๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => Ders Notları ve Özetler => Konuyu başlatan: zahdem üzerinde 15 Mayıs 2010, 19:17:23



Konu Başlığı: mezh.tarihi 12.hafta özeti
Gönderen: zahdem üzerinde 15 Mayıs 2010, 19:17:23
MEZHEPLER TARİHİ 12.HAFTA
İmâmiyye/İsnâaşeriyye Fırkası

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını Allah'ın emri, Peygamber'in tayini ve vasiyeti ile meşru imam kabul eden ve böylece on iki imama inanmayı dinin aslına dâhil bir rükün olarak görenlerin mezhebidir.
 İsimlendirme Meselesi
ı) İmâmiyye: İmamet esasını dinin temel unsurlarından kabul ettikleri için bu adla anılmışlardır. “İmâmiyye” terimi Şîa ve İsnâaşeriyye terimleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. İkinci yüzyıl Şiî kelamcılarının girişimi ile “imamet” anlayışı ekolün değişmez esası olarak kabul edilmiştir.
ıı) İsnâaşeriyye: İmâmiyye mensupları, imamların sayısını on iki ile sınırlandırdıkları ve ayrıca on ikinci İmamın dönüp geleceğini kabul ettikleri için “On İki İmamcılar” anlamında İsnâaşeriyye fırkası diye isimlendirildiler.İsnâaşeriyye adının elde mevcut kaynaklara göre ilk zikredildiği yer, Mes‘ûdî’nin  et-Tenbîh ve’l-işrâf adlı eseridir.
ııı) Ca‘feriyye: İsnâaşeriyye Şîası'nın fıkıh mezhebinin adıdır. İmamet anlayışında Zeydiyye fırkasının dışındaki diğer Şiî fırkaların hepsi Ca‘fer Sâdık'ın imametinde ittifak etmişlerdir.
ıv) Rafiza: “Ayrılan, terk eden” anlamlarına gelir.İmam Zeyd ile birlikte Emevîlere karşı isyan eden Ehl-i Beyt taraftarlarının önemli bir kısmı, Zeyd’in Ebû Bekir ve Ömer’den kendini ayırt etmesini ve bu ikisinin büyük günah işlediğini açıklamasını istemiştir. Zeyd, bu iki sahabi hakkında hayırdan başka bir şey söyleyemeceğini açıklaması üzerine bunlar, Zeyd’i savaş meydanında yalnız bırakmışlardır.İmam Zeyd “Râfeztumûnî”  diyerek onları kendisine karşı çıkmak ve terk etmekle suçlamıştır.
 
 İmâmiyyenin Oluşum Süreci
İmâmiyye ekolünün teşekkül sürecinde etkili olan unsurlardan biri ilk dönem Şiî kelamcılarıdır. Bu âlimler, ulûhiyyet meseleleriyle birlikte kader ve imamet gibi konularda da eserler kaleme almışlardır.
Hicrî I. asırdan itibaren tedricî bir gelişme kaydeden Şiî imamet nazariyesi II./ VIII. yüzyıl ortalarında Hişâm b. Hakem ve Ebû Ca‘fer el-Ahvel ile kesin şeklini almış, daha sonraki asırda önemli bir değişikliğe uğramadan on birinci imam Hasan el-Askerî'nin vefatına kadar devam etmiştir. Askerî’nin ölümüyle birlikte Şîa, onun kendisine halef olacak oğlu olup olmadığı ve imametin kime intikal edeceği konusunda on dört veya on beş gruba ayrılmıştır.
Hasan el-Askerî'den sonra onun neslinden gelen bir oğlu bulunduğunu, tehlikeden dolayı gizlendiğini, zamanı gelince zuhur edeceğini benimseyen fırka Şîa tarihinde ilk defa İmâmiyye diye adlandırılmıştır.
 
 İmâmiyye/İsnâaşeriyye’nin Tarihçesi
1. Gaybet Öncesi İmamlar Dönemi:
ı). Ali b. Ebû Tâlib Künyesi Ebu’l-Hasan’dır. “Ebû Turâb, el-Murtazâ, Haydar, Esedullah, Emîru’l-mü’minîn” gibi lâkabları vardır.
ıı). Hasan b. Ali :Künyesi Ebû Muhammed, lâkabı ise “Müctebâ”dır.Müslümanların kanının dökülmemesi için hilafet hakkından Muaviye ölünceye kadar feragat etmiş  ancak  29 Safer 50 tarihinde zehirlenerek şehit edilmiştir.
ııı). Hüseyin b. Ali : Künyesi Ebû Abdullah, lâkabı “Sıbt” [torun] ve “Şehîd”dir.Hz. Hasan’ın vefat etmesi ile birlikte Medine’ye gitmiş ve Muaviye’nin ölümüne kadar ilim ve ibadetle meşgul olmuştur. Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi üzerine Küfelilerin teşvikiyle  Yezid’e karşı isyan etmek üzere Kûfe’ye hareket etmiş, ancak Yezîd’in ordusu tarafından Kerbelâ’da hunharca şehit edilmiştir.
ıv). Ali b. el-Hüseyin Zeynelâbidîn : Künyesi Ebû Muhammed ve Ebu’l-Hasan’dır. Lâkabı, ‘‘Zeynelâbidin” ve “Seyyidu’s-sâcidîn”dir. Siyasî çekişmelere ve isyanlara taraf olmamış, bu durumu Emevîlerce takdir edilmiştir.
v). Muhammed Bâkır : Künyesi Ebû Ca‘fer, lâkabı ise ilmin derinliğine inmiş anlamına gelen “Bâkır”dır.Sufyan es-Sevrî ve Ebû Hanife ile görüşüp fikir teatisinde bulunmuştur. İmâmiyye fırkasının esasları ve fıkhı, İmam Muhammed ile oğlu İmam Ca‘fer Sâdık’ın rivayetlerine dayanır.
vı). Ca‘fer Sâdık : Muhammed Bakır’ın büyük oğlu olan Ca‘fer’in künyesi Ebû Abdullah, lâkabı ise “Sâdık”tır. Medine’de 17 Rebiülevvel 80 tarihinde doğmuştur.Ebû Hanife gibi pek çok öğrenciye ders vermiştir.Şiîlerce imamların en büyüğü ve özellikle Şiî fıkhını ve itikadını tedvin eden imam olarak kabul edilir
vıı). Mûsâ Kâzım:Künyesi Ebü’l-Hasan, lâkabı da “Kâzım”dır.
vııı). Ali Rızâ b. Mûsâ: Künyesi Ebu’l-Hasan, lâkabı “Rızâ”dır.
ıx). Muhammed Takî b. Ali :Künyesi Ebû Ca‘fer, lâkabı “Takî”dir, bazen “Cevâd” ve “İbnu’r-Rızâ” da denilmiştir.
x). Ali Nakî b. Muhammed : Künyesi Ebu’l-Hasan, lâkabı “Nakî” ve “Hâdî”dir.
xı). Hasan b. Ali el-Askerî : Künyesi Ebû Muhammed, lâkabı “Askerî” ve “Zekî”dir. Hasan el-Askerî, yirmi dört yaşında iken babasından imamet makamını devralmış ve yine çok genç yaşta vefat etmiştir. Kaynaklarda nikâhlı bir eşinin bulunmadığı, ölümü sırasında her hangi bir çocuğunun olmadığı iddia edilmiştir.
xıı). Muhammed el-Mehdî b. Hasan el-Askerî:  Künyesi Ebu’l-Kasım; lâkabı “Muntazar, Hüccet, Kâim, Sâhibu’z-Zaman, Mehdî”dir.  Şiîlere göre, babası Hasan el-Askerî’nin vefatından sonra gizlenmiştir; hâlen sağdır ve kıyametten önce zuhur ederek zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracaktır.
2.-Küçük Gaybet ya da Sefirler Dönemi
260/873 yılından 15 Şaban 328/ 27 Mayıs 940 tarihine kadarki 68 yıllık devreye Gaybet-i Suğrâ (Küçük Gizlilik) denir. Bu dönemde,  On ikinci İmam’la Şiîler arasında, arka arkaya sırasıyla dört kişinin onunla görüşerek irtibatı sağladıklarına ve sefirlik hizmeti gördüklerine inanılır.Bunlara Dört Sefir (Sufera-i Erbaa) veya Dört Naib (Nüvvâb-ı Erbaa) denir.
ı). Ebû Amr Osman b. Said:                 ıı). Ebû Ca‘fer Muhammed b. Osman
ııı). Hüseyin b. Ruh en-Nevbahtî       ıv). Ali b. Muhammed es-Samarrî
3.-Büyük Gaybet Dönemi:
Sonuncu sefirin ölümüyle başladığı kabul edilen “Büyük Gaybet/ Gizlilik Dönemi” hâlâ devam etmektedir. Büyük Gaybetin başlangıç yıllarından itibaren Şiî-İmâmî âlimler, On İkinci İmâm’ın gaybette olduğunu, bunun daha uzun bir zaman alacağını, bu duruma inanmanın dinin bir aslı olduğunu açıklayan kapsamlı eserler telif etmeye başladılar.
Gaybet inancının tezahür ve teşekkülünde bazı iç ve dış faktörlerin etkili olduğu kabul edilmektedir.Ayrıca sosyo-politik ve psikolojik faktörlerin etkili olduğu da bilinmektedir.
 
İsnâaşeriyye Şiîliği, ilk defa Büveyhîler Döneminde (932-1062), kendi varlığını rahatça açıklayabilmiş ve mezhebî bazı uygulamaları hayata geçirebilmiştir.
 Nitekim Muizzüddevle, Zilhicce 352’de ,Gadîr-i Hum olayının vuku bulduğu 18 Zilhicce’yi Gadîr-i Hum günü adıyla bayram olarak kutlanmasını emretmiştir.
Yine aynı yıl, 10 Muharrem 352 günü Hz. Hüseyin için matem tutulmasını (Aşûre matemi); bu bağlamda bütün Bağdat halkının çarşı ve dükkanları kapatmalarını, kadın erkek herkesin siyahlar giyerek şehirde dolaşmasını emretmiştir.
İran’ı ele geçirerek Büveyhî hanedanlığına son veren Selçuklular, Şiîliğe karşı bir tutum almışlar ve yayılmasını engellemeye çalışmışlardır.
Moğol istilâsı ile birlikte Bağdat’taki Sünnî hâkimiyeti sona ermiş  ve İlhanlılar Dönemi  başlamıştır. Bu dönem, İsnâaşeriyye mensupları için rahat bir dönem olmuştur.
İsnaaşeriye fırkası, Safevilerle birlikte İran’da resmi mezhep haline gelmiştir. Safevi Hanedanlığı adını İlhanlılar devrinde Sünnî bir tarikatın kurucusu olan Şeyh Safiyyüddîn Erdebîlî’den almıştır. Tarikat Hâce Ali’nin  şeyhliğine kadar Sünnî iken onun zamanında İsnâaşeriyye Şiîliği’ne meyletmiştir.
Şeyh Haydar, -Anadolu coğrafyası da dahil olmak üzere- müritlerine on iki dilimli kırmızı taç giymelerini emretmiş ve onlara “kızılbaş” adını vermiştir.
 Şah İsmail, kısa bir zamanda İran’da siyasî birliği sağlamış, İsnâaşeriyye Şiîliği’ni resmî mezhep olarak ilân etmiş, büyük çoğunluğu Sünnî olan İran coğrafyasını zorla Şiîleştirmeye başlamıştır.
Meşhur Sünnîler’in kabirlerini açtırıp kemiklerini yaktırmıştır. Ayrıca hutbelerde Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile Muâviye b. Ebû Süfyân’a lanet edilmesini ve aksine hareket edenlerin öldürülmesini emretmiştir.
Türk asıllı Avşar aşiretinden Nâdir Şah, Safevî iktidarına son vermiştir .Nâdir Şah’ın 1747 yılında öldürülmesi üzerine baş gösteren karışıklıklar sonrasında Kaçar aşiretinden Ağa Muhammed Şah İran’da yönetimi ele geçirmiştir.
1925 yılında Kaçar Hanedanlığına harbiye nâzırı olan Rızâ Han son vermiş, “Pehlevî” unvanı ile kendisini hükümdar ilân ettirerek İran’da Pehlevîler Dönemini (1925-1979) başlatmıştır. Bu dönemde köklü reform ve Batılılaşma faaliyetlerine girişilmiştir. Ancak ulemanın Batılılaşma hareketine tepkisi çok sert olmuştur. Özellikle Muhammed Rızâ Şah’ın 1960 yılında “Ak Devrim” adıyla giriştiği reformlara, o zamana kadar siyasetten uzak kalan merci-i mutlak Âyetullah Burûcirdî karşı çıkmış, ancak onun 1961’de ölümü üzerine ulema arasında ciddi görüş ayrılıkları meydana gelmiştir.
Hükümetin faaliyetleri karşısında ulemâ muhafazakâr, merkezci ve radikaller olmak üzere üç gruba ayrılmıştır.
Âyetullah Humeynî 1979 yılında, İran’da devrimi gerçekleştirmiş ve ortaya koyduğu velayet-i fakih görüşü doğrultusunda devletin başkanı olmuştur.
 
İmâmiyyenin Görüşleri
1. Tevhîd:Allah'ın varlığını ispat konusunda kullandıkları deliller diğer İslam âlimleriyle hemen hemen aynı gibidir. Bununla birlikte İmâmî âlimlerin, Allah'ın sıfatları konusunda farklı izah ve tasniflerinin olduğu görülür. Mutezile ile benzerlik arz eden bu tasnife göre
Tevhîd-i Zât, Allah'ın zatı itibariyle birlenmesi, zatının mükemmel vasıflarla tavsif edilmesi, aynı zamanda her türlü noksan sıfatlardan tenzih edilmesi anlamına gelir.
Tevhid-i Sıfat ise, Allah Talanın Semi', Basîr, Alîm, Hakîm, Kadîr, Azîz, Hayy, Kayyûm, Vahîd, Kadîm gibi vasıflara sahip olması anlamına gelir ve bunlar O’nun zâtının gereğidir.
Tevhid-i Fiil de, varlık âleminde Allah'tan başka bir müessir gücün bulunmaması; rızık vermek, yaratmak, öldürmek, diriltmek gibi fiilî sıfatların O’na nispet edilmesidir.
Tevhid-i İbâdet ise, ibadetin sadece Allah’a yapılması, O’nun dışında hiçbir kimseye kulluğun caiz olmaması anlamına gelir.
2. Adalet: Allah'ın âdil olması, hiçbir kimseye zulmetmemesi, insanların da iradesinde ve fiillerinde hür olması demektir. İnsan aklıyla eşyanın iyi olması (hüsün) veya kötü olmasını (kubuh) bilebilir, hidayet ve sapıklık kulların iradeleri dahilindedir. Onlar adaleti, Mu'tezile gibi "Allah'ın hasen olanı yapması, kabih olanı terketmesi" biçiminde tanımlamıştır.
3. Nübüvvet:  Peygamberler, insanlara iyi ve güzeli öğretip doğru yolu gösterdiklerine göre bu durumda Allah’ın elçiler göndermesi bir lütuftur. Peygamber göndermek bir lütuf olduğuna göre, lütuf olan bir şey hikmeti gereği Allah’a vaciptir. Bu sebeple insanları hayra ulaştıracak ve günahtan uzaklaştıracak peygamberler göndermek Allah’a vaciptir.
4. Meâd: Mead, öldükten sonra dirilmenin ve âhiret hayatının gerçekleşeceğine olan inançtır. İsnâaşeriyye fırkası, ahrete inanmanın şart olup inkârının kişiyi küfre düşüreceğini kabul etmiştir.Kabir sorgulaması içinde "İmamın kimdir?" sorusunun bulunması, mahşerdeki geçiş yerlerinden birinin "velayet" adını taşıyıp buradan ancak on iki imama bağlılık gösterenlerin geçebileceği, sıratın "cehennem köprüsü" anlamının yanında "imamlar" mânasına da geldiği, Allah'ın, bu köprüden imamlara itaat etmiş kimselerin geçmesine izin vereceğine inanırlar.
5. İmamet: Bu ekole göre imâm, Allah tarafından seçilmiş ve tayin edilmiştir.İmâmların isimleri, Cebrail vasıtası ile Hz. Peygamber’e vahyedilmiş, o da bu isimleri Ali’ye bildirmiştir.
 
İmâmiyye’ye göre imamlarda; nass ile tayin ya da vasîlik, masumiyet, efdaliyet, kuşatıcı bir bilgi ve mucize gösterebilme şeklinde beş temel özelliğin bulunması gerekmektedir.
a) Nas ile tayin ya da Vasîlik:  Ali’nin imâmeti bizzat Peygamber tarafından açıklanmıştır. Veda haccı dönüşünde Gadîr-i Hum mevkiinde “Ey insanlar! Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” şeklindeki rivayet, yine Batn-ı Kadîd’de Hz. Peygamber’in, “Ya Ali! Allah’tan benim ile senin aranda velâyet kurmasını istedim, böyle yaptı. O’ndan aramızda kardeşlik kurmasını istedim, böyle yaptı. Yine O’ndan seni benim vasim yapmasını istedim böyle yaptı”rivayeti delil olarak kabul ederler.
b) Masumiyet: Şia, Hz. Peygamber’den sonra onun yerine geçecek imâmın –vazifelerinin ifası açısından- masum olması gerektiği hususunda icma etmiş ve bu işe en layık kişinin Ali olduğu hususunda ittifak etmiştir. imâmların masumiyetinin bizzat peygamber tarafından onaylandığını ve onların masumiyetini kabul etmeyenlerden Hz. Peygamberin şikâyetçi olacağını ifade eden pek çok ahbar nakletmiş ve böylece kendi görüşlerini teyit etmiştir.
c) Bilgi ve Sınırları: Onlar, imâmın dinî ve dünyevî riyaset göreviyle Allah tarafından atanmış mevkiine halel gelmemesi için, diğer insanların sahip olmadığı bilgi ve bilgi kaynağı ile teçhiz edilmiş olmasını gerekli görmüştür.İmâmın Peygamberle aynı kaynaktan bilgi aldığı esası benimsenmiş, imâmın sözü Allah ve elçisinin sözü gibi kutsal kabul edilmiştir.
d) Efdaliyet: Efdal olanın belirlenmesinde, söz konusu kişinin Peygamber nezdindeki konumu, dinî ve dünyevî başarıları, müslümanların onun hakkındaki hüsnü zannı gibi delillerin yanı sıra Şia’nın ayrıca nas ile tayin fikrini geliştirdiği anlaşılmaktadır.Şiî-İmâmî anlayışa göre imâmlar, -Hz. Peygamber hariç- diğer bütün enbiyâdan daha faziletlidir ve onlardan daha üstündür. Ayrıca imamların meleklerden daha üstün olduğu da kabul edilmektedir.
e)- Mûcize Göstermeleri:Peygamberler, nübüvvetlerini ispat etmek üzere mûcize gösterdikleri gibi imâmlar da kendi doğruluklarını açıklamak üzere mûcize (âyet, burhan) göstermişlerdir.   
 
Yukarda açıklanan temel prensiplerin dışında İsnâaşeriyye’nin görüşleri arasında "rec'at", "bedâ" ve "takıyye" gibi bazı inanışlar da vardır.
*Bedâ: “Allah’ın belli bir şekilde vuku bulacağını haber verdiği bir olayın daha sonra başka bir şekilde gerçekleşmesi” şeklinde tarif edilmiştir.Muhtar es-Sakafî , Hz. Hüseyin’in intikamını almak üzere çıktığı isyanda başarılı olamayınca “beda” olduğunu söylemiştir. Ondan sonra Ca‘fer Sâdık bedâ fikrinin ikinci kaynağı olarak kabul edilmiştir. Şiî anlayışa göre İmâm Ca‘fer, oğlu İsmail’in kendisinden sonra imâm olacağını söylemiş, fakat İsmail babası hayatta iken ölünce Ca‘fer Sâdık durumu bedâ telakkisiyle açıklamıştır.
*Rec‘at: Allah’ın ölenlerin bir bölümünü öldükleri surette dünyaya geri döndürmesi olarak tanımlanan ric‘at inancı Şiî-İmâmiye’ye göre bir hakikattir ve buna inanmak Şiî inancının temel unsurlarından biridir.Bu inanç, on ikinci imamın ortaya çıkması döneminde zulme uğrayan Ehl-i beyt mensuplarıyla onlara zulmedenlerin diriltilip tekrar dünyaya gönderilmesi şeklinde kabul edilmiştir.
*Takiyye: Takiyye, din veya dünya hususunda bir tehlikenin meydana gelebileceği gerekçesiyle hakkı gizlemek, bu husustaki gerçek inancı örtmek, muhaliflere karşı örtülü davranmak ve kendi davranışlarını terk etmek şeklinde açıklanmıştır.
Tevella : İmamları/ Ehl-i beyti sevmeyi, onları dost kabul etmeyi ve onlara sevgi besleyenlere muhabbet duymayı farz kabul etmiştir.
Teberra Hz. Ali başta olmak üzere imamlara ve Ehl-i Beyt mensuplarına düşman olanlara kin ve düşmanlık beslemeyi ve onlardan uzaklaşmayı da gerekli görürler.

İmamiyye fırkasının kendisine özgü bir takım fıkhî görüşlerinin olduğu da bilinmektedir.İmamiyye, şer’î hükümlerin kaynağı olarak Kitap, Sünnet, İcma ve Aklı kabul eder.Kur’an-ı Kerim`in yorumunu Hz. Peygamber ve masum imamlar yapabilir. Sünnet konusunda sadece Hz. Peygamberin sözlerini değil,  masum imamların sözlerini de hadis olarak kabul eder. İcma konusunda onlar, sadece İmamî alimlerin ittifakını yeterli görürler. Kıyası kabul etmeyen bu ekol mensupları, Kitap, sünnet ve icmada yer almayan konularda akıl yoluyla hüküm çıkarmanın imkanını kabul ederler.
İmamiyyeye göre furu-i din, ibadetler ve muamelattan oluşmaktadır. İbadetler: ı- Namaz, ıı- Oruç, ııı- Hac, ıv- Zekat, v- Humus, vı- Cihad, vıı- Emr bi’l-maruf, vııı- Nehiy ani’l-münker, ıx- Tevella, x- Teberra’dan oluşmaktadır.
Namaz beş vakitte olmakla birlikte takdim ve tehir yapılarak üç vakitte icra edilmektedir. Abdestte, ayakların meshedilmesi farzdır. Secde, temiz toprağa yapılmalıdır; halı, kilim vb. şeylere secde edilmesi caiz değildir.  Secdenin “türbet” veya “mühür” denilen Kerbela toprağından yapılmış kil üzerine olması efdaldir.
Ezana, “Eşhedu enne Aliyyen veliyullah” ve “Haya ala hayri’l-amel” şeklinde iki cümle ekleme yaparlar.
İmamiyye’yi farklı kılan uygulamalardan biri hiç şüphesiz “humus” anlayışıdır. Onlar,  Ehl-i Beyt mensuplarına –zekata bedel olarak- verilmesini zorunlu kabul etmişlerdir.Humus, altıya bölünür ve üç payı Allah’a, Resülüne ve yakınlarına aittir. Bu üç hisse, imam hayatta ise ona, değil ise imamın naibi olan müçtehide verilir. Diğer üç hisse ise, Haşim oğullarından olup kendilerine zekat ve sadakanın haram kılındığı fakirlere verilir.
Muamelat konusunda mut’a (muvakkat evlilik) nikahını caiz görürler.
İmâmiyyenin Günümüzdeki Durumu
En yoğun Şiî nüfusu barındıran ülke İran olup nüfusunun % 90'ı İmâmiyye/İsnâaşeriyye Şia'sına mensuptur.İkinci ülke Azerbaycan'dır. Bu ülke nüfusunun yaklaşık % 70'i İsnâaşerî'dir. Irak nüfusunun % 60'nın Şiî olduğu bilinmektedir. Lübnan'da Şiîler, Müslüman nüfusun yüzde 40-45'inı teşkil etmektedir.Bunlardan başka Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan, Hindistan ve Afganistan'da İmâmiyye mezhebine mensup oldukları bilinen Şiî nüfus vardır.


Konu Başlığı: Ynt: mezh.tarihi 12.hafta özeti
Gönderen: elveda üzerinde 19 Mayıs 2010, 00:07:00
"Paylaşmak güzeldir"  Diyanet'in Ramazan sloganıydı .Özet için teşekkürler.