๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => Ders Notları ve Özetler => Konuyu başlatan: nasbil üzerinde 07 Mayıs 2010, 17:27:43



Konu Başlığı: Tefsir 8-11. Haftalar
Gönderen: nasbil üzerinde 07 Mayıs 2010, 17:27:43
TEFSİR 8. HAFTA
Dirâyet Tefsiri
Dirâyet tefsiri; rivâyetlere münhasır kalmayıp Arap dili ve edebiyâtı, dînî ve felsefî ilimler ile çesitli müspet ilimlere dayanılarak yapılan tefsirdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsire de “dirâyet tefsiri” veya “re’y ile tefsir” ya da “ma’kûl tefsir” denir.
Zehebî’nin ifadesine göre re’y ile tefsir; müfessirin, Arap sözlerini, konusma sekillerini, Arapça lafızların mânâlarını ve delâlet vecihlerini bildikten sonra, câhiliyye devri siirinden de yararlanarak, nüzûl sebeplerine vâkıf olarak Kur’ân âyetlerinin nâsih ve mensûhunu ve tefsir bilgininin muhtaç olduğu diğer konuları bildikten sonra Kur’ân’ı içtihât ile tefsir etmekten ibârettir. Yani dirâyet tefsirinde asıl bahis mevzûu olan husûs, sahsî görüs ve içtihâttır.
 
Bir âyet hakkında onu açıklayan bir âyet veya bir hadîs bulunmadığında, tabiî olarak re’y ve içtihâtla tefsir edilir. Bu durumdaki müfessirin, tefsir usûlüne göre kendisi için sart olan ilimleri öğrenmis olması gereklidir. Aksi takdirde, mücerret re’y ile yapacağı tefsir, Kur’ân’a ters düseceğinden makbûl değildir.Çünkü tefsir bir bakıma ALLAH adına söz söylemektir. ALLAH’ın kelâmından muradın ne olduğunun tayin edilmesi, mes’uliyetli bir istir. Bu mes’uliyeti Hz. Peygamber (sas) sarâhaten ifade ederek, ihtiyatî bir tedbir koymustur:
“Kur’ân hakkında, ilmi olmaksızın söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.” “Kendi re’yiyle Kur’ân hakkında söz söyleyen kimse, isabet etse bile hata etmistir.”
 
Genisleyen İslâm sınırları içinde yeni müslüman olan kitlelerin antik çağın eski ve güçlü kültür çevrelerine mensup olmaları (Hıristiyan, Yahûdî, Kildânî, Kıptî, İrân, Türk ve Mısır kültürleri) İslâm dünyasında çesitli düsünce akımlarının zuhûru sonucunu doğurdu. Kur’ân’ı, dileyenin dilediği gibi ve keyfine göre tefsir etmemesi için bilginlerin kendi sahsî çabalarıyla ve fakat esaslı kâidelere bağlı olarak yaptıkları dirâyet tefsirleri ile doğabilecek fikrî kargasanın izâlesi yoluna gidildi.
 
Dirâyet tefsirinin câiz olması için dikkat edilmesi gereken husûsları söylece sıralayabiliriz:
1. Âyetin tefsiri için öncelikle Kur’ân’a mürâcaat etmek.
2. Zayıf ve mevzû hadîslerden sakınmak ve Hz. Peygamber’den nakledilen sünnete uygun yorumlar yapmak.
3. Ashâbın tefsir tarzlarını göz önünde bulundurmak.
4. Kelimenin sözlük anlamını esas alarak, delâlet etmediği mânâlara yöneltmekten kaçınmak.
5. Sözün lafzından anlasılan (zâhirî) mânâyı gözetip serîatın delâlet ettiği husûsu benimsemek.
 
Dirâyet tefsirinde kaçınılması gerekli olan husûsları su sekilde sıralamak mümkündür:
1. Âyetin mânâsını, Arap dilini ve İslâm’ın ahkâmını bilmeden ALLAH’ın kastetmediği anlama yönelterek beyân etmeye kalkısmak.
2. ALLAH’ın kelâmını bozuk görüslere hamlederek yanlıs yorumlara sapmak.
3. ALLAH’ın; bilgisini, yalnız kendisine tahsîs ettiği ve kendisinden baska kimsenin bilemeyeceği konuları açıklayıp yorumlamaya tesebbüs etmek.
4. ALLAH’ın kelâmını hiçbir delîle dayanmadan tahsîs etmek.
5. Arzu ve heveslere uyarak Kur’ân’ı tefsire yeltenmek.
 
Re’y ile tefsir yapacak kisilerin bilmesi gereken ilimleri söylece sıralayabiliriz:
Arapça (Sarf ve Nahiv),        Belagat ilmi (Meânî, Beyân, Bedî’), Kırâat ilmi, Kelâm ilmi, Fıkıh ve Fıkıh Usûlü ilmi, Kur’ân ilimleri. (Esbâb-ı nüzûl, nâsih-mensûh, muhkem-mütesâbih vb.), Hadîs ilmi, Vehbî ilim (ilmine göre amel edenlere ALLAH tarafından verilen husûsî bir bilgi),  Sosyoloji, Psikoloji, Astronomi, Fizik, Kimya, Tıp, Tarih vb. ilimler.
 
Dirâyet tefsiri kendi arasında ikiye ayrılır:
1. Mutlak Dirâyet Tefsiri.  Kendisinde muayyen bir görüsün meselâ; sûfî, felsefî veya fennî görüsün hâkim olmadığı dirâyet tefsiridir. Simdi de bu tarzda yazılmıs birkaç önemli mutlak dirâyet tefsir ve müfessirlerini zikredelim:
1. Fahruddin er-Razî                 . Mefâtîhu’l- Gayb (Tefsir-i Kebîr).
2. Kâdî Beydavi                            Envâru’t- Tenzîl ve Esrâru’t- Te’vîl.
3. Nesefî                                        Medârikü’t- Tenzîl ve Hakâkiku’t- Te’vîl.
4. el-Hâzin                                     Lübâbu’t- Te’vîl fî Meâni’t- Tenzîl.
5. Ebu Hayyân el-Endelûsî        el-Bahru’l- Muhît.
6. Hatîb Sirbînî                              es-Sirâcü’l- Münîr.
7. Ebussuûd Efendi                     İrsâdü’l- Akli’s-Selîm İlâ Mezâye’l- Kur’âni’l-Kerim.
 
2.Mukayyed Dirâyet Tefsiri
Kendisinde muayyen bir görüsün, meselâ; sûfî, felsefî, fıkhî, edebî-içtimaî görüsün hâkim olduğu tefsirdir. Mukayyed Dirâyet Tefsiri kendi arasında bazı bölümlere ayrılır:
a. Tasavvufî/Sûfî Tefsir.               1. Nazarî Sûfî/Tasavvufî Tefsir.              2.İsârî veya Amelî Tefsir.
b. Felsefî Tefsir.
c. Fıkhî Tefsir.
d. Fennî Tefsir.
e. Edebî-İçtimaî Tefsir.                   1. Edebî Tefsir.                          2. İçtimaî Tefsir.
f. Lügavî Tefsir.
g. Târihî Tefsir.
h. Fırka Tefsirleri.
ı. İlhâdî Tefsir.
Simdi de mukayyed dirâyet tefsirinin zikredilen alt bölümlerini metotlarıyla birlikte kısaca açıklayalım.
A. SÛFÎ/TASAVVUFÎ TEFSİR
Tasavvuf’un gayesi; züht ve takva, nefis terbiyesi, kendi varlığını ALLAH’ın sevgisinde eritmek, kalbini bütün mâsivâdan bosaltıp Hakk’a tahsis etmek, kendini yok bilip O’nun varlığında yasamak, dinin bütün emirlerine uymak ve yasaklardan kaçmak ve bu sûretle en büyük mutluluğa yani ALLAH’ın cemâlini müsâhedeye ermektir, seklinde özetlenebilir. İsin basında ALLAH korkusu veya sevgisine bağlı ferdî bir dinî hayat biçimi olarak ortaya çıkan bu hareket, ikinci asırdan itibaren sistemlesmeye; müntesiplerinin ibâdet ve tâatlarını, zikir ve virtlerini, davranıs biçimlerini düzenleyen, sâliklerin dereceleriyle ilgili ıstılahlar koyan bir okul haline geldi. Böylece bu cereyanın fikrî ve nazarî yönü ortaya çıkmaya basladı.
Müntesiplerine “sûfî” isminin verilmesi hicrî ikinci asırda ortaya çıkmıstır. İlk olarak bu isimle anılan kisi Ebû Hâsim es-Sûfî olmustur.
Hz. Peygamber’in (sas) vefatından sonra bazı kimselerde, bir takım sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik sebeplerin etkisiyle ibadete asırı düskünlük, uzlet, dünyadan uzaklasma ve züht hayatı gibi davranısların ön plana çıktığı görülmüstür. Bu düsünce ve davranıslarda bulunan kisiler, insanları kendileri gibi düsünmeye ve yasamaya tesvik etmek için en kolay ve en kestirme yolun Kur’ân’ı, anlayısları doğrultusunda yorumlamak olduğunu görerek Kur’ân’a yönelmislerdir. Neticede bu hareket, Kur’ân’da yer alan bazı ahlakî kavramları zâhirî anlamların dısında bâtınî bir mânâ ile yorumlamaya çalısmıstır. Böylece Kur’ân lafızlarının biri zâhirî, diğeri de bâtınî olmak üzere iki çesit yorumu ortaya çıkmıstır.
Tasavvuf, nazarî ve amelî olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki kısmın görüslerine uygun olarak iki çesit Sûfî tefsir meydana gelmistir. 1. Nazarî Sûfî Tefsir, 2. İsârî Sûfî Tefsir.



1. Nazarî Sûfî Tefsir
Kur’ân’ı, tetkiklerine ve felsefî görüslerine dayandırıp O’nu arzu ettikleri sekilde mânâlandırmıslardır. Kur’ân’ın gayesi, insanları irsat olduğundan, onlar Kur’ân’dan kendi anlayıslarına uyacak mânâları çıkarmakta zorluk çekmislerdir.Sûfî, görüslerini geçerli kılabilmek için, Kur’ân’la görüsü arasında bir zıtlık olsa dahi, onu kendi görüsüyle te’lif etmeye uğrasır ve böylece Kur’ân’ı kendi görüs ve felsefesinin hizmetine sokmus olur.
Nazarî sûfî tefsir ekolünün kurucusu, nazarî tasavvufla ilk uğrasan ve bu hususta ilk eserleri veren Muhyiddin b. el-Arabî kabul edilmektedir.
 
Bu akımın temel felsefesi “vahdet-i vücûd” nazariyesi üzerine kurulmustur.Âyetlerin tefsirinde asıl maksat Kur’ân’ın aslî gayesine, İslam’ın ruhuna uygunluk olmayıp, sahte mutasavvıfın kendi varmak istediği neticedir. Bu yüzden ayetin zâhir mânâsı, dil ve nahiv kaideleri vs. bütünüyle buna hizmet ettirilir.
Kur’ân’ı âyet âyet basından sonuna kadar te’vil eden nazarî tefsir yoktur. Bu gibi tefsirlere genellikle, tasavvuf nazariyâtı yapan eserlerde münferit olarak rastlanılır. Meselâ, Fütûhât-ı Mekkiyye ve Fusûs gibi eserlerde, Muhyiddin b. el- Arabî’ye âit bazı nazarî tefsirlerin görülmesi gibi.İbnu’l- Arabî’nin sistemini benimseyerek tefsir yazan iki ünlü kisiden biri, Sadreddin Konevî , kitabının adı, “Kitâbu İ’câzi’l- Beyan diğeri ise Abdürrezzak Kâsânî kitabının adı “Te’vîlât”tır.
 
2. İsârî Sûfî Tefsir
Zâhir mânâsı ile bağdastırılabilen, sulûk erbâbının bilebileceği birtakım anlamlara ve isâretlere göre Kur’ân’ı tefsir etmektir. Burada, nazarî sûfî tefsirde olduğu gibi sûfî
müfessirlerin ön fikir ve yargıları yoktur. Müfessir bulunduğu makamda içine doğan ilhâm ve isâretlerle âyetleri mânâlandırmaya çalısır.Kalplerine doğan bilgiyi kapalı bir
üslûp ile, remiz ve isâret yoluyla ifade ederler. Yaptıkları tefsirlere de tefsir değil, isâret adını verirler. Bunun için tasavvufî tefsire “isârî tefsir” adı verilir. Diğer bir ifâde ile, ilk
anda akla gelmeyen, fakat tefekkürle, âyetin isâretinden kalbe doğan mânâ anlamına gelir.
İsârî tefsirler, makbûl ve makbûl olmamak üzere iki gruba ayrılırlar. İsârî tefsirin makbûl olabilmesi için, verilen bâtınî mânânın sıhhat sartlarının bulunması gereklidir. Bâtın
mânânın da sahih olması için su dört sartın bulunması gerekir:
1. Bâtın mânânın Kur’ân lafzının zâhir mânâsına aykırı olmaması,
2. Baska bir yerde bu mânânın doğruluğunu te’yid eden ser’î bir sâhidin bulunması,
3. Verilen bu mânâya, ser’î veya aklî bir muârızın bulunmaması,
4. Verilen bâtınî mânânın tek mânâ olduğunun ileri sürülmemesi.
 
Mutasavvıflar Kur’ân tefsirinde, âyetlerin zâhir mânâsından ziyâde, bâtını üzerinde durmuslardır. Onlar, zâhir mânâ ile, maksada ulasmaktan ziyade, ihtilâfa düsüldüğünü görmüslerdir. Bu bakımdan menkûl tefsire itibar etmemisler, sadece lügavî delâletler bakımından onların nahvî terkiplerine temessük etmislerdir.
Bazı tasavvufî tefsirlere örnek olarak sunları zikredebiliriz:
1.et-Tüsterî                              :    Tefsiru’l- Kur’ân’i’l- Azîm..
2.Sülemî                                  :     Hakâiku’t- Tefsir..
3.Muhammed el-Kuseyrî      : Letâifu’l- İsârât.
4.Ebû Muhammed es-Sîrâzî:   Arâisu’l- Beyân fî Hakâikı’l- Kur’ân
Nazarî sûfî hareketin, isarî sûfi harekete de tesiri olmus ve büyük ölçüde Osmanlı dönemi müfessirlerini ve divan edebiyatını etkisi altına almıstır. Bu düsüncenin izlerini
mesela Sihâbuddin es-Sivasî’de görmemiz mümkündür. Osmanlı dönemi müfessirleri arasında sûfîliği ile ünlü kisiler arasında Molla Fenârî , Yahya es- Semerkandî , Nimetullah Nahcivânî  ve ismail Hakkı Bursevî .Irak’lı olmasına rağmen yazdığı tefsirini istanbul’a getirerek devrin padisaha takdim eden Âlûsî ’yi de ilave edebiliriz
TEFSİR 9. HAFTA

FELSEFÎ TEFSİR
Felsefenin İslâm dünyasında sâf bir fikir cereyanı olarak yayılıp gelismesini müteâkiben İslâm’ın bazı i’tikâdî meselelerini felsefî yorumlarla açıklama gayretleri sonucu Felsefî tefsir diyebileceğimiz bir anlayıs belirdi.Kur’ân’ın felsefî olarak izâhını içeren tam bir tefsir yazılmamış daha çok münferit âyetlerin felsefî yorumunu amaçlayan bir takım çalısmalar yapılmıştır.Bu çalısmanın ilk örneklerini ünlü filozof Kindî’de görmekteyiz.
Bâkıllânî , İmâmu’l- Haremeyn el-Cüveynî, İmâm Gazzâlî  felsefeyi Kur’ân’a hizmet edecek biçimde kullanırken, İhvân-ı Safâ ve İbn Sinâ da âyetleri kendi felsefî görüsleri açısından yorumladılar.
Felsefî Tefsire Örnekler:
Farâbî’ye göre dinin sembolik bir özelliği vardır... Kur’ân’daki Cennet, Cehennem gibi seyler, bu sembollerden ibarettir. Peygamber metafizik ve nazarî hikmeti bilmez, fakat sezgi kuvveti ile pratik hikmette, ahlâkta dehâ sahibidir. Halbuki olgun bir feylesof Peygamberden üstündür. Çünkü nazar, amelden ve ilim, ahlâktan üstündür. Farâbî, Kur’ân’ı aklîlestirebilmek için, orada görülen ars, kürsî, levh, kalem gibi birçok tâbirleri kendi sistemine göre te’vil etmektedir.
İbn Sinâ, Kur’ân’ın nasslarını, hakikatini ancak kendisi gibi havâssın anlayabileceği rumûzlar olarak görmektedir. O, Kur’ân nasslarını elinde bulunan felsefî nazariyelerle hükmederek tefsir etmistir. O, bu yaklasımlarıyla, Kur’ân’ın rûhundan ve dinin hakikatinden uzaklasmıstır. İbn Sinâ, Cenneti, Cehennemi ve Sırâtı, sahîh rivâyetlerden uzak, felsefî açıdan değerlendirir.
Âlemleri üç kısma ayırır, aklî âlem Cennet, hayâl âlemi Cehennem, his âlemi de kabir âlemidir.
İbn Sina’nın tefsirle ilgili eserleri sunlardır: 1. Tefsiru Sûreti’l- İhlâs. 2. Tefsiru Sûreti’l- Felak. 3. Tefsiru Sûreti’n- Nâs.
  
FIKHÎ TEFSİR
Fıkhî tefsir, Kur’ân-ı Kerim’in amel yani ibâdât ve muâmelât yönleri ile mesgûl olan, bu konu ile ilgili bulunan âyetleri açıklayan ve onlardan hükümler çıkarmaya çalısan bir tefsir çesididir.Fıkhî
Tefsir, Kur’ân’ın inzâli ile beraber baslamıstır.Fıkhî Tefsir’in konusu, bütünüyle, Kur’ân-ı Kerim’in fıkhî yönü olup, bunun içine ibâdetler olsun, hukûkî isler olsun insanların amelleri ile ilgili bütün âyetler girmektedir.
Fıkhî tefsirlerde âyeti âyetle, hadisle ve içtihatla tefsir etme metotları uygulanmıs, fıkhî mezheplerin zuhûr etmesiyle birlikte fıkhî tefsir hareketi de baslamıstır.Fıkhî tefsirleri “Ahkâmu’l- Kur’ân”, “Fıkhu’l- Kur’ân”, “Tefsiru Âyâti’l- Ahkâm” adları altında görmemiz mümkündür.
Kaynaklar umûmiyetle Sâfiî’nin  “Ahkâmu’l-Kur’ân” adlı eserini bu sahada yazılan ilk eser olarak kabul ederlerse de, Sâfiî’den yarım asırdan daha fazla bir önceliğe sâhip olan, Mukâtil b. Süleymân’ın “Tefsiru’l- Hamsi mie Âye Mine’l- Kur’ân” adlı eserini, bugünkü bilgilerimize göre, ilk tedvîn edilmis fıkhî tefsir olarak kabul edebiliriz.
Fıkhî tefsir sahasında yazılan eserlerin bazıları:
1. Mukâtil b. Süleymân,   :   “Tefsiru’l- Hamsi mie Âye Mine’l- Kur’ân”.
2. Sâfiî,                             :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
3. Dâvûd ez-Zahirî           :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
4. Tahâvî                           :  “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
5. Ebû Bekr el-Cassâs      :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
6. Ebû Bekr b. Arabî       :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
7. el-Kurtubî                    :  “el-Câmi’u li Ahkâmi’l- Kur’ân”.
 
FENNÎ/İLMÎ TEFSİR
Kur’ân’ın Fennî tefsirinde, Kur’ân’ın bütün ilimleri ihtivâ ettiği esası, ağırlık noktasını teskil eder. Bu yolu benimseyen kimselerin nazarında Kur’ân, dînî, i’tikâdî ilimleri ihtivâ etmekle beraber, onun diğer çesitli ilimleri de kapsadığı fikri revaç bulur.
Fennî tefsir ile ilgili olarak ilk eser yazan (Cevâhiru’l- Kur’ân) kisi Gazzâlî’dir. Bu anlayıs içerisinde tefsir yazan ve bunu en güzel sekilde tatbik eden de Fahruddîn er- Râzî’dir. Bunlardan sonra da fennî tefsir hareketinin bayraktarlığını Muhammed b. Ebi’l- Fadl el-Mursî  ile es-Suyutî  yapmıslar ve bu hareketi canlı tutmaya çalısmıslardır.
Kur’ân-ı Kerim’in bazı âyetleriyle fennî kesifler arasında münasebet kuranların dayanaklarını kısaca söyle özetleyebiliriz:
1. Kur’ân’da tabiî ilimlerin konusunu teskil eden meselelere dikkat çeken çok sayıda âyet vardır. Fıkıh ilminin sahasına sarih olarak giren 150 kadar âyete mukâbil; fizik, kimya, astronomi, biyoloji, tıp gibi sahalara dair 750 kadar âyetle Kur’ân bize inceleme ve tefekkürü emretmektedir.
2. Ayrıca Kur’ân’ın su âyetlerini de kendilerine dayanak yapmaktadırlar: “Biz kitapta hiç bir seyi ihmal etmedik” (En’am,6/38), “Her seyi açıklaması için sana kitabı Biz indirdik.” (Nahl,16/89), “Yeryüzünde yas ve kuru istisnasız her sey apaçık bir kitaptadır” (En’am,6/59).
3. Onlar bu hususta hadîs-i seriflerden de yararlanmaktadırlar. Kur’ân’ı tavsif eden uzunca bir hadîste söyle buyurulur: “Onda öncekilerin haberleri gibi, sonra geleceklerin de haberleri mevcuttur. Aranızda çıkacak meselelerin (ihtilafların) hükmü de vardır. Bir de O’nun bedî (orijinal) mânâları tükenmez, çok tekrarlanmakla eskimez”.
4. Diğer taraftan, sahâbe ve tâbiûn’un ileri gelenlerinin görüslerinden de istifade etmeyi ihmal etmemislerdir. İbn Mes’ud bu konuda söyle der: “Kur’ân-ı Kerim’de bütün ilimler
indirilmis ve onda her sey açıklanmıstır; ancak bizim ilmimiz, Kur’ân’da açıklanmıs bulunan bu ilimleri anlamak hususunda aciz kalmaktadır”.
5. Kur’ân’da mütesâbih âyetlerin bulunması.
6. Müslümanların tarihte Kur’ân’dan kaynaklanan büyük bir medeniyet gerçeklestirmis olmaları, İslam’da ilim din zıtlığının bulunmaması.
7. Kur’ân’ın, kıyâmete kadar gelecek insanlığa, ilmi her seyi ihata eden Yüce ALLAH tarafından bir rehber olarak gönderilmesi.
8. Son üç-dört asırda, maddî gelismisliğin öncülüğünün Avrupalılara geçmesi, bu durumun bazı müslümanlarda asağılık duygusuna yol açması.
 
Fennî tefsir hareketi bazı mütekaddimîn ve müteahhirîn tarafından makbul görülmemis ve tenkide uğramıstır.ilk sistemli itiraz, Endülüslü  Ebû İshâk b. Musâ es-Sâtıbî ’den gelmiştir.
Fennî tefsir çalısmalarının, ülkemizdeki temsilcisi Gâzî Ahmet Muhtar Pasa olmus ve “Serâirü’l- Kur’ân” ismini vermis ve bu eser sahasında yazılan ilk ciddi eserlerden sayılmıstır.
Fennî tefsirin, son dönemdeki en mühim mümessili süphesiz es-Seyh Tantâvî el-Cevherî’dir. “el-Cevâhir fî Tefsiri’l- Kur’ân” adlı  ciltlik muazzam eserinde, zamanımıza kadar, bu saha ile ilgilenen kimselerden daha fazla fennî tefsir örnekleri vermiştir.
Tantavî’den sonra, Mustafa el-Merâgî, Resid Rızâ, Seyyid Kutûb gibi müfessirler, eserlerinde bazı âyetlerin tefsirinde bu metoda basvurmaktan geri kalmamıslardır.
 
Fennî tefsiri savunan âlimler de fennî tefsirin sahih olabilmesi için birtakım sartlar ileriye sürmüslerdir:
1. Fennî tefsir, ilmî nazariyeleri te’yid etmeli, ilmî nazariyeler fennî tefsiri değil. Çünkü ilmî nazariyeler, fennî tefsiri te’yid ettiğinde ALLAH’ın murâdı hakkında kesin karar vermis oluruz ki, bu da kötü neticeler doğurur. .
2.  İlimleri Kur’ân’dan, Din’den ve imandan ayrı ve müstakil görmek bir tefrit, Kur’ân’ı müspet ilimlerin pesinden kosturmak ve O’nu âdeta bir fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi kitabı saymak da bir ifrattır.
3. Kur’ân’ı, değisip duran ilimlerin bugünkü seviyesiyle bir görmek, hatta henüz ispatlanamamıs ilmî teorileri Kur’ân’a sahit yapmak büyük bir yanlıstır. Kur’ân âyetleri, yeni ilmî gelisme ve nazariyelerle telife çalısılmamalıdır.
4. Âyet ve hadisleri ilimlere göre açıklamaya çalısırken, dâima “fîhi nazar” deyip, daha baska ihtimalleri nazara alarak ihtiyatı elden bırakmamak lâzımdır.
5. Kur’ân’ın hakikat adına söyleyip de, aksi ortaya çıkan hiç bir mes’elesi yoktur ve olamaz da. Eğer, ilmî bir mes’eleyi Kur’ân’la tenâkuz halinde görüyorsak, ya biz Kur’ân’ı yanlıs anlıyoruz ya da ilim o mes’elede yanılmaktadır.
6. “...Devrin fen ve kültürünün tesirinde kalınarak kaleme alınan eserler ihtivâ ettikleri tekellüflü te’villerden ötürü, okuyucu tarafından hep kuskuyla karsılanmıstır. Hele, sübût bulmamıs nazariyeleri birer ilmî gerçek zannederek, Kur’ân’ın hakikatlerini onlara uydurmaya çalısmalar, Kur’ân’ı küçük düsürücü mâhiyetde olmustur...
7. “Fennî tefsirde muvâzeneyi elden kaçırmamak lâzımdır.Hangi devirde yazılırsa yazılsın, en yanlıs tefsir yazan “katiyyen bu, budur” diyendir. Bu arada bazı müfessirler, Kur’ân’ın beyânâtını ele aldıkları zaman, ihtimâlât-ı kesîre içinde ele almıslardır.
8. Kur’ân-ı Kerim’in yeni bir tefsiri yapılacaksa, su iki nokta gözden uzak tutulmamalıdır: a.“Yas ve kuru her sey, Kitab-ı Mübîn’de vardır” hakikatı. b. İlmî hakîkatleri, ilgili Kur’ân ayetleriyle te’lifte muvâzeneyi koruma.
9. Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerini zaafımıza alet etmemeliyiz































TEFSİR 9. HAFTA

FELSEFÎ TEFSİR
Felsefenin İslâm dünyasında sâf bir fikir cereyanı olarak yayılıp gelismesini müteâkiben İslâm’ın bazı i’tikâdî meselelerini felsefî yorumlarla açıklama gayretleri sonucu Felsefî tefsir diyebileceğimiz bir anlayıs belirdi.Kur’ân’ın felsefî olarak izâhını içeren tam bir tefsir yazılmamış daha çok münferit âyetlerin felsefî yorumunu amaçlayan bir takım çalısmalar yapılmıştır.Bu çalısmanın ilk örneklerini ünlü filozof Kindî’de görmekteyiz.
Bâkıllânî , İmâmu’l- Haremeyn el-Cüveynî, İmâm Gazzâlî  felsefeyi Kur’ân’a hizmet edecek biçimde kullanırken, İhvân-ı Safâ ve İbn Sinâ da âyetleri kendi felsefî görüsleri açısından yorumladılar.
Felsefî Tefsire Örnekler:
Farâbî’ye göre dinin sembolik bir özelliği vardır... Kur’ân’daki Cennet, Cehennem gibi seyler, bu sembollerden ibarettir. Peygamber metafizik ve nazarî hikmeti bilmez, fakat sezgi kuvveti ile pratik hikmette, ahlâkta dehâ sahibidir. Halbuki olgun bir feylesof Peygamberden üstündür. Çünkü nazar, amelden ve ilim, ahlâktan üstündür. Farâbî, Kur’ân’ı aklîlestirebilmek için, orada görülen ars, kürsî, levh, kalem gibi birçok tâbirleri kendi sistemine göre te’vil etmektedir.
İbn Sinâ, Kur’ân’ın nasslarını, hakikatini ancak kendisi gibi havâssın anlayabileceği rumûzlar olarak görmektedir. O, Kur’ân nasslarını elinde bulunan felsefî nazariyelerle hükmederek tefsir etmistir. O, bu yaklasımlarıyla, Kur’ân’ın rûhundan ve dinin hakikatinden uzaklasmıstır. İbn Sinâ, Cenneti, Cehennemi ve Sırâtı, sahîh rivâyetlerden uzak, felsefî açıdan değerlendirir.
Âlemleri üç kısma ayırır, aklî âlem Cennet, hayâl âlemi Cehennem, his âlemi de kabir âlemidir.
İbn Sina’nın tefsirle ilgili eserleri sunlardır: 1. Tefsiru Sûreti’l- İhlâs. 2. Tefsiru Sûreti’l- Felak. 3. Tefsiru Sûreti’n- Nâs.
  
FIKHÎ TEFSİR
Fıkhî tefsir, Kur’ân-ı Kerim’in amel yani ibâdât ve muâmelât yönleri ile mesgûl olan, bu konu ile ilgili bulunan âyetleri açıklayan ve onlardan hükümler çıkarmaya çalısan bir tefsir çesididir.Fıkhî
Tefsir, Kur’ân’ın inzâli ile beraber baslamıstır.Fıkhî Tefsir’in konusu, bütünüyle, Kur’ân-ı Kerim’in fıkhî yönü olup, bunun içine ibâdetler olsun, hukûkî isler olsun insanların amelleri ile ilgili bütün âyetler girmektedir.
Fıkhî tefsirlerde âyeti âyetle, hadisle ve içtihatla tefsir etme metotları uygulanmıs, fıkhî mezheplerin zuhûr etmesiyle birlikte fıkhî tefsir hareketi de baslamıstır.Fıkhî tefsirleri “Ahkâmu’l- Kur’ân”, “Fıkhu’l- Kur’ân”, “Tefsiru Âyâti’l- Ahkâm” adları altında görmemiz mümkündür.
Kaynaklar umûmiyetle Sâfiî’nin  “Ahkâmu’l-Kur’ân” adlı eserini bu sahada yazılan ilk eser olarak kabul ederlerse de, Sâfiî’den yarım asırdan daha fazla bir önceliğe sâhip olan, Mukâtil b. Süleymân’ın “Tefsiru’l- Hamsi mie Âye Mine’l- Kur’ân” adlı eserini, bugünkü bilgilerimize göre, ilk tedvîn edilmis fıkhî tefsir olarak kabul edebiliriz.
Fıkhî tefsir sahasında yazılan eserlerin bazıları:
1. Mukâtil b. Süleymân,   :   “Tefsiru’l- Hamsi mie Âye Mine’l- Kur’ân”.
2. Sâfiî,                             :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
3. Dâvûd ez-Zahirî           :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
4. Tahâvî                           :  “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
5. Ebû Bekr el-Cassâs      :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
6. Ebû Bekr b. Arabî       :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
7. el-Kurtubî                    :  “el-Câmi’u li Ahkâmi’l- Kur’ân”.
 
FENNÎ/İLMÎ TEFSİR
Kur’ân’ın Fennî tefsirinde, Kur’ân’ın bütün ilimleri ihtivâ ettiği esası, ağırlık noktasını teskil eder. Bu yolu benimseyen kimselerin nazarında Kur’ân, dînî, i’tikâdî ilimleri ihtivâ etmekle beraber, onun diğer çesitli ilimleri de kapsadığı fikri revaç bulur.
Fennî tefsir ile ilgili olarak ilk eser yazan (Cevâhiru’l- Kur’ân) kisi Gazzâlî’dir. Bu anlayıs içerisinde tefsir yazan ve bunu en güzel sekilde tatbik eden de Fahruddîn er- Râzî’dir. Bunlardan sonra da fennî tefsir hareketinin bayraktarlığını Muhammed b. Ebi’l- Fadl el-Mursî  ile es-Suyutî  yapmıslar ve bu hareketi canlı tutmaya çalısmıslardır.
Kur’ân-ı Kerim’in bazı âyetleriyle fennî kesifler arasında münasebet kuranların dayanaklarını kısaca söyle özetleyebiliriz:
1. Kur’ân’da tabiî ilimlerin konusunu teskil eden meselelere dikkat çeken çok sayıda âyet vardır. Fıkıh ilminin sahasına sarih olarak giren 150 kadar âyete mukâbil; fizik, kimya, astronomi, biyoloji, tıp gibi sahalara dair 750 kadar âyetle Kur’ân bize inceleme ve tefekkürü emretmektedir.
2. Ayrıca Kur’ân’ın su âyetlerini de kendilerine dayanak yapmaktadırlar: “Biz kitapta hiç bir seyi ihmal etmedik” (En’am,6/38), “Her seyi açıklaması için sana kitabı Biz indirdik.” (Nahl,16/89), “Yeryüzünde yas ve kuru istisnasız her sey apaçık bir kitaptadır” (En’am,6/59).
3. Onlar bu hususta hadîs-i seriflerden de yararlanmaktadırlar. Kur’ân’ı tavsif eden uzunca bir hadîste söyle buyurulur: “Onda öncekilerin haberleri gibi, sonra geleceklerin de haberleri mevcuttur. Aranızda çıkacak meselelerin (ihtilafların) hükmü de vardır. Bir de O’nun bedî (orijinal) mânâları tükenmez, çok tekrarlanmakla eskimez”.
4. Diğer taraftan, sahâbe ve tâbiûn’un ileri gelenlerinin görüslerinden de istifade etmeyi ihmal etmemislerdir. İbn Mes’ud bu konuda söyle der: “Kur’ân-ı Kerim’de bütün ilimler
indirilmis ve onda her sey açıklanmıstır; ancak bizim ilmimiz, Kur’ân’da açıklanmıs bulunan bu ilimleri anlamak hususunda aciz kalmaktadır”.
5. Kur’ân’da mütesâbih âyetlerin bulunması.
6. Müslümanların tarihte Kur’ân’dan kaynaklanan büyük bir medeniyet gerçeklestirmis olmaları, İslam’da ilim din zıtlığının bulunmaması.
7. Kur’ân’ın, kıyâmete kadar gelecek insanlığa, ilmi her seyi ihata eden Yüce ALLAH tarafından bir rehber olarak gönderilmesi.
8. Son üç-dört asırda, maddî gelismisliğin öncülüğünün Avrupalılara geçmesi, bu durumun bazı müslümanlarda asağılık duygusuna yol açması.
 
Fennî tefsir hareketi bazı mütekaddimîn ve müteahhirîn tarafından makbul görülmemis ve tenkide uğramıstır.ilk sistemli itiraz, Endülüslü  Ebû İshâk b. Musâ es-Sâtıbî ’den gelmiştir.
Fennî tefsir çalısmalarının, ülkemizdeki temsilcisi Gâzî Ahmet Muhtar Pasa olmus ve “Serâirü’l- Kur’ân” ismini vermis ve bu eser sahasında yazılan ilk ciddi eserlerden sayılmıstır.
Fennî tefsirin, son dönemdeki en mühim mümessili süphesiz es-Seyh Tantâvî el-Cevherî’dir. “el-Cevâhir fî Tefsiri’l- Kur’ân” adlı  ciltlik muazzam eserinde, zamanımıza kadar, bu saha ile ilgilenen kimselerden daha fazla fennî tefsir örnekleri vermiştir.
Tantavî’den sonra, Mustafa el-Merâgî, Resid Rızâ, Seyyid Kutûb gibi müfessirler, eserlerinde bazı âyetlerin tefsirinde bu metoda basvurmaktan geri kalmamıslardır.
 
Fennî tefsiri savunan âlimler de fennî tefsirin sahih olabilmesi için birtakım sartlar ileriye sürmüslerdir:
1. Fennî tefsir, ilmî nazariyeleri te’yid etmeli, ilmî nazariyeler fennî tefsiri değil. Çünkü ilmî nazariyeler, fennî tefsiri te’yid ettiğinde ALLAH’ın murâdı hakkında kesin karar vermis oluruz ki, bu da kötü neticeler doğurur. .
2.  İlimleri Kur’ân’dan, Din’den ve imandan ayrı ve müstakil görmek bir tefrit, Kur’ân’ı müspet ilimlerin pesinden kosturmak ve O’nu âdeta bir fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi kitabı saymak da bir ifrattır.
3. Kur’ân’ı, değisip duran ilimlerin bugünkü seviyesiyle bir görmek, hatta henüz ispatlanamamıs ilmî teorileri Kur’ân’a sahit yapmak büyük bir yanlıstır. Kur’ân âyetleri, yeni ilmî gelisme ve nazariyelerle telife çalısılmamalıdır.
4. Âyet ve hadisleri ilimlere göre açıklamaya çalısırken, dâima “fîhi nazar” deyip, daha baska ihtimalleri nazara alarak ihtiyatı elden bırakmamak lâzımdır.
5. Kur’ân’ın hakikat adına söyleyip de, aksi ortaya çıkan hiç bir mes’elesi yoktur ve olamaz da. Eğer, ilmî bir mes’eleyi Kur’ân’la tenâkuz halinde görüyorsak, ya biz Kur’ân’ı yanlıs anlıyoruz ya da ilim o mes’elede yanılmaktadır.
6. “...Devrin fen ve kültürünün tesirinde kalınarak kaleme alınan eserler ihtivâ ettikleri tekellüflü te’villerden ötürü, okuyucu tarafından hep kuskuyla karsılanmıstır. Hele, sübût bulmamıs nazariyeleri birer ilmî gerçek zannederek, Kur’ân’ın hakikatlerini onlara uydurmaya çalısmalar, Kur’ân’ı küçük düsürücü mâhiyetde olmustur...
7. “Fennî tefsirde muvâzeneyi elden kaçırmamak lâzımdır.Hangi devirde yazılırsa yazılsın, en yanlıs tefsir yazan “katiyyen bu, budur” diyendir. Bu arada bazı müfessirler, Kur’ân’ın beyânâtını ele aldıkları zaman, ihtimâlât-ı kesîre içinde ele almıslardır.
8. Kur’ân-ı Kerim’in yeni bir tefsiri yapılacaksa, su iki nokta gözden uzak tutulmamalıdır: a.“Yas ve kuru her sey, Kitab-ı Mübîn’de vardır” hakikatı. b. İlmî hakîkatleri, ilgili Kur’ân ayetleriyle te’lifte muvâzeneyi koruma.
9. Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerini zaafımıza alet etmemeliyiz































TEFSİR 9. HAFTA

FELSEFÎ TEFSİR
Felsefenin İslâm dünyasında sâf bir fikir cereyanı olarak yayılıp gelismesini müteâkiben İslâm’ın bazı i’tikâdî meselelerini felsefî yorumlarla açıklama gayretleri sonucu Felsefî tefsir diyebileceğimiz bir anlayıs belirdi.Kur’ân’ın felsefî olarak izâhını içeren tam bir tefsir yazılmamış daha çok münferit âyetlerin felsefî yorumunu amaçlayan bir takım çalısmalar yapılmıştır.Bu çalısmanın ilk örneklerini ünlü filozof Kindî’de görmekteyiz.
Bâkıllânî , İmâmu’l- Haremeyn el-Cüveynî, İmâm Gazzâlî  felsefeyi Kur’ân’a hizmet edecek biçimde kullanırken, İhvân-ı Safâ ve İbn Sinâ da âyetleri kendi felsefî görüsleri açısından yorumladılar.
Felsefî Tefsire Örnekler:
Farâbî’ye göre dinin sembolik bir özelliği vardır... Kur’ân’daki Cennet, Cehennem gibi seyler, bu sembollerden ibarettir. Peygamber metafizik ve nazarî hikmeti bilmez, fakat sezgi kuvveti ile pratik hikmette, ahlâkta dehâ sahibidir. Halbuki olgun bir feylesof Peygamberden üstündür. Çünkü nazar, amelden ve ilim, ahlâktan üstündür. Farâbî, Kur’ân’ı aklîlestirebilmek için, orada görülen ars, kürsî, levh, kalem gibi birçok tâbirleri kendi sistemine göre te’vil etmektedir.
İbn Sinâ, Kur’ân’ın nasslarını, hakikatini ancak kendisi gibi havâssın anlayabileceği rumûzlar olarak görmektedir. O, Kur’ân nasslarını elinde bulunan felsefî nazariyelerle hükmederek tefsir etmistir. O, bu yaklasımlarıyla, Kur’ân’ın rûhundan ve dinin hakikatinden uzaklasmıstır. İbn Sinâ, Cenneti, Cehennemi ve Sırâtı, sahîh rivâyetlerden uzak, felsefî açıdan değerlendirir.
Âlemleri üç kısma ayırır, aklî âlem Cennet, hayâl âlemi Cehennem, his âlemi de kabir âlemidir.
İbn Sina’nın tefsirle ilgili eserleri sunlardır: 1. Tefsiru Sûreti’l- İhlâs. 2. Tefsiru Sûreti’l- Felak. 3. Tefsiru Sûreti’n- Nâs.
  
FIKHÎ TEFSİR
Fıkhî tefsir, Kur’ân-ı Kerim’in amel yani ibâdât ve muâmelât yönleri ile mesgûl olan, bu konu ile ilgili bulunan âyetleri açıklayan ve onlardan hükümler çıkarmaya çalısan bir tefsir çesididir.Fıkhî
Tefsir, Kur’ân’ın inzâli ile beraber baslamıstır.Fıkhî Tefsir’in konusu, bütünüyle, Kur’ân-ı Kerim’in fıkhî yönü olup, bunun içine ibâdetler olsun, hukûkî isler olsun insanların amelleri ile ilgili bütün âyetler girmektedir.
Fıkhî tefsirlerde âyeti âyetle, hadisle ve içtihatla tefsir etme metotları uygulanmıs, fıkhî mezheplerin zuhûr etmesiyle birlikte fıkhî tefsir hareketi de baslamıstır.Fıkhî tefsirleri “Ahkâmu’l- Kur’ân”, “Fıkhu’l- Kur’ân”, “Tefsiru Âyâti’l- Ahkâm” adları altında görmemiz mümkündür.
Kaynaklar umûmiyetle Sâfiî’nin  “Ahkâmu’l-Kur’ân” adlı eserini bu sahada yazılan ilk eser olarak kabul ederlerse de, Sâfiî’den yarım asırdan daha fazla bir önceliğe sâhip olan, Mukâtil b. Süleymân’ın “Tefsiru’l- Hamsi mie Âye Mine’l- Kur’ân” adlı eserini, bugünkü bilgilerimize göre, ilk tedvîn edilmis fıkhî tefsir olarak kabul edebiliriz.
Fıkhî tefsir sahasında yazılan eserlerin bazıları:
1. Mukâtil b. Süleymân,   :   “Tefsiru’l- Hamsi mie Âye Mine’l- Kur’ân”.
2. Sâfiî,                             :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
3. Dâvûd ez-Zahirî           :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
4. Tahâvî                           :  “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
5. Ebû Bekr el-Cassâs      :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
6. Ebû Bekr b. Arabî       :   “Ahkâmu’l- Kur’ân”.
7. el-Kurtubî                    :  “el-Câmi’u li Ahkâmi’l- Kur’ân”.
 
FENNÎ/İLMÎ TEFSİR
Kur’ân’ın Fennî tefsirinde, Kur’ân’ın bütün ilimleri ihtivâ ettiği esası, ağırlık noktasını teskil eder. Bu yolu benimseyen kimselerin nazarında Kur’ân, dînî, i’tikâdî ilimleri ihtivâ etmekle beraber, onun diğer çesitli ilimleri de kapsadığı fikri revaç bulur.
Fennî tefsir ile ilgili olarak ilk eser yazan (Cevâhiru’l- Kur’ân) kisi Gazzâlî’dir. Bu anlayıs içerisinde tefsir yazan ve bunu en güzel sekilde tatbik eden de Fahruddîn er- Râzî’dir. Bunlardan sonra da fennî tefsir hareketinin bayraktarlığını Muhammed b. Ebi’l- Fadl el-Mursî  ile es-Suyutî  yapmıslar ve bu hareketi canlı tutmaya çalısmıslardır.
Kur’ân-ı Kerim’in bazı âyetleriyle fennî kesifler arasında münasebet kuranların dayanaklarını kısaca söyle özetleyebiliriz:
1. Kur’ân’da tabiî ilimlerin konusunu teskil eden meselelere dikkat çeken çok sayıda âyet vardır. Fıkıh ilminin sahasına sarih olarak giren 150 kadar âyete mukâbil; fizik, kimya, astronomi, biyoloji, tıp gibi sahalara dair 750 kadar âyetle Kur’ân bize inceleme ve tefekkürü emretmektedir.
2. Ayrıca Kur’ân’ın su âyetlerini de kendilerine dayanak yapmaktadırlar: “Biz kitapta hiç bir seyi ihmal etmedik” (En’am,6/38), “Her seyi açıklaması için sana kitabı Biz indirdik.” (Nahl,16/89), “Yeryüzünde yas ve kuru istisnasız her sey apaçık bir kitaptadır” (En’am,6/59).
3. Onlar bu hususta hadîs-i seriflerden de yararlanmaktadırlar. Kur’ân’ı tavsif eden uzunca bir hadîste söyle buyurulur: “Onda öncekilerin haberleri gibi, sonra geleceklerin de haberleri mevcuttur. Aranızda çıkacak meselelerin (ihtilafların) hükmü de vardır. Bir de O’nun bedî (orijinal) mânâları tükenmez, çok tekrarlanmakla eskimez”.
4. Diğer taraftan, sahâbe ve tâbiûn’un ileri gelenlerinin görüslerinden de istifade etmeyi ihmal etmemislerdir. İbn Mes’ud bu konuda söyle der: “Kur’ân-ı Kerim’de bütün ilimler
indirilmis ve onda her sey açıklanmıstır; ancak bizim ilmimiz, Kur’ân’da açıklanmıs bulunan bu ilimleri anlamak hususunda aciz kalmaktadır”.
5. Kur’ân’da mütesâbih âyetlerin bulunması.
6. Müslümanların tarihte Kur’ân’dan kaynaklanan büyük bir medeniyet gerçeklestirmis olmaları, İslam’da ilim din zıtlığının bulunmaması.
7. Kur’ân’ın, kıyâmete kadar gelecek insanlığa, ilmi her seyi ihata eden Yüce ALLAH tarafından bir rehber olarak gönderilmesi.
8. Son üç-dört asırda, maddî gelismisliğin öncülüğünün Avrupalılara geçmesi, bu durumun bazı müslümanlarda asağılık duygusuna yol açması.
 
Fennî tefsir hareketi bazı mütekaddimîn ve müteahhirîn tarafından makbul görülmemis ve tenkide uğramıstır.ilk sistemli itiraz, Endülüslü  Ebû İshâk b. Musâ es-Sâtıbî ’den gelmiştir.
Fennî tefsir çalısmalarının, ülkemizdeki temsilcisi Gâzî Ahmet Muhtar Pasa olmus ve “Serâirü’l- Kur’ân” ismini vermis ve bu eser sahasında yazılan ilk ciddi eserlerden sayılmıstır.
Fennî tefsirin, son dönemdeki en mühim mümessili süphesiz es-Seyh Tantâvî el-Cevherî’dir. “el-Cevâhir fî Tefsiri’l- Kur’ân” adlı  ciltlik muazzam eserinde, zamanımıza kadar, bu saha ile ilgilenen kimselerden daha fazla fennî tefsir örnekleri vermiştir.
Tantavî’den sonra, Mustafa el-Merâgî, Resid Rızâ, Seyyid Kutûb gibi müfessirler, eserlerinde bazı âyetlerin tefsirinde bu metoda basvurmaktan geri kalmamıslardır.
 
Fennî tefsiri savunan âlimler de fennî tefsirin sahih olabilmesi için birtakım sartlar ileriye sürmüslerdir:
1. Fennî tefsir, ilmî nazariyeleri te’yid etmeli, ilmî nazariyeler fennî tefsiri değil. Çünkü ilmî nazariyeler, fennî tefsiri te’yid ettiğinde ALLAH’ın murâdı hakkında kesin karar vermis oluruz ki, bu da kötü neticeler doğurur. .
2.  İlimleri Kur’ân’dan, Din’den ve imandan ayrı ve müstakil görmek bir tefrit, Kur’ân’ı müspet ilimlerin pesinden kosturmak ve O’nu âdeta bir fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi kitabı saymak da bir ifrattır.
3. Kur’ân’ı, değisip duran ilimlerin bugünkü seviyesiyle bir görmek, hatta henüz ispatlanamamıs ilmî teorileri Kur’ân’a sahit yapmak büyük bir yanlıstır. Kur’ân âyetleri, yeni ilmî gelisme ve nazariyelerle telife çalısılmamalıdır.
4. Âyet ve hadisleri ilimlere göre açıklamaya çalısırken, dâima “fîhi nazar” deyip, daha baska ihtimalleri nazara alarak ihtiyatı elden bırakmamak lâzımdır.
5. Kur’ân’ın hakikat adına söyleyip de, aksi ortaya çıkan hiç bir mes’elesi yoktur ve olamaz da. Eğer, ilmî bir mes’eleyi Kur’ân’la tenâkuz halinde görüyorsak, ya biz Kur’ân’ı yanlıs anlıyoruz ya da ilim o mes’elede yanılmaktadır.
6. “...Devrin fen ve kültürünün tesirinde kalınarak kaleme alınan eserler ihtivâ ettikleri tekellüflü te’villerden ötürü, okuyucu tarafından hep kuskuyla karsılanmıstır. Hele, sübût bulmamıs nazariyeleri birer ilmî gerçek zannederek, Kur’ân’ın hakikatlerini onlara uydurmaya çalısmalar, Kur’ân’ı küçük düsürücü mâhiyetde olmustur...
7. “Fennî tefsirde muvâzeneyi elden kaçırmamak lâzımdır.Hangi devirde yazılırsa yazılsın, en yanlıs tefsir yazan “katiyyen bu, budur” diyendir. Bu arada bazı müfessirler, Kur’ân’ın beyânâtını ele aldıkları zaman, ihtimâlât-ı kesîre içinde ele almıslardır.
8. Kur’ân-ı Kerim’in yeni bir tefsiri yapılacaksa, su iki nokta gözden uzak tutulmamalıdır: a.“Yas ve kuru her sey, Kitab-ı Mübîn’de vardır” hakikatı. b. İlmî hakîkatleri, ilgili Kur’ân ayetleriyle te’lifte muvâzeneyi koruma.
9. Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerini zaafımıza alet etmemeliyiz





















Konu Başlığı: Ynt: TEFSİR-8-9-10-11. HAFTA
Gönderen: beyazmelek üzerinde 07 Mayıs 2010, 17:28:55
Allah sizlerden razı olsun bu ne güzel bir hizmet aşkı böyle ..


Konu Başlığı: Ynt: TEFSİR-8-9-10-11. HAFTA
Gönderen: manisam üzerinde 07 Mayıs 2010, 19:56:36
allah razı olsun sayın hocalarım


Konu Başlığı: Ynt: Tefsir 8-11. Haftalar
Gönderen: elveda üzerinde 12 Mayıs 2010, 18:59:46
müellif ve eserleri ezberliyorum ama yine aynı son unutuyorum


Konu Başlığı: Ynt: Tefsir 8-11. Haftalar
Gönderen: manisam üzerinde 06 Haziran 2010, 20:04:38
allah razı olsun  hocam