı konumundaydı.TBMM saltanatı kaldırınca Devlet başkanlığı bir sorun haline geldi.

CUMHURİYET’İN İLANI

Büyük Zaferden sonra TBMM’de güçlü bir muhalefet belirmeye başlamıştı. Gazi’ye karşı olan ama bunu tam olarak ifade edemeyen pek çok ikinci grup milletvekili, şimdi, özellikle halife ve saltanat yanlısı önemli bazı İstanbul gazetelerinin desteği ile amansız bir mücadeleye girişmişlerdi. Bu karşıcalığın (muhalefetin) ana düşüncesi şuydu: ‘’Gazi M. Kemal Paşa’nın işi bitmişti. Askerlik sanatını yerine getirip yurdu kurtarmıştır ve artık onun yapabileceği bir şey kalmamıştır. Bir köşeye çekilmeli, politikaya karışmamalıdır.’’ Bu düşünceye sahip olanlar, Gazi M.Kemal Paşa’nın bird aha milletvekili seçilip meclise girmemesi için özel bir yasa bile çıkarmışlardı.
Kurtarılan yurt kalkınmaya, gelişmeye ve ilerlemeye muhtaçtı. Gazi M.Kemal Paşa, bir avuç aydınla bu yeni mücadelesini yürütecek ve hedeflerini halka benimsetecekti.Bu amaçla Başkomutan yurt içinde uzun yolculuklara başladı.

Büyük zaferin kazanılması ve ardından saltanatın kaldırılması dolayısı ile siyasal açıdan bölünmeye başlayan ve iyice yorulan Birinci Dönem TBMM, 16 Nisan 1923 günü çalışmalarını sona erdirerek, yeni seçimlerin yapılmasını kararlaştırdı. Böylece türk parlamento tarihinin en onurlu görevini yerine getiren bu meclisimizin siyasal yaşamı kapandı.
Ulusal kurtuluş mücadelesinde M.Kemal’in başkanlığı altındaki ‘’Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’’ derneği üyeleri mecliste en etkili milletvekilleri idi. M.Kemal bu milletvekilleri ile büyük bir parti kurmak için seferber olup, yurt gezilerine başladı. Tam bu sırada Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması yurtta büyük bir sevincin yanında, M.Kemal ve arkadaşlarına hayranlık ve saygı yarattı.

11 Ağustos 1923 günü ‘’ikinci dönem TBMM’’ açıldı.
11 Eylül 1923’te Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ‘’Halk Fırkası’’ adındaki partiyi yaşama geçirdiler. Böylece Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin temeli üzerinde yeni türk devletinin ilk siyasal partisi kurulmuş oldu.
Meclisteki halifeyi hala kurtarıcı olarak gören saltanatçı milletvekilleri, yeni kurulan Halk Fırkası partisinin karşısında olsalarda azınlıkta kaldılar.

Saltanatın kaldırılması, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması, Halk Fırkası’nın kurulması gibi olaylar,milletvekilleri arasında çok çeşitli görüşlerin ortaya atılmasına yol açtı. Meclis iyice parçalandı.1923 yılı Ekim ayı sonlarına doğru bir hükümet bunalımı ortaya çıktı. Meclis yeni hükümeti bir türlü oluşturamıyordu. Bunun sebebi güçler birliği ilkesinin katı bir biçimde uygulanmasıydı.

Her hizip kendi adayını desteklemekte, bölünmüş mecliste bunların içinden hiçbiri yeterli oy alamamaktadır.Sistemin düzeltilmesi gerekti. Yürütme gücünün başına bir devlet başkanı getirilir ve o da bir milletvekilini başbakan atarsa bunalım giderilirdi. Çünkü bu durumda başbakan bakanlarını kendisi seçecek, kabinesini oluşturacak, böylece meclis de bakanlarını doğrudan doğruya seçme işinden elini çekmiş olacaktı. Başbakan hükümeti kurduktan sonra çalışma programını hazırlayıp meclisten güvenoyu isteyecekti. Meclis güvenini verirse bu kez yeni bir hükümet oluşturulabilirdi.

Tüm bunları sağlamak için anayasada değişiklik yapılması gerekti. İlk önce bir Devlet Başkanlığı kurulmalıydı. Saltanata dönülmeyeceğine göre rejimin adı Cumhuriyet olarak değiştirilmeliydi. Böylece devlet başkanına da Cumhurbaşkanı denilebilirdi. Sonuçta tüm bunlar gerçekleşti ve devletin adı Türkiye Cumhuriyeti oldu.(29 Ekim 1923) Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa oldu.O da yasa gereği başbakan olarak İsmet Paşa’yı seçti.

Halifeliğin Kaldırılması;
Hem ilk dört halife hem de ondan sonra gelen Emevi ve Abbasi halifeleri Hazreti Muhammed’in kabilesi olan ’’Kureyş’’ soyundan çıkmışlardı.Halifelik için bu bir kuraldı.
Selçuklu türkleri 1055 yılında Abbasi halifeliğinin merkezi olan Bağdat’ı alıp Abbasi halifesini Şii bir kavim olan Büveyhilerin elinden kurtardı. Onun bu hizmetine karşılık halife, bütün siyasal ve dünyasal yetkilerini (halife olmak dışında) ’’Sultan’’ ilan ettiği Tuğrul Bey’e verdi. Tuğrul Bey’in kendisini halife ilan etmemesinin nedeni; Türklerin islamiyete ve Peygamberimizin soyundan gelen kişilere duyduğu saygıdır. Ayrıca Selçuklu sultanları Arap ve Kureyş kabilesi mensubu olmadıkları için bunu yapamazdı.
Moğollar XII.yy ortalarında Büyük Selçuklu Devleti’ne son verdiler. Ardından Bağdat’ı ele geçirip, halife ve sülalesini acımasızca öldürdüler. Bu durum halifeliği sona erdirdi. Ancak bu olaydan sonra bazı islam devletlerinin hükümdarları, saygınlıklarını ve güçlerini arttırabilmek için Kureyş soyundan gelen bazı kişileri göstermelik halife ilan ettiler.

Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Mısır’ı fethetti. Orada son verdiği Memlük Devleti hükümdarlarının kurduğu bir halifelik makamı buldu.O sırada bu makamda mütevekkil adlı ve Abbasilerle akraba bir kişi bulunuyordu.Bu göstermelik halifenin elinde İslam dünyasında kutsal sayılan bazı eşyalar vardı. Yavuz Sultan Selim bu halifeyi istanbul’a getirip kutsal eşyaları da sarayda koruma altına aldı. Bu eşyalara Emaneti Mukaddese (Kutsal Emanetler) denir ve günümüzde halaTopkapı sarayında koruma altındadır. Ayrıca Yavuz Sultan Selim, Memlüklerden islam dünyası için en kutsal yerler sayılan Mekke ve Medine’yi de aldığından Mekke ve Medine’nin hizmetkarı sanını da taşımıştır.

Osmanlı Padişahları devlet güçsüzleşmeye başlayınca, özellikle Batı’da saygın bir duruma erişmek için, bütün islam dünyasının temsilcisi sıfatını takınmaya, kendilerini halife saymaya başlamışlardır. Batılılar zamanın en büyük islam devletinin başındaki bu sıfatı benimsemiş olsalarda araplar halife sanını bir türlü kabul etmediler. Osmanlı’nın bu sıfatı taşıma sebebi yalnızca siyasal olup, gerçek anlamıyla halifelik 1258 Büyük Selçuklu’nun yıkılması ve Moğolların Kureyş kabilesini talan etmesi ile ortadan kalkmıştır.
TBMM’nin kurulması ve ardından saltanatın kaldırılması ile halifelik makamına gerek kalmamıştır. Ancak Cumhuriyet karşıtları böyle düşünmüyor, halifenin devlet başkanı olmasını istiyorlardı.TBMM tarafından halifelik makamına getirilen Abdulmecit Efendi, bu durum için pek hevesli gözüküyordu.Bu durumdan M.Kemal hoşnutsuzdu. Ancak saltanatın kaldırılmasından doğan boşlukta halife büyük kitlelerin desteğini görüyor bud a onu şımartıyordu. Halife Abdulmecit giderek TBMM başkanının kendisine gönderdiği yönergeleri dikkate almamaya, ödeneklerini az bulmaya başlamıştı. Ayrıca İstanbul basınında da ‘’Düzenin,dirliğin sağlanması için halifenin etrafında toplanmak kaçınılmaz koşuldur.’’ şeklinde yazılar yayınlanıyordu. İşte bu koşullar altında Cumhuriyet ilan edilince sözü geçen çevreler bir darbe daha yediler.

Cumhuriyet’in ilanından 4 ay sonra 31 Mart 1924 günü TBMM tarafından çıkarılan bir yasa ile halifelik tarihe karıştı. Osmanlı hanedanlığının tüm üyeleri süresiz sınırdışı edildi. Ancak rejim yerleştikçe 1973 yılında yasak tamamen kalktı.
Cumhuriyet’in ilanı, Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması bazı tepkici çevrelerin gruplaşmalarına yol açtı. Gruplaşan bazı düşünceler şöyleydi:

• Cumhuriyet’e ve halifeliğin kaldırılmasına kesinlikle karşı kişiler.
• Cumhuriyeti Kabul etmekle birlikte halifesiz toplum düşünemeyenler.
• Halifesiz bir Cumhuriyeti Kabul etmekle birlikte, daha ileriye gidilmemesi düşüncesinde olanlar. (Terakkiperver Cumh. Fırkası)
• Devrim adımlarını benimseyen, ama bunların çevresini çizemeyen ve her ne pahasına olursa olsun iktidara geçmeye çalışanlar.(İttihatçılar)

Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti kökenli olup Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılan Ali Fuat Bey, Refet Paşa, Rauf Bey, Adnan Bey gibi aydınlar Cumhuriyetimizin 2. Partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlardır.Bu yeni partiye Cumhuriyete ve halifeliğin kaldırılmasına karşı olan herkes, bir umut kaynağı olarak görüp dolmuş amacından saptırmaya çalışılmıştır. Oysa bu partinin ana düşüncesi; toplumun kavuşması gereken yeniliklerin birdenbire değil, kendiliğinden, zamanla,evrim gücüne bırakılarak oluşması gerektiğidir.
Şey Sait Ayaklanması; Lozan Görüşmeleri’nde Türkiye-Irak Sınırı çizilememişti. Irak’ın sahip olduğu petrol yatakları ingilizlerin iştahını kabartmıştı.Türkiye ise türklerin çoğunlukta olduğu Irak’I bırakmak istemiyordu. 1924 yılında bu konu Uluslar Kurumu’na taşındı.Türkiye bu durumu kabulenemedi . Ancak ordusunun önemli komutanları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına geçtiğinden elinden bir şey gelmedi.
Doğu’da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üyeleri ‘’Halifelik kaldırıldı.Din elden gidiyor.’’ propagandasıyla halkı kışkırttılar. Burada asıl amçları Irak’ın içindeki Kerkük-Musul bölgesinin kuzeyindeki toprakları Türkiye’den koparmaktı. Sonuçta bu propagandalar cahil halk üzerinde işe yarayınca 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait adlı kişi ayaklanma başlattı. Şeyh Sait bütün ayaklanma boyunca sarıldığı inandırma yöntemi,dinin kurtarılması temasıydı.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından bir kaç gün sonra İsmet Paşa görevi bırakmış yerine Ali Fethi Okyar Başbakan olarak atanmıştı.Ancak olayların önlenememesi üzerine İsmet Paşa yeniden Başbakan ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

16 Eylül 2009, 23:04:23
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #12 : 16 Eylül 2009, 23:04:23 »

ÜNİTE 13

ANAYASAL SİSTEMİN KURULMASI VE GELİŞİMİ
Insanlar arasında özel veya toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallara hukuk denir. Bu kurallara uyulmaması durumunda gerekenin yapılmasını buyuran esaslarda hukuk kuralları olarak adlandırılırlar.Bu kurallar uyulması zorunlu olan ve zorunlu olmayan olarak iki sınıfta toplanır. Uyulması zorunlu kurallara örnek olarak adam öldürmeyi yasaklayan kurallar verilebilir. Uyulması zorunlu olmayan kurallara örnek ise evlenme verilebilir.
Kanun, ulusal iradeyi temsil eden parlamentonun koyduğu kurallardır. Kanun hukuk kurallarının (yasaların) temelini oluşturur. Parlamentonun asıl görevi yasa yapan bir organ olmasıdır.
Hükümetlerin çıkardığı hukuk kuralları, kararname adıyla anılır. İşte yasama organı bazı durumlarda hükümete yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi tanıyabilir. Ama bu yetkiye dayanarak çıkartılan kararnamenin sonunda, parlamento tarafından onaylanması gerekmektedir.
Yasaları yürütme organı uygular. Bazı konuları hükümet kararname yoluyla çıkarttığı tüzüklerle uygular. Daha da ayrıntılara ilişkin düzenlemeler, gene yasalardan aldığı yetkilerle devlet makamlarınca çıkartılan yönetmeliklerle sağlanır. Yasa, kararname , tüzük ve yönetmelik hükümlerini uygulamakla görevli makamlar her özel durum için ayrı ayrı talimat ve yönerge denilen bir kezlik kararlar çıkartırlar. İşte toplum bütün bu hukuk kuralları ile bir ağ gibi örülmüştür.
Her hukuk kuralı daha üstünde yeralan bir hukuk kuralından kaynaklanır. Böylece hukuk kuralları arasında bir hiyerarşi (alt-üst ilişkisi) vardır. Yönergeler yönetmeliklere, yönetmelikler tüzüklere, tüzükler kararnamelere, tüzük ve kararnameler de yasalara aykırıhiçbir hüküm taşıyamazlar.
Tüm devlet işlerinin ayarlandığı en üst hukuk kuralına anayasa denir. Hiçbir yasa anayasaya aykırı biçimde yapılamaz ve uygulanamaz. Anayasa olarak anladığımız üst hukuk kuralı, ulusun kurucu ve yapıcı gücüne dayanan,bu nedenle egemenliği de ulusa ait sayan bir temel kuraldır. Bu temel kuralın dayandığı ve ulusun da uymak zorunda olduğu temel ilke, ‘’İnsanın yüceliği ve onurudur.’’ İnsan özgürdür ve güven içinde yaşaması sağlanmalıdır. Bu refah ve gelişmeyi sağlayan türden anayasalara demokratik anayasalar denir.
Hükümet sistemlerinin gücü üç ana bölümden oluşur. Bunlar; Yasama, Yürütme ve Yargı’dır.
Güçler Birliği ile oluşan Meclis Hükümeti Sistemi; Bu üç gücün (yasama, yürütme, yargı) parlamentoda birleşmesi Güçler Birliği sistemini doğurur.İşte bu tür sisteme Meclis Hükümeti Sistemi denilir. (1. Dönem TBMM bu sistemi katı bir biçimde uygulamıştır.)
Üç gücün bir yerde toplandığı system sakıncalı olup, büyük bunalımlar karşısında ani kararlar verebilme zorunluluğundan doğmuştur.
Güçler Ayrımı ve Başkanlık Hükümeti Sistemi; Üç gücün (yasama, yürütme, yargı) ayrı birer organa verilmesi ve seçimlerin halk tarafından yapılması, Güçler Ayrımı denilen kuramı doğurmuştur. Kuramın anayasaya uygulanması ise Başkanlık Hükümeti Sistemi’ni ortaya çıkarmıştır. Bu sistemde hükümet Başbakan’a bağlıdır. Bu sistemin en iyi örneği ABD’dir.
Parlamenter Sistem; Türk hukukçular İngiltere’den gördüğü Parlamenter Sistem uygulamasını sistemleştirip anayasa hukukuna geçirmişlerdir. Parlamenter Sistem’e göre; esas olan parlamentodur. Yürütmr gücü de Parlamentonun içinden çıkar. Parlamento içinden çıkıp onun güvenini alan hükümet artık serbesttir. Ancak Parlamento kendi içinden çıkan hükümeti dilediği zaman denetleyebilir. Eğer hükümet parlamentonun güvenini yitirmişse güvensizlik oyu ile düşürülebilir. Ancak bu durum Devlet Başkanı’nın onayı ile gerçekleşir.
Parlamenter sistemde ana amaç; yasama ile yürütme arasında bir denge ve eşitlik kurup, yargıyı bağımsız bırakmaktır.
Not: Parlamentolu Sistem ayrı bir kavram olup, hem Meclis Hükümeti hem de Başkanlık Hükümeti’nin parlamentolu olduğu anlamına gelir. Parlamenter sistem ise yasama ve yürütme arasındaki dengeyi belirten bir rejimdir.
1876 Yılı Tanzimat döneminde ilk anayasa Kanuni Esasi adı altında ilan edildi.Bu anayasa tamamen padişahın egemenliği ve iradesi altında olup bazı değişiklikler geçirerek 1922 yılına kadar yaşamıştır.
TBMM 20 Ocak 1921’de ilk Anayasa’sını yaptı. Ancak bu eksikti, yurttaş haklarını, temel hak ve özgürlükleri,yargı işlerini içermiyordu. O dönemde 1921 anayasının eksikleri, Osmanlı Anayasası ile giderilmeye çalışılmıştır. Ancak 1 Kasm 1922’de saltanat kaldırılınca osmanlı anayasası geçerliliğini yitirmiş, ortada yalnızca 1921 Anayasası kalmıştır.
Bir yasa, devletin temel organlarını, bunların meşruiyet dayanaklarını,güçler arasındaki ilşkileri, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini, genel olarak yönetim ilkelerini içermelidir. Devletin kurucularını oluşturan bu ilkelere dayanarak işleyen kurumlar, Anayasal Sistem’I oluşturur.

1924 Anayasası;
Cumhuriyet’ Döneminin ilk anayasası 20 Nisan 1924 tarihinde ilan edildi.3 Yıl yürürlükte kalan 1921 Anayasası’nın ardından çıkarılan 1924 Anayasası, 36 yıl yürürlükte kaldı.
TBMM 1921 Anayasısı’nda, anayasanın nasıl değiştirileceği konusunda herhangi bir hüküm koyarak kendini bağlamamış, böylece 2. Dönem meclisine kuruculuk yetkisi geçmiş olmuştur. Bu da 1924 Anayasası’nın ortaya konmasında kolaylık sağlamıştır. Ayrıca TBMM yeni anayasanın meclise konulması için meclisin 3’te 2’sinin oyunu alması şartı getirerek, kendi iradesini sınırlamıştır.
1924 Anayasası’nın baş ilkeleri Cumhuriyet ve Güçler Birliği’dir. 1924 Anayasası’na gore; Meclis’in üstünlüğ mutlaktır. Ayrıca egemenliğin kayıtsız şartsız türk ulusuna ait bulunduğu ve onun bu hakkını kullanacak tek makamın TBMM olduğu belirtilmiştir.
1924 Anayasa’sında tüm yasama ve yürütme gücü TBMM’ye aittir. 1924 Anayasa’sının hükümet oluşumuna bakıldığında, Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Bakanları ise Başbakan seçer. Meclis, hükümeti her an denetleyip düşürebilir. Hükümet pek çok işi görürken meclisin iznine veya onayını almak zorundadır. Yürütme işlerinin de başıdır. Ama bu konudaki yetkisi sadece başbakanı meclis içinden seçmek ve onun getirdiği Bakanlar Kurulu listesini onaylayıp meclise sunmaktadır. Yasaları onaylayıp yürürlüğe koymak işi de Cumhurbaşkan’ına ait bir yetkidir. O, önüne gelen yasayı onaylamadan tekrar görüşülmek üzere meclise geri gönderebilir. Ama, meclis o yasayı hiç değiştirmeden tekrar Cumhurbaşkanı gönderirse, bu kez ona yasayı imzalayıp yayınlamaktan başka bir iş düşmez.
Tüm yargı gücü mecliste toplanmıştır. Sistemde anayasa mahkemeleri yoktur. Sistemde yargıçların güvencesi yoktur. Görevden çıkarılmaları, çalışma biçimleri gibi konular, TBMM’nin çıkaracağı kanunlara bağlı, olduğundan system zayıftır. Meclis, cezaları hafifletmek ve değiştirmek yetkisine de sahip olduğundan yargı bağımlıdır.
1924 Anayasası, o dönemde pek bilinmeyen ekonomik ve sosyal haklara hemen hemen hiç yer vermemiştir.
1924 Anayasası’nın en önemli yanı TBMM’nin artık ‘’Olağanüstü Yetkilere Sahip Bir Meclis’’ olmaktan çıkmasıdır. Mileclis, 1924 Anayasası ile kendini bağlamıştır. Yeni bir anayasa kurulmasını engellemiştir. Ancak gerekli görülğü takdirde bazı hükümlerin değiştirilebileceği esasını getirmiştir.
Değişiklik istemini içeren öneri meclis, tam üye sayısının 3’te 1’inin imzasını taşımalıdır. Değişikliklerin kabulu için tam üye sayısının 3’te 2’sinin oyu gereklidir.
1924 Anayası’sının en önemli ve ilk değişikliği 1928’de laiklik ilkesinin anayasaya yerleşmesidir. Buna parallel olarak ‘’dinsel hükümlerin yerine getirilmesi’’ yükümlülüğü kaldırıldı.
5 Aralık 1934’te Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1937 Yılında iki maddeye türk devletlerinin nitelikleri olan ‘’Türkiye Cumhuriyeti; Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnklapçı’dır.’’ ibaresi eklendi.
Laiklik ilkesi ilk kez 1928’deki anayasa değişikliği ile geldi.
2.Dünya Savaşı’ndan sonra insan hakları, evrensel bir gelişme içine girmişti. Bir yandan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, diğer yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Her iki bildiriyi de kabul eden TC, anayasasında bu hakların güvence altına alınması için gerekli önlemleri içeren değişiklikleri yapmamıştı. Bu değişiklikler;
- Siyasal iktidarın kişi özgürlüklerini kısma girişimlerini önleyecek hükümler koymak,
- Sosyal ve ekonomik hakları anayasaya almak,
- İnsan hakları ve anayasaya aykırı yasalar çıkartılırsa, bunları iptal edecek bağımsız bir organ kurmak,
- Yargı gücünü her bakımdan güvence altına alıp, tam bağımsız duruma getirmek.
Ne yazıktır ki buyapılamadı. Siyasal iktidar seçim yitirmemek için özgürlükleri kısıtlamaya ve en vahimi yargı güvencesini ortadan kaldırmaya çalıştı. Bütün bu olanlar, sonunda bir askeri darbeye yol açtı. Kurulan ‘’Milli Birlik Komitesi’’ 1924 Anayasa’sının TBMM’ye ilişkin hükümlerini kaldırdı ve ulus adına egemenliğini geçici olarak ilan etti.

1961 Anayasa’sı
Sivil iktidarın başarısızlığı karşısında doğan boşluk, silahlı kuvvetlerimiz tarafından doldurulmuştur. Şimdi, Ulus adına hareket ettiğini söyleyen Milli Birlik Komitesi, ‘’kurucu güç’’ durumundadır.
Bu yeni Kurucu Güç, yeni anayasayı hazırlamak üzere türk tarihinde ilk kez bir ‘’Kurucu Meclis’’ oluşturdu. Bu meclis iki kanatlı idi: Temsilciler Meclisi ve Milli Birlik Komitesi.
Temsilciler Meclisi, meslek kuruluşlarına mensup üniversitelerin seçtiği aydın kişilerden oluşuyordu. Demokratik bir meclisti. Temsilciler Meclisi’nde hazırlanan Anayasa Taslağı, Milli Birlik Komitesi’nde son biçimini aldı ve 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunularak kabul edildi.
61 Anayasında, Cumhuriyet ve Kayıtsız Şartsız Ulus Egemenliği aynen sürmektedir. Parlamento’nun kesin üstünlüğü sona ermiştir. TC’nin ‘’İnsan hakları’na dayalı dem...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

16 Eylül 2009, 23:06:45
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #13 : 16 Eylül 2009, 23:06:45 »

ÜNİTE 14


TÜRKİYE’NİN İÇ SİYASETİ
Bir devletin siyaseti, o devletteki yetkili ve sorumlu organlarca, uzun veya kısa sürede gerçekleşmesi istenen amaçları ve onlara ulaşmak için izlenen yolları anlatır.
İç ve dış siyaset ayrı ayrı incelenip tartışıldıktan sonra elde edilecek sonuçlara göre devletin siyaseti belirlenmelidir. İç ve dış siyaset birbirine parallel olarak yürütülürse daha başarılı olunur.
Türkiye Devleti’nin Atatürk tarafından çizilen ve bugüne dek sürdürülen siyasal amacı barış’tır. Atatürk’e göre İç barış; cumhuriyet, eşitlik ve çağdaşlaşma gibi esaslı ülkülerin gerçekleşmesi ile sağlanır. Dış barış ise; ulusal çıkarlar tehlikeye düşmedikçe silahlı çatışmaya girmemek, karşılıklı görüşme ve anlayış çabaları ile mümkündür.

1923 – 1930 Yılları Arası İç Siyaset
Saltanatın kaldırılması ve ardından Cumhuriyetimizin ilanından sonra ilk önemli olay halifeliğin kaldırılmasıdır. Aynı yılın son baharında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ile başlayan tepkiler, 1925 yılı şubat ayında, Şeyh Sait Ayaklanması’nın çıkmasıyla doruğa ulaşmıştı. Bu yüzden 1925 yılı büyük bunalımlarla geçmiştir. Ayaklanmanın bastırılması en önemli hedef olmuş, bu amaçla hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-I Sükun kanunu kabul edilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılşı, Atatürk’ün böylece bazı yakın arkadaşlarından uzaklaşması, o yılın önemli olaylarındandır.
Tarih sırasına göre 1923-1930 arasında gerçekleştirilen inklaplar;
• Tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılması
• Şapa Kanunu
• Uluslararası saat ve takvimin kabulü
• Medeni Kanunun hazırlanıp yürürlüğe girmesi
• Anayasa’da değişiklik yapılarak laikliğe gidilmesi (1928)
• Uluslararası rakamların kabulü ve harf inklabı
1930’da yurtta iç düzen ve barış sağlanmış olup, Ulu Önder yalnızca iki konuda huzursuzdur: Yapılan ve yapılacak olan inklapların halka benimsetilmesi, oluşmayan ekonomi siyaseti sorunu.
1930 – 1938 Yılları Arası İç Siyaset
Bu yıllar arasında çıkarılan başlıca inklaplar;
• Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkı tanınması
• Uluslararası ölçülerin kabulü
• Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kurulması
• Üniversite Reformu
• Soyadı Kanunu
• Din adamlarının kılıklarının düzenlenmesi
• Anayasaya 6 ilkenin girmesi
Serbest Fırka’nın kurulması; Atatürk kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın oluşmasına hiçbir olumsuz tepki göstermemiştir. Ancak bu parti devleti parçalamaya götürülecek yolların içine girince, zorunlu olarak kapatılmış, Takrir-I Sükun kanununa dayanarak 1930 yılına kadar da tek partili, yani CHP’ye dayanan yönetim sürmüştür.
Fethi Okyar Bey, 12 Ağustos 1930’da, ‘’Serbest Cumhuriyet Fırkası’’ adını taşıyan devletimizin üçüncü siyasal partisini kurmuştur. Bu parti özellikle ekonomik konulara ağırlık veren, ekonomik liberalizmi benimseyen ilkelere dayanmıştı. İnklap ilkelerine ters düşen görüşleri yoktu. 1925 yılından beri sessizce olayların gelişmesini bekleyen devrim karşıtları bu partiye doluşmuştur. 5 Eylül 1930’da İzmir’e gelen Fethi Bey önünde yapılan gösterilerde inklapçılara karşı çirkin ve küstah davranışlarda bulunulmuştu. Bu tür olayların sürüp gitmesi üzerine yurtdaşların henüz demokrasinin gerektirdiği olgunluğa erişemedikleri, bilinçsizce davranışlarla 1925 yılının bunalımlı ortamlarını geri getiren bir ortam yarattıklarını anlayan, kendisi de devrimci olan Fethi Bey, 17 Kasım 1930’da partisini dağıtmak zorunda kaldı. Böylece Cumhuriyetin ikinci çok partili hayatı, üç ay gibi kısa bir zaman sürdü.
Önderin en elverişli ortamı oluşturmasına rağmen çok partili demokratik hayatın sürmemesi iki sebeple açıklanabilir:
• Demokrasi bireylerin hoşgörülü olmasına dayanan bir eğitimin sonucudur. Bu o dönemde başarılamamıştır.
• Devrimi hazmedemeyenler, yeni siyasal partiyi amaçlarına araç olarak, yani inklabı yıkmak için kullanmaya kalkışmışlardır.
Sonuç olarak; devrimin esasları topluma yerleşmeden çok partili demokrasiye geçişin son derece sakıncalı olduğu anlaşılmıştır.
Menemen Olayı; Fethi Okyar’ın partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmasından 5 hafta sonra, 23 Aralık1930 sabahı Fethi Okyar’ın İzmir gezisi sırasında çıkan karışıklıklardan etkilenen dindar Derviş Mehmet ve müritleri Menemen’de ayaklanmıştır. O sırada Menemen’de vatan görevi yapmakta olan Asteğmen Kubilay olayı duydu ve buyruğundaki askerlerle eylemin başladığı yere geldi., topluluğa dağılmasını ihtar etti. Derviş Mehmet ve yandaşları onu dinlemediler. Bunun üzerine Kubilay, tahta manevra mermileri ile doldurulmuş silahlar taşıyan askerlerine, göz korkutmak için ateş buyruğu verdi. Tahta mermilerin varlığını sezen Derviş Mehmet göğsünü onlara açtı. Tahmin edileceği gibi bu mermiler ona işlemedi. Derviş Mehmet bunun üzerine çevresindekileri azdırıp, ‘’görüyorsunuz ki dindar insanlara kurşun işlemiyor.’’ Gibi sözler sarfetti. Galeyana gelenler Kubilay’ın üzerine hücum edip başını kestiler.
Atatürk olayı çıktığı bir yurt gezisi sırasında, Edirne’de duydu. Derhal Menemen, Balıkesir ve Manisa’da sıkı yönetim ilan edildi. Katiller yakalanıp askeri mahkemeye verildiler.
Bursa Olayı; Atatürk’ün ezan ve kameniyi türkçeye çevirmesi ve artık namaz çağrılarının türkçe okunmaya başlaması üzerine 1 Şubat 1933’te Bursa Ulu Cami’de namazdan çıkan halkın kışkırtılmasıyla Hükümet Konağı önünde gösteri yapıldı. Ancak olay büyümeden önlendi.

Gençlikte Ulusal Bilincin Geliştiğini Gösteren 2 Olay;
• Türkiye’de yataklı vagon tekelini devletle yaptığı sözleşme ile elinde tutan bir yabancı ortaklık vardı. Ortaklığın İstanbul bürosunda bulunan bir türk memurun, şirket içinde türkçe konuşması üzerine hakaret group, cezalandırılması, İstanbul gençliğince kınanıp protesto edilmesine yol açmıştır.
• 17 Nisan 1933 gecesi Bulgaristan’ın Razgrat kentindeki bir türk mezarlığının bir bölümünün, saygısız bazı Bulgarlarca tahrip edilip türklere gözdağı verilmesi üzerine, İstanbul Gençliği toplanıp, İstanbul’daki bir Bulgar mezarlığına çelenk ve çiçekler bırakmışlardır.
Atatürk’e ikinci Suikast Girişimi; Daha önce de ayaklanıp Yunanistan’a kaçan Çerkez Ethem, 1935 yılı Ekim ayı başlarında kardeşini de yanına alıp, Yunanistan’ın kışkırtmalarıyla Atatürk’e suikast planı yapmış, Suriye sınırımızdan sızan 5 hayinden 1’inin yakalanması ve itiraf ettirilmesi üzerine bu girişim hazırlık evresinde önlenmiştir.

Tunceli Olayları;
• 1930 Temmuzunda Ağrı Dağı yöresinde eşkiyalık nedeniyle çıkan olaylar hemen bastırılmıştır.
• 1937 İlkbaharında Tunceli’de Cumhuriyet Hükümeti’nin giriştiği yol, okul yapımı gibi girişimlerden hoşlanmayan bazı gericilerin başlattığı olaylarda kısa sürede önlenmiştir.
İlk Başbakan değişikliği, 1937 yılında Atatürk’le bazı görüş ayrılıklarına düşen İsmet İnönü’nün görevi bırakması ve yerine Celal Bayar’ın geçmesi ile gerçekleşmiştir.
Atatürk’e hediye edilen çiftlikler, türk tarımı için bir okul ve labaratuvar olmuş, modern bir biçimde işletilmiştir. Ata 1937 yılında bu çiftlikleri ulusa bağışlamıştır. Servetinin diğer bölümünün yöneticiliğini de bağlı bulunduğu siyasal partiye (CHP) bırakmış, buradan elde edilecek tüm gelirinde Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu arasında pay edilmesini vasiyet etmiştir.

İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Döneminde İç Siyaset;

Atatürk’ün ölümünden 1 gün sonra TBMM, Malatya Milletvekili olan İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanı seçtiler. İsmet İnönü’nün 1950 yılına kadar başarılı bir yönetim gösterebilmesinin sebepleri şunlardı:
- İsmet İnönü; Batı Cephesi komutanı, Lozan Barışı’nın kurucusu, devrimlerin yürütüsü sıfatlara sahipti ve aydınların desteğini görüyor, halk tarafından çok seviliyordu.
- Tek partili yönetim vardı ve İsmet İnönü, Atatürk’ten sonra CHP’nin değişmez genel başkanlığına getirilmişti.Siyasal açıdan en üstün kişi oydu.

İsmet İnönü’nün 1950’ye dek yaptıkları;

• Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak tutmaya çalışmış, iç siyasette özellikle eğitim, kültür ve toprak reform sorunlarıyla ilgilenmiştir.
• Okur yazar oranını arttırmak için özellikle kırsal kesimlere öğretmen yetiştirmek amacıyla Köy Enstitüleri kurmuştur.17 Nisan 1940
• Batı ve Doğu kültürünün yüzlerce eserini türkçeye çevirtmiş ve bastırtmıştır.
• Tiyatroyu Türkiye’de benimsetip yaygınlaştırmıştır.
• İnönü, kalkınmanın baş koşullarından biri olan toprak reformunu gerçekleştirmiş, ancak bu konuda çok başarılı olamamıştır.
Ekonomik Sıkıntılarla mücadele anlamında;
• Durum: Kısıtlı olan bütçeyi her an çıkabilecek olan savaşa ayırıyordu. Ayrıca 2 milyon üretici erkek orduda savaşa hazır tutuluyor, bud a tarımdaki gelişmeyi engelliyordu. Sanayi gelişmiyor, yoksulluk günden güne artıyordu.
• Yapılanlar: Fırsatçı tüccarlar ağır vergilerle cezalandırıldı. 2.Dünya Savaşı’nda savaşan ülkelere satılan krom gibi mallarla büyük döviz kaldırıldı.
• İnönü, partisinin millletvekilleri arasında bazılarını Müstakil Grup adı altında hükümeti denetlemekle görevlendirdi.

Türkiye 1946 yılına kadar tek partili yönetimde kaldı.
1946 Yılında 2. Dünya Savaşı sona erdi. İki yıl öncesinden savaşı İngiltere ve ABD’nin kazanacağı belli olmuştu.
18 Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi kurulunca yeniden uzun yıllar sonra çok partili hayata geçildi. 7 Ocak 1946’da da CHP’den ayrılan bazı aydınlar Demokrat Parti’yi kurdular. Ancak 1946 Yılında tek dereceli seçimler yapıldı ve seçimi CHP yine kazandı. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde CHP ilk...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

16 Eylül 2009, 23:07:55
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #14 : 16 Eylül 2009, 23:07:55 »

ÜNİTE 15

1.DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA DÜNYADAKİ SİYASAL DURUM
Almanya; Almanya’da 1933’te iktidara gelen ırkçı ve faşist lider Hitler, barış antlaşmasını ihlal ederek Almanya’yı yeniden silahlandırıyor, böylece ekonomik durumunu gideriyordu. Büyük Almanya’yı kurmak amacında hazırlıklara başlamıştı. İlk olarak 1938’de Alman saydığı Avusturya’yı Almanya’ya kattı. Bir yıl sonra ise içinde Almanların yaşadığı gerekçesiyle Çekoslavakya’yı işgal etti. İngiltere ve Fransa savaş sonu ekonomilerinin derdine öylesine düşmüşlerdi ki 1.Dünya Savaşı’nı kazandıkları Almanya’ya karşı, Hitlerle anlaşma yapmayı bile göze almışlardı.Böylece Hitler iyice güçlendi.
İtalya; Dikdatör Mussolini yönetimindeki İtalya da bir Akdeniz ve Kuzey Afrika İmparatorluğu kurabilmek için 1935 yılında Habeşistan’a saldırıp işgal etti.Sonra da bizim bulunduğumuz Akdeniz’de iddialar ileri sürmeye başladı.
Sovyet Rusya; O dönemde Çarlık rejimini yıkan Sovyet Rusya iç savaşlarla uğraşıyordu. Rejimi sağlamlaştırmak için başlarındaki dikdatör Stalin, milyonlarca insana soykırım yapıyordu.
Japonya; Uzak Doğu’daki egemenliğini arttıran Japonya’dabir yandan Kore, bir yandan Çin üzerinde sömürgeci bir siyaset izlerken, diğer taraftan da Pasifik Okyanusu’na açılarak oradaki Amerikan çıkarlarını tehdit ediyordu.
İspanya; İspanya’da 1936 yılında çıkan büyük iç savaş üç yıl sürerek, Almanya-İtalya ve Fransa-Rusya gruplarının güç gösterisi alanı durumuna geliyor ve sonunda orada da faşist eğilimli bir dikdatörlük rejimi kuruluyordu. Portekizde’de aynı nitelikte bir rejim belirmişti.
Uluslar arası çekişmeleri barış yoluyla gidermek isteyen Anlaşma Devletleri, 1920’de Uluslar Kurumu adında bir örgüt kurmuşlardı. Ancak kurum savaşı kazananların bir aracı oldu. Yenik devletler örgüte alınmadılar. Örgüte dilediklerini yaptıran İngiltere, Fransa, İtalya sanki diğer ulusların üstündeydiler.
1919 Yılında ortaya çıkmaya başlayan bu gelişmeler Atatürk’ün son zamanlarında tamamlandı. Dünya 15-16 yıl içinde yeni bir savaşı eşiğine geldi.
Cumhuriyet’in kurulmasına değin Türkiye’nin Dış Siyaseti
Yeni türk devleti kurulduktan sonra M.Kemal’in dış siyasetteki amacı şöyleydi;
• Osmanlı Devleti’nin uluslar arası varlığının silinmesi ve onun yerine tek türk varlığı olarak yeni devletin geçmesi,
• Yurdun düşmandan kurtulması için yürütülen savaşa mümkün olduğu kadar dış destek sağlanması,
• Zafere erişince de bir barış ortamı kurup yaşatma.
M.Kemal’in Dış Siyasette attığı adımlar şöyleydi:
- İlk önce Sovyet Rusya ile ilişkilerin kurulmasına başlanmıştır.
- Ermenilere karşı kazanılan zafer ve Gümrü Barışı ilk somut sonuçlardan olmuştur.
- Birinci İnönü zaferi üzerine toplanan Londra Konferansı’na İstanbul Hükümeti yanında TBMM Hükümeti’ninde katılması bir çeşit tanınma anlamına gelmiştir.
- Afganistan ile yapılan dostluk antlaşması
- Sovyetler Birliği ile yapılan Moskova Antlaşması ile bir büyük devletin, Osmanlı Hükümeti’ni tanımadığı ve TBMM hükümetini desteklediğini ilan etmesi.
- Sovyetlerin uydusu Doğu Anadolu’daki azınlıklarla Kars Antlaşması imzalanması.
- Sakarya Zaferi’nden sonra Fransızların TBMM Hükümeti ile aynı masaya oturarak Ankara Antlaşması ile ön barış yapmaları, TBMM’nin batılılar tarafından da resmen tanınmanın başlaması manasındaydı.
- Kesin Zafer ve ardından yapılan Mudanya Ateşkes Antlaşması
- Lozan Barışı ( Bu barış ile daha Cumhuriyet kurulmadan Türk Devlerinin bağımsızlığı, varlığı, bütünlüğü, tam sınırlamalar kaldırılarak uluslararası alanda tanınmıştır. )

1923-1938 YILLARI ARASI TÜRKİYE’NİN DIŞ SİYASETİ
Lozan Barış Antlaşması’ndan doğan sorunlar ve çözülmeleri
Bu sorunlar şunlardı: Musul Sorunu, Türk Yunan Anlaşmazlığı, Boğazlar Sorunu, Hatay Sorunu.
Musul Sorunu; 5 Haziran 1926 tarihli Türkiye-İngiltere-Irak Antlaşması ile Musul ve çevresinin Irak’a bırakılmasını Kabul ediyorduk. Böylece bugünkü Irak sınırı çizilmiş oldu. İngiltere’den de bu sayede bir miktar yardım sağlandı.
Türk-Yunan Anlaşmazlığı; Kurtuluş Savaşı sırasında Ege Bölgesi’ndeki Rumlarla,Yunan ordusu arasında çok sıkı bir işbirliği vardı. Doğu Karadeniz’deki Rumlar ise bağımsız bir Pontus Devleti kurma davasına düşmüşlerdi. Zafer kazanılınca, yüzlerce yıllık Türk-Rum ortak yaşayışı artık süremezdi. İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler hariç, Türk ve Rumlar değiş tokuş edildi.1930 yılı içinde bütün değiş-tokuş sorunları çözüldü. 30 Ekim 1930’da imzalanan Türk-Yunan dostluk antlaşması ile oldukça sağlam bir barış ortamı kuruluyordu. Türk-Yunan dostluğu 2.Dünya Savaşı’na kadar sürdü. 1950 Yılından sonra özellikle Kıbrıs sorunu nedeniyle anlaşmazlıklar yeniden nüksetti.
Boğazlar Sorunu; Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Karadeniz’in kuzeyinde sınırlarına Kırım’ı da dahil eden Ukrayna ve Karadeniz’e kıyısı olan yeni bir ülke Gürcistan ortaya çıktı. Böylece Boğazlar Sorunu’na Rusya’nın yanında Ukrayna ve Gürcistan’da dahil oldu.
1917 Yılında Ruslar 1.Dünya Savaşı’ndan çekilmiş, Boğazlar üzerindeki iddialarından vazgeçmişlerdi. Bu olaydan sonra Osmanlı Devleti, savaşı kaybedince, Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca Boğazları ilk kez teslim etmek zorunda kaldı. Daha sonra Anlaşma Devletleri, Osmanlılarla daha sonra imzaladıkları Sevr Barışı ile Boğazlar üzerindeki egemenliklerini sürdürdüler. Boğazlar savaş sırasında bile tüm devletlere açık olacak, silahsızlandırılacak, yönetimi ise uluslararası bir kuruluşa bırakılacaktı.
Boğazlar Sorununun Çözümü; İtalyanların Akdenizdeki emelleri ve Almanların istilacı tutumu, Boğazlar konusunda İngiltere ve Fransa’yı Türkiye’nin yanına çekti. İsviçre’nin Montrö kentinde açılan Boğazlar Konferansı sonucunda, 20 Temmuz 1936’da Montrö Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeye göre; Boğazlara konulan tüm sınırlamalar kaldırıldı. Türk Devleti’nin bölgedeki tam egemenliği ve savunma hakkı kesin olarak tanındı. Herhangi bir savaşta Türkiye tarafsız ise savaş gemileri boğazdan geçemeyecekti. Türkiye bir savaşa girerse ve kendini yakın bir savaş tehlikesi içinde bulursa, boğazları istediği gibi açıp kapatmakta özgürdü. Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkelerin bu denize geçirebilecekleri savaş gemileri, çeşit, büyüklük, ağırlık ve sure bakımından sınırlandırılıyordu. Ticaret gemileri ise türk denetiminde serbestçe geçebilecekti.
Motrö Sözleşmesinin süresi dolduğu halde, taraflardan hiçbiri değişiklik önerisinde bulunmamıştır.Bu nedenle sözleşme günümüzde geçerli olup dünya barışının önemli dayanaklarından biridir.
Hatay Sorunu; İskenderun ve Hatay 1.Dünya Savaşı’nın sonlarında İngilizlerce işgal edilmiş, daha sonra da aralarındaki anlaşma gereğince, Suriye ile birlikte Fransızlara devredilmişti.
Fransızlar 1921 yılı ortalarına doğru Anadolu’da tutunamayacaklarını anlamışlar ve Sakarya Zaferi’nden sonra 20 Ekim 1925’te, TBMM ile imzaladıkları Ankara Antlaşması ile savaşı bitirmişlerdir.
Ankara Antlaşması sonucu; Hatay Fransızlara bırakılmış, bunun sebebi ise savaşta fransızları susturup, cephelerde, İngiliz ve Yunanlıları yalnız bırakmak amacıyla yapılmış bir stratejik harekettir.
Ancak Fransa, Hatay’ı mandası konumundaki Suriye sınırlarına almak isteyince, Cumhuriyet hükümeti bu duruma itiraz edip konuyu Uluslar Kurumu’na taşıdı. Uluslar kurumu kararına göre; Hatay kısıtlı yetkileri olan bir devlet durumuna gelecek ve uluslar kurumunun denetimi altında kalacaktı. Ancak Fransızlar daha sonra burada oluşturulan seçim hazırlıklarını dürüst yürütmediler. Yarı bağımsızlığın gecikmesi ve üstüne büyük olaylar çıkması, Atatürk’ün hasta yatağından kalkıp ünlü Güney gezisine çıkmasına yol açtı. Bu olaydan sonra Ata’nın gelmesi üzerine Fransızların direnci kırılmış, seçimler yapılıp türklerden oluşan Hatay Parlamentosu kurulmuştur.
Fransa 1939’da, Avupa’daki bunalım silahlı çatışmaya dönünce, Fransa Türkiye’ye iyice yaklaşıp, Doğu Akdeniz’deki varlığını güvence altına almak istemiş ve Hatay’ın Türkiye sınırlarına alınmasını ikili anlaşma ile kabul etmiştir.
Türkiye’nin Barış ve Güvenlik Arama Çalışmaları; 1.Dünya Savaşı’ndan sonra silahsızlanma ve barış yoluyla imzalanan bu anlaşmalar arasında özellikle 1 Aralık 1925 tarihli Locarno ve 27 Ağustos 1928 tarihli Kelleogg Paktları, bugünkü Batı Avrupa Birliği’nin ilk öncüleri sayılırlar. Bu anlaşmalar ile savaş lanetleniyor, uluslararası çekişmelerin görüşmeler yoluyla giderilmesi gibi yöntemler belirtiliyordu.
Türkiye cephesinde ise; Cumhuriyet’in ilanından sonra, hemen her devletle dostluk ve işbirliği sözleşmeleri imzalanmıştır. Bu konudaki ilk önemli adım ise Türkiye’nin, İngiltere ve Fransa’nın da aralarında bulunduğu Uluslar Kurumu’na alınmasıdır.
Balkanlarda gözü olan İtalya’nın tutumuna karşı, Balkan Antantı (Antlaşması) imzalanmıştır. Bu antlaşmaya gore Türkiye ve Yunanistan,10 yıl süreyle sınırlarını güvence altına aldılar. Bu antlaşmaya Yugoslavya ve Romanya’da katılarak, sınırlarını güvence altına aldılar. Ancak Romanya giderek Alman siyasetini benimsemiş, Bulgaristan tarafları Balkan sorunları üzerine kışkırtmış ve bu yüzden Balkan Antantı zayıflamıştır.
8 Temmuz 1937’de Türkiye, İran ve Afganistan ‘’Sadabat Paktı’’ denilen antlaşma yapmışlar, dayanışma ve işbirliği içine girdiklerini belirtmişlerdir.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Almanya ile İtalya’nın saldırgan siyasetleri giderek artmış ve 1938 yılına gelinmiştir. O yıl Almanya, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Çekoslavakya’yı işgal ederek istediği yerleri ülkesine katmış, geri de kalan bölgede de kendine bağlı bir yönetim kurmuştur.
İngiltere ve Fransa kurdukları Çekoslavakya’nın yok oluşuna, 29 Ekim 1938’de Münih’te toplanan bir konferans sonucu, barışı sürdürmek için razı olmuşlardı. 1939’da ise İtalya, Arnavutluk’a saldırmıştı. ABD, bu durumda daha ileri gitme...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 [3]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes