๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => Ders Notları ve Özetler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 27 Nisan 2010, 23:35:04



Konu Başlığı: Tefsir Tarihi 8.Hafta
Gönderen: Zehibe üzerinde 27 Nisan 2010, 23:35:04
TEFSİR 8. HAFTA

Dirâyet Tefsiri

Dirâyet tefsiri; rivâyetlere münhasır kalmayıp Arap dili ve edebiyâtı, dînî ve felsefî ilimler ile çesitli müspet ilimlere dayanılarak yapılan tefsirdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsire de “dirâyet tefsiri” veya “re’y ile tefsir” ya da “ma’kûl tefsir” denir.

Zehebî’nin ifadesine göre re’y ile tefsir; müfessirin, Arap sözlerini, konusma sekillerini, Arapça lafızların mânâlarını ve delâlet vecihlerini bildikten sonra, câhiliyye devri siirinden de yararlanarak, nüzûl sebeplerine vâkıf olarak Kur’ân âyetlerinin nâsih ve mensûhunu ve tefsir bilgininin muhtaç olduğu diğer konuları bildikten sonra Kur’ân’ı içtihât ile tefsir etmekten ibârettir. Yani dirâyet tefsirinde asıl bahis mevzûu olan husûs, sahsî görüs ve içtihâttır.

 

Bir âyet hakkında onu açıklayan bir âyet veya bir hadîs bulunmadığında, tabiî olarak re’y ve içtihâtla tefsir edilir. Bu durumdaki müfessirin, tefsir usûlüne göre kendisi için sart olan ilimleri öğrenmis olması gereklidir. Aksi takdirde, mücerret re’y ile yapacağı tefsir, Kur’ân’a ters düseceğinden makbûl değildir.Çünkü tefsir bir bakıma Allah adına söz söylemektir. Allah’ın kelâmından muradın ne olduğunun tayin edilmesi, mes’uliyetli bir istir. Bu mes’uliyeti Hz. Peygamber (sas) sarâhaten ifade ederek, ihtiyatî bir tedbir koymustur:

“Kur’ân hakkında, ilmi olmaksızın söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.” “Kendi re’yiyle Kur’ân hakkında söz söyleyen kimse, isabet etse bile hata etmistir.”

 

Genisleyen İslâm sınırları içinde yeni müslüman olan kitlelerin antik çağın eski ve güçlü kültür çevrelerine mensup olmaları (Hıristiyan, Yahûdî, Kildânî, Kıptî, İrân, Türk ve Mısır kültürleri) İslâm dünyasında çesitli düsünce akımlarının zuhûru sonucunu doğurdu. Kur’ân’ı, dileyenin dilediği gibi ve keyfine göre tefsir etmemesi için bilginlerin kendi sahsî çabalarıyla ve fakat esaslı kâidelere bağlı olarak yaptıkları dirâyet tefsirleri ile doğabilecek fikrî kargasanın izâlesi yoluna gidildi.

 

Dirâyet tefsirinin câiz olması için dikkat edilmesi gereken husûsları söylece sıralayabiliriz:

1.  Âyetin tefsiri için öncelikle Kur’ân’a mürâcaat etmek.

2.  Zayıf ve mevzû hadîslerden sakınmak ve Hz. Peygamber’den nakledilen sünnete uygun yorumlar yapmak.

3.  Ashâbın tefsir tarzlarını göz önünde bulundurmak.

4.  Kelimenin sözlük anlamını esas alarak, delâlet etmediği mânâlara yöneltmekten kaçınmak.

5. Sözün lafzından anlasılan (zâhirî) mânâyı gözetip serîatın delâlet ettiği husûsu benimsemek.

 

Dirâyet tefsirinde kaçınılması gerekli olan husûsları su sekilde sıralamak mümkündür:

1. Âyetin mânâsını, Arap dilini ve İslâm’ın ahkâmını bilmeden Allah’ın kastetmediği anlama yönelterek beyân etmeye kalkısmak.

2. Allah’ın kelâmını bozuk görüslere hamlederek yanlıs yorumlara sapmak.

3. Allah’ın; bilgisini, yalnız kendisine tahsîs ettiği ve kendisinden baska kimsenin bilemeyeceği konuları açıklayıp yorumlamaya tesebbüs etmek.

4.  Allah’ın kelâmını hiçbir delîle dayanmadan tahsîs etmek.

5. Arzu ve heveslere uyarak Kur’ân’ı tefsire yeltenmek.

 

Re’y ile tefsir yapacak kisilerin bilmesi gereken ilimleri söylece sıralayabiliriz:  

Arapça (Sarf ve Nahiv),        Belagat ilmi (Meânî, Beyân, Bedî’), Kırâat ilmi, Kelâm ilmi, Fıkıh ve Fıkıh Usûlü ilmi, Kur’ân ilimleri. (Esbâb-ı nüzûl, nâsih-mensûh, muhkem-mütesâbih vb.), Hadîs ilmi, Vehbî ilim (ilmine göre amel edenlere Allah tarafından verilen husûsî bir bilgi),  Sosyoloji, Psikoloji, Astronomi, Fizik, Kimya, Tıp, Tarih vb. ilimler.

 

Dirâyet tefsiri kendi arasında ikiye ayrılır:

1. Mutlak Dirâyet Tefsiri.  Kendisinde muayyen bir görüsün meselâ; sûfî, felsefî veya fennî görüsün hâkim olmadığı dirâyet tefsiridir. Simdi de bu tarzda yazılmıs birkaç önemli mutlak dirâyet tefsir ve müfessirlerini zikredelim:

1. Fahruddin er-Razî                 . Mefâtîhu’l- Gayb (Tefsir-i Kebîr).

2. Kâdî Beydavi                            Envâru’t- Tenzîl ve Esrâru’t- Te’vîl.

3. Nesefî                                        Medârikü’t- Tenzîl ve Hakâkiku’t- Te’vîl.

4. el-Hâzin                                     Lübâbu’t- Te’vîl fî Meâni’t- Tenzîl.

5. Ebu Hayyân el-Endelûsî        el-Bahru’l- Muhît.

6. Hatîb Sirbînî                              es-Sirâcü’l- Münîr.

7. Ebussuûd Efendi                     İrsâdü’l- Akli’s-Selîm İlâ Mezâye’l- Kur’âni’l-Kerim.

 

2.Mukayyed Dirâyet Tefsiri

Kendisinde muayyen bir görüsün, meselâ; sûfî, felsefî, fıkhî, edebî-içtimaî görüsün hâkim olduğu tefsirdir. Mukayyed Dirâyet Tefsiri kendi arasında bazı bölümlere ayrılır:

a. Tasavvufî/Sûfî Tefsir.               1. Nazarî Sûfî/Tasavvufî Tefsir.              2.İsârî veya Amelî Tefsir.

b. Felsefî Tefsir.

c. Fıkhî Tefsir.

d. Fennî Tefsir.

e. Edebî-İçtimaî Tefsir.                   1. Edebî Tefsir.                          2. İçtimaî Tefsir.

f. Lügavî Tefsir.

g. Târihî Tefsir.

h. Fırka Tefsirleri.

ı. İlhâdî Tefsir.

Simdi de mukayyed dirâyet tefsirinin zikredilen alt bölümlerini metotlarıyla birlikte kısaca açıklayalım.

A. SÛFÎ/TASAVVUFÎ TEFSİR

Tasavvuf’un gayesi; züht ve takva, nefis terbiyesi, kendi varlığını Allah’ın sevgisinde eritmek, kalbini bütün mâsivâdan bosaltıp Hakk’a tahsis etmek, kendini yok bilip O’nun varlığında yasamak, dinin bütün emirlerine uymak ve yasaklardan kaçmak ve bu sûretle en büyük mutluluğa yani Allah’ın cemâlini müsâhedeye ermektir, seklinde özetlenebilir. İsin basında Allah korkusu veya sevgisine bağlı ferdî bir dinî hayat biçimi olarak ortaya çıkan bu hareket, ikinci asırdan itibaren sistemlesmeye; müntesiplerinin ibâdet ve tâatlarını, zikir ve virtlerini, davranıs biçimlerini düzenleyen, sâliklerin dereceleriyle ilgili ıstılahlar koyan bir okul haline geldi. Böylece bu cereyanın fikrî ve nazarî yönü ortaya çıkmaya basladı.

Müntesiplerine “sûfî” isminin verilmesi hicrî ikinci asırda ortaya çıkmıstır. İlk olarak bu isimle anılan kisi Ebû Hâsim es-Sûfî olmustur.

Hz. Peygamber’in (sas) vefatından sonra bazı kimselerde, bir takım sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik sebeplerin etkisiyle ibadete asırı düskünlük, uzlet, dünyadan uzaklasma ve züht hayatı gibi davranısların ön plana çıktığı görülmüstür. Bu düsünce ve davranıslarda bulunan kisiler, insanları kendileri gibi düsünmeye ve yasamaya tesvik etmek için en kolay ve en kestirme yolun Kur’ân’ı, anlayısları doğrultusunda yorumlamak olduğunu görerek Kur’ân’a yönelmislerdir. Neticede bu hareket, Kur’ân’da yer alan bazı ahlakî kavramları zâhirî anlamların dısında bâtınî bir mânâ ile yorumlamaya çalısmıstır. Böylece Kur’ân lafızlarının biri zâhirî, diğeri de bâtınî olmak üzere iki çesit yorumu ortaya çıkmıstır.

Tasavvuf, nazarî ve amelî olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki kısmın görüslerine uygun olarak iki çesit Sûfî tefsir meydana gelmistir. 1. Nazarî Sûfî Tefsir, 2. İsârî Sûfî Tefsir.

1. Nazarî Sûfî Tefsir

Kur’ân’ı, tetkiklerine ve felsefî görüslerine dayandırıp O’nu arzu ettikleri sekilde mânâlandırmıslardır. Kur’ân’ın gayesi, insanları irsat olduğundan, onlar Kur’ân’dan kendi anlayıslarına uyacak mânâları çıkarmakta zorluk çekmislerdir.Sûfî, görüslerini geçerli kılabilmek için, Kur’ân’la görüsü arasında bir zıtlık olsa dahi, onu kendi görüsüyle te’lif etmeye uğrasır ve böylece Kur’ân’ı kendi görüs ve felsefesinin hizmetine sokmus olur.

Nazarî sûfî tefsir ekolünün kurucusu, nazarî tasavvufla ilk uğrasan ve bu hususta ilk eserleri veren Muhyiddin b. el-Arabî kabul edilmektedir.

 

Bu akımın temel felsefesi “vahdet-i vücûd” nazariyesi üzerine kurulmustur.Âyetlerin tefsirinde asıl maksat Kur’ân’ın aslî gayesine, İslam’ın ruhuna uygunluk olmayıp, sahte mutasavvıfın kendi varmak istediği neticedir. Bu yüzden ayetin zâhir mânâsı, dil ve nahiv kaideleri vs. bütünüyle buna hizmet ettirilir.

Kur’ân’ı âyet âyet basından sonuna kadar te’vil eden nazarî tefsir yoktur. Bu gibi tefsirlere genellikle, tasavvuf nazariyâtı yapan eserlerde münferit olarak rastlanılır. Meselâ, Fütûhât-ı Mekkiyye ve Fusûs gibi eserlerde, Muhyiddin b. el- Arabî’ye âit bazı nazarî tefsirlerin görülmesi gibi.İbnu’l- Arabî’nin sistemini benimseyerek tefsir yazan iki ünlü kisiden biri, Sadreddin Konevî , kitabının adı, “Kitâbu İ’câzi’l- Beyan diğeri ise Abdürrezzak Kâsânî kitabının adı “Te’vîlât”tır.

 

2. İsârî Sûfî Tefsir

Zâhir mânâsı ile bağdastırılabilen, sulûk erbâbının bilebileceği birtakım anlamlara ve isâretlere göre Kur’ân’ı tefsir etmektir. Burada, nazarî sûfî tefsirde olduğu gibi sûfî

müfessirlerin ön fikir ve yargıları yoktur. Müfessir bulunduğu makamda içine doğan ilhâm ve isâretlerle âyetleri mânâlandırmaya çalısır.Kalplerine doğan bilgiyi kapalı bir

üslûp ile, remiz ve isâret yoluyla ifade ederler. Yaptıkları tefsirlere de tefsir değil, isâret adını verirler. Bunun için tasavvufî tefsire “isârî tefsir” adı verilir. Diğer bir ifâde ile, ilk

anda akla gelmeyen, fakat tefekkürle, âyetin isâretinden kalbe doğan mânâ anlamına gelir.

İsârî tefsirler, makbûl ve makbûl olmamak üzere iki gruba ayrılırlar. İsârî tefsirin makbûl olabilmesi için, verilen bâtınî mânânın sıhhat sartlarının bulunması gereklidir. Bâtın

mânânın da sahih olması için su dört sartın bulunması gerekir:

1.  Bâtın mânânın Kur’ân lafzının zâhir mânâsına aykırı olmaması,

2. Baska bir yerde bu mânânın doğruluğunu te’yid eden ser’î bir sâhidin bulunması,

3.  Verilen bu mânâya, ser’î veya aklî bir muârızın bulunmaması,

4.  Verilen bâtınî mânânın tek mânâ olduğunun ileri sürülmemesi.

 

Mutasavvıflar Kur’ân tefsirinde, âyetlerin zâhir mânâsından ziyâde, bâtını üzerinde durmuslardır. Onlar, zâhir mânâ ile, maksada ulasmaktan ziyade, ihtilâfa düsüldüğünü görmüslerdir. Bu bakımdan menkûl tefsire itibar etmemisler, sadece lügavî delâletler bakımından onların nahvî terkiplerine temessük etmislerdir.

Bazı tasavvufî tefsirlere örnek olarak sunları zikredebiliriz:

1.et-Tüsterî                              :    Tefsiru’l- Kur’ân’i’l- Azîm..

2.Sülemî                                  :     Hakâiku’t- Tefsir..

3.Muhammed el-Kuseyrî      : Letâifu’l- İsârât.

4.Ebû Muhammed es-Sîrâzî:   Arâisu’l- Beyân fî Hakâikı’l- Kur’ân

Nazarî sûfî hareketin, isarî sûfi harekete de tesiri olmus ve büyük ölçüde Osmanlı dönemi müfessirlerini ve divan edebiyatını etkisi altına almıstır. Bu düsüncenin izlerini
mesela Sihâbuddin es-Sivasî’de görmemiz mümkündür. Osmanlı dönemi müfessirleri arasında sûfîliği ile ünlü kisiler arasında Molla Fenârî , Yahya es- Semerkandî , Nimetullah Nahcivânî  ve ismail Hakkı Bursevî .Irak’lı olmasına rağmen yazdığı tefsirini istanbul’a getirerek devrin padisaha takdim eden Âlûsî ’yi de ilave edebiliriz.