> Forum > ๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ > Sakarya İlitam > Ders Notları ve Özetler > İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar  (Okunma Sayısı 7893 defa)
30 Aralık 2009, 17:16:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 30 Aralık 2009, 17:16:20 »



6. HAFTA

Yükümlülüğün Temeli: Emir ve Nehiy
Hanefî fıkıh usûlü bilginleri lafzın manasını doğru bir biçimde belirleyebilmek için, lafzın manası ile olan ilişkisini düzenleyen dörtlü bir sınıflama yapmışlardır. Bunlar; konulduğu ve kullanıldığı anlam yönünden, manaya delâletinin açıklığı ve kapalılığı yönünden ve delâlet biçimi yönünden yapılan dörtlü ayırımdır.
Bu meyanda Hanefî usûl bilginleri konulduğu mana yönünden lafızları hâs, âmm, müşterek ve
müevvel olmak üzere dört kısma ayırmaktadırlar.

Bunlardan hâs lafız, fıkıh usûlü terminolojisinde “tek başına ve iştirak (müşâreke) olmaksızın tek
bir anlam için konulan her lafız ve tek başına belirli fertler için konulan her isimdir”.

Bir tek ferde delâlet etmek üzere konulmuş (vaz’) olan has lafız, ‘Muhammed’ ismi gibi şahıs ismi,
‘adam’ ya da ‘insan’ sözcüğünde olduğu gibi tür ismi veya ‘hayvan’ sözcüğünde olduğu gibi cins ismi olarak gelebilir. Örneğin yemin kefaretine ilişkin olan “bunu bulamayan kimse üç gün oruç tutsun” (el‐Mâide, 89) ifadesinde yer alan ‘üç’ kelimesi hâs bir lafızdır ve delâleti kesindir (kat’î).

Nasta geçen hâs bir lafız, aksi yönde bir delil olmadığı durumlarda konulduğu manaya kesin bir biçimde delâlet eder.

Hâs lafız, özel isimler, cins isimleri, tesniye ve sayı isimleri, mutlak ve mukayyet lafızlar ile birlikte
emir, nehiy gibi farklı kiplerde gelen filleri de içermektedir.
Emir
Hanefi fıkıh bilgini Serahsî, beyân konusunda kendisi ile başlanılması en uygun olan konuların emir
ve nehiy olduğunu kaydetmektedir. Zira ona göre bu iki konu en fazla müşkili olan meselelerdir. Bununla birlikte, bunların bilinmesi ile hükümlerin bilinmesi ve helal olanın haram olandan ayrıştırılabilmesi mümkündür.
 Sözün kısımlarından biri olan emir, “emre muhatap olan kişinin emredileni yapmak suretiyle
itaat etmesini gerektiren söz” olarak tanımlanmaktadır.
Bir fiilin yapılmasını ya da yerine getirilmesini talep eden bir söz olarak emir, farklı talep siygaları
ile tanzim edilmiş olabilir. Bu çerçevede “Namazı kılın, zekatı verin” (Bakara, 2/43) ayeti kerimesinde ifadesini bulduğu üzere açık emir sıygası bu talep dile getirilebilir. Bunun dışında haber verme (ihbâr) değil talep manası taşıyan haber cümlesi de emir ifade edebilir.

Emrin Delâleti
Emrin ifade ettiği mana ya da delaleti konusunda fıkıh bilginleri arasında görüş ayrılığı söz
konusudur. Bir fiilin yapılmasını talep eden söz ya da emirden neyin kastedildiğini ortaya çıkarak karineler söz konusu ise emir bu karinelerin delalet ettiği manada anlaşılmasının gerekliliği konusunda ise ihtilaf yoktur. Ancak harici karinelerin bulunmadığı bir emir sözcüğü söz konusu olduğu takdirde, emrin hangi manaya delalet edeceği konusu tartışmalıdır.

Birinci görüş: Herhangi bir harici karineden yoksun olan emirlerde, emredilen şeyin (memurun bih)
nedb veya irşad yolu ile talep edildiğini ve özel bir karine olmaksızın emredilenin vacip olduğuna
hükmedilemeyeceğini ifade eder.

İkinci görüş: İfade ettiği anlamı gösteren özel bir karine bulunmadıkça, memurun bihin mubah
olduğunu ifade eden yaklaşım. Bu meyanda görüş serdeden Zahiri fıkıh bilgini İbn Hazm’a göre emir vücûp ifade eder. Emrin vücûba olan delâletinden başka bir anlamda anlaşılabilmesi için karîne yeterli değildir.
Fıkıh bilginlerinin çoğunluğunun görüşü ise, genel ilke olarak emir, memurun bih’in vücûba delalet
ettiğini ifade eder. Bu görüşe göre özel bir karine olmaksınız emrin vücuptan başka bir manada anlaşılması doğru değildir.
Örneğin, “Yiyiniz içiniz” (Araf, 7/31) ayeti kerimesinde emredilen fiil mübah hükmündedir. Zira söz
konusu emir ifadesinde yeme ve içme fiili insan fıtratının tabii bir ihtiyacı olması yönüyle özel bir karineye bağlı olarak ibâha hükmü içermektedir.

Emrin delaleti konusundaki görüş ayrılıklarının ‘yasaklama ve haram kılma’ sonrasında gelen emir
sıygaları noktasında da ortaya çıktığı görülmektedir. Örneğin, “Namaz kılınca, yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın” (Cuma 62/10) ayetindeki Cuma namazı esnasında alış verişi yasaklayan (…hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın…) ayetinin akabinde gelmiştir.

Bu şekilde yasak ya da haram hükmü sonrasında gelen emir sıygasının ibâhaya ve vücûba delalet
ettiğini öne süren görüşler söz konusudur. Bunlardan ibâhaya delalet ettiği görüşünü imam Şâfii ve onun dışında bir grup fıkıh bilginine ait olduğu kaydedilmektedir. Söz konusu emrin, vücûba delalet ettiğini ifade eden görüş ise Hanefi fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna ve bazı Şâfii bilginlerine nispet edilmektedir.



Bir diğer tartışma konusu, emrin memurun bih’in tekrarına delaleti meselesidir. Bu meyanda
tercih edilen görüşe göre, emir sıygasından, memurun bih’in tekrarına delalet anlamı çıkarılamaz. Emir burada emredilen şeyin ileride yerine getirilmesinin talep edildiğini göstermektedir. Bu delalet şekli ya da anlamı ise, ancak emre mukarin olan karinelerden çıkarılabilir.
Örneğin “Ey iman edenler; Namaza duracağınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın” (Maide 5/6) ayetindeki namaz iradesi abdest alınması talebinin illetini ya da sebebini oluşturmaktadır. Buna göre bir şeyin illeti veya sebebi tekrar ettikçe o şeyin kendisi de tekerrür eder.
Şârî Teâlâ’nın yapılmasını emrettiği fiilin hemen mi (fevren) yoksa geniş bir zaman içerisinde mi
(terâhiyen) yerine getirilmesinin gerekliliği konusunda bir başka tartışma meselesi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Fıkıh usulü bilginleri bu konuda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

Nehiy
Nehiy sözlükte yasaklamak/menetmek (el‐men’) anlamına gelir. Çirkinlikten (kabih) alıkoyduğu
için Arap dilinde ‘akıl’, en‐nühyetü olarak da adlandırılır. Fıkıh usûlü terminolojisinde nehiy, “kendinden daha alt düzeyde olan birisinden sözle bir fiilin yapılmamasını istemek,” anlamında kullanılmaktadır.
Hanefi fıkıh bilgini Serahsî nehyi, “muhatabın seçim hakkı (ihtiyârı) kalmakla birlikte, en güzel bir
biçimde bir şeyi yapmaktan kaçınması” şeklinde tarif ederken, Gazzâlî nehiy kipini, “fiilin yapılmamasını gerektiren söz” olarak tanımlamaktadır.

Bir fiili terk etme ve ondan el çekme talebine delalet eden bir söz olarak nehiy farklı ifade
şekillerinde gelebilir. Örneğin, “Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın” (İsrâ, 17/33) ayetinde ifade edildiği üzere nehiy sıygası ile bir fiilin terki emredilmiştir. Yine Bakara 2/188. ayeti kerimesinde “mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyiniz”. ifadesi de nehiy sıygası ile bir fiilin terki emredilmiş bulunmaktadır.
Fiilden el çekme talebini dile getiren bir emir sıygası şeklinde nehiy söz konusu olabilir. Örneğin
“ve alış verişi bırakın” (Cuma 62/9) ayetinde olduğu üzere.

Nehyin Delâleti
Fıkıh usulü bilginleri emrin delaleti konusunda olduğu üzere, karineden yoksun olarak vaz’ edilen
nehyin delaleti konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bu noktada cumhuru oluşturan fıkıh usulü bilginlerine göre, nehiy nehyedilen fiilin (menhiyyün anh) haram olduğunu ifade eder. Söz konusu nehye ilişkin özel bir karine bulunmaksızın tahrim dışında bir anlama delalet ettiği öne sürülemez. Nehye ilişkin bir karine söz konusu ise, nehiy hükmü o özel karinenin gösterdiği manada anlaşılmak durumundadır.
Mesela, “Ey iman edenler; Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın” (Cuma 62/9) ayetinde yer alan nehiy hükmü Cuma namazı esnasında alış verişi yasaklamaktadır (mekruh). Bu nehyi tahrim hükmünden çıkarıp kerahe anlamına getiren karine, bizzat alış verişin değil, bu fiilin Cuma namazından kişiyi alıkoyması endişesidir.

Şârî Teâlâ’nın bir fiilden nehyetmesi durumunda nehyin kendisine yöneltildiği kişinin bunu fevren terk etmesi ve yaşamı boyunca hiçbir zaman yapmaması gerekmektedir.

Vaz’ nedir
Bir lafzın vaz’ı, onun bir mânayı göstermek için tayin ve tahsis edilmesidir. Bir lafzın belli bir anlamı
ifade edebilmesi bu belirleme sebebiyledir. Bir kelime bir vaz‘ ile tek bir manaya konulabileceği gibi
muhtelif vaz‘larla çeşitli mânalar için de konulabilir.



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar
« Posted on: 28 Mart 2024, 13:50:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar rüya tabiri,İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar mekke canlı, İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar kabe canlı yayın, İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar Üç boyutlu kuran oku İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar kuran ı kerim, İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar peygamber kıssaları,İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar ilitam ders soruları, İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalarönlisans arapça,
Logged
30 Aralık 2009, 17:16:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 30 Aralık 2009, 17:16:51 »

7. HAFTA
I. HASS LAFIZ
A. Hâss Kavramı
Sözlükte, “münferit, tek, yalnız” gibi manalara gelen “hâss” usul terimi olarak “tek bir mânayı (bu
mananın fertlerini) teker teker ifade etmek üzere konulmuş lafız”dır. Tanımda geçen “tek bir manayı”
kaydı hâss lafzı müşterek’ten, “teker teker” kaydı da âmm’dan ayırmaktadır.
Arapça'da hâss lafzın birçok çeşidi vardır. Başlıcaları harfler, özel isimler ve cins isimleri, sayı isimleri,
tesniyeler, emir ve nehiyler, mutlak ve mukayyettir. Hâss lafız bir kelime olabileceği gibi bir cümle de
olabilir. Mesela emir ve nehiyler cümle formunda hâss lafızlardır.

B. Hâss’ın Delaleti
hâssın konulduğu mânaya kesin bir şekilde delâlet edeceği ve aksine bir delil bulunmadıkça bundan başka bir mânaya çekilemeyeceği konusunda birleşmişlerdir
Hâss lafız mutlak olarak gelmişse onu kayıtlayacak başka bir delil bulunmadıkça hüküm mutlaklığı üzere sabit olur.
Hâssın kat’î olmasıyla asla başka ihtimalin bulunmadığı değil, delile dayanan bir ihtimalin
bulunmadığı kastedilir. delil dayalı bir ihtimal söz konusu ise hâss lafız bu yönde yorumlanabilir.

1. Mutlak
Mutlak, “belirli olmayan bir ferdi veya fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla
kayıtlandığına dair bir delil bulunmayan lafız”dır. Mesela “adam/adamlar, kitap/kitaplar
öğrenci/öğrenciler, kuş/kuşlar” dediğimizde hep birer mutlak lafız söylemiş oluruz. Mutlak lafız, delâlet ettiği fertleri mâhiyet (hakikat) itibâriyle ifade eder.

mutlak ve  âmm lafız ilişkisi
Hem mutlak, hem de aşağıda açıklanacak olan âmm lafız umum ifade eder. Ancak mutlak ile âmm
lafız arasında şöyle bir fark vardır: Mutlak delalet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder, bununla
birlikte diğer fertlere de ihtimali vardır; âmm ise delalet ettiği fertlerin hepsini içine alır. Mutlakta şüyû, âmm’da ise istiğrak ve şümûl özelliği vardır.

a) Mutlakın Hükmü
Bir nassda mutlak olarak yer alan bir lafız başka bir nassda mukayyed olarak gelmemişse, mutlak
haline göre amel edilir ve takyidine dair delil bulunmadıkça herhangi bir şekilde takyid edilmesi doğru
olmaz. Bu kural Mecelle’de “Mutlak itlakı üzre cari olur. Eğer nassen yahut delaleten takyid delili
bulunmazsa” şeklinde ifade edilmiştir (md. 64).

2. Mukayyed
Mukayyed de “Belirli olmayan bir ferdi veya fertleri göstermekle birlikte, kendisinin herhangi bir
sıfatla sınırlandırıldığına dair delil bulunan lafız”dır. Mukayyed, mutlakın aksine herhangi bir sıfatla
nitelenerek kapsamı daraltılmış olan lafızdır.

a) Mukayyedin Hükmü
Bir nassda mukayyed olarak yer alan bir lafız başka bir nassda mutlak olarak geçmemişse kayıtlı
haline göre amel edilir ve kaldırıldığına dair delil bulunmadıkça bu kaydın dikkate alınması gerekir.

b) Mutlakın Mukayyede Hamli
Mutlak ve mukayyet lafızlar her zaman yukarıda belirtilen durumlarda bulunmaz. Bazen lafız bir
nassda mutlak halde iken aynı lafız bir başka nassda mukayyed haldedir. Bu durumda, herbiri ile kendi bulunduğu yere göre mi amel edilecektir, yoksa mutlak mukayyede hamledilecek ve mutlakın anlamı mukayyede göre mi belirlenecektir? İşte “mutlakın mukayyede hamli” demek lafzın mutlak olarak kullanıldığı yerde de mukayyedden çıkan anlamın esas alınmasıdır.

1) Her iki nassda hüküm ve hükmün dayandırıldığı sebebin bir olması halinde, mutlakın mukayyede
hamledileceği konusunda alimler görüş birliği içindedir. Bu duruma şu iki ayeti örnek gösterebiliriz:
“Leş, kan, domuz eti... size haram kılındı.” (Maide 3)
“De ki: Bana vahyolunanda, leş ve akıtılmış kan..dan başka yemek yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” (En’am 145)
Birinci ayetteki “ed‐dem” (kan) lafzı mutlaktır, “mesfûh” (akıtılmış olma) kaydını taşımamaktadır.
İkinci ayetteki, “ed‐dem” lafzı ise mukayeddir. “Mesfûhan” (akıtılmış) şeklinde kayıtlanmıştır.
Her iki ayette hüküm aynı olup “kan”ın yenip içilmesinin haram kılınmasıdır.
Her iki ayette yer alan hükmün sebebi aynı olup kan yiyip içmenin zararlı oluşudur.
Bundan ötürü fakihler, birinci ayetteki mutlak lafzı ikinci ayetteki mukayyet lafza hamletmişler ve şu
hükme varmışlardır: Haram kılınan kan, akıtılmış kandır. Ette, damarlarda, ciğerde ve kalpte kalan kanın ise yenmesi haram değildir.

2) İki nassda hükümlerin sebebi bir olmakla birlikte bu hükümler farklı ise, bu takdirde mutlakın
mukayyede hamledilmeyeceği hususunda yine bilginler ittifak etmişlerdir.
Mesela, abdest hakkındaki ayette şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Namaza duracağınız zamanmyüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın!” (Maide 38)
Teyemmümle ilgili ayet ise şöyledir: “Ve (bu hallerde) su bulamamış olursanız temiz toprakla
teyemmüm edin: Yüzünüze ve ellerinize ondan sürün.” (Maide 6)
Abdest ile ilgili ayette “eydî” (eller) lafzı “ile’l‐merâfık” (dirseklere kadar) kaydı ile mukayyeddir.
Teyemmüm ayetinde ise aynı lafız mutlak olarak zikredilmiştir.
İki nassda yer alan hükümler farklıdır: Birincide yıkamanın, ikincisinde ise meshetmenin farz oluşu.

3. İki nassda hüküm bir, fakat herbir nassdaki hükmün dayandığı sebep farklı ise, Hanefilere göre
mutlak mukayyede hamledilmez, diğer fakihlere göre hamledilir. Mesela, zıhar keffareti ile ilgili ayette şöyle buyurulmuştur: “Kadınlarına zıhar edip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.” (Mücadele 3)
Hata ile adam öldürme fiilinin keffareti hakkındaki Kur’an ayeti ise şöyledir: “Yanlışlıkla bir mümini
öldüren kimsenin, mümin bir köle âzâd etmesi... gerekir.” (Nisa 92).
Birinci ayette “rakabe” (boyun, yani köle) lafzı mutlak olarak zikredilmiştir. İkinci ayette ise aynı lafız
“mü’mine” kaydı ile mukayyeddir.

Her iki ayette hüküm aynıdır: Köle âzâd etmenin gerekliliği.
Ayetlerden her birindeki hükmün sebebi diğerininkinin sebebinden farklıdır. Birinci hükümde sebep
zıhâr, ikinci hükümde sebep ise hata ile adam öldürmedir.
Bu yüzden, Hanefi bilginler mutlakı mukayyede hamletmemiş, hangi olay hakkında gelmiş ise o olaya
ait olmak üzere her biriyle ayrı ayrı amel etmek gerekir demişlerdir.
Hanefiler dışındaki fakihler ise, bu durumda mutlakı mukayyede hamlettikleri için, onlara göre zıhâr
keffaretinde de hata ile adam öldürme keffaretinde olduğu gibi âzâd edilecek kölenin “mü’min” olması gerekmektedir.

4) İki nassda hem hükümler hem hükümlerin sebepleri farklı olduğu takdirde, mutlakın mukayyede
hamledilemeyeceğini de bilginler ihtilafsız kabul etmişlerdir. Mesela bir ayette hırsızlık eden erkek ve
kadının ellerinin kesilmesinin gerektiği (el‐Mâide 5/38), diğer bir ayette ise abdest alırken ellerin
dirseklere kadar yıkanmasının farz olduğu (el‐Mâide 5/6) ifade edilmiştir. Birinci ayette “eller” lafzı mutlak, ikinci ayette ise eller lafzı “dirseklere kadar” ifadesiyle mukayyettir. Birinci ayette ellerin kesilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise hırsızlıktır. İkinci ayette ise elleri dirseklere kadar yıkamanın farz olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise namaz isteğidir. İşte burada hüküm ve sebep bakımından herhangi bir bağ bulunmadığı için mutlak mukayyede hamledilmeyip her biriyle ayrı ayrı amel edilir.

II. ÂMM LAFIZ
A. Âmm Kavramı
Sözlükte “kapsayan, şamil olan, genel” gibi anlamlara gelen “âmm” terimi Fıkıh usulünde “tek bir
manayı gösteren ve belirli bir miktarla sınırlı olmaksızın bu mananın kendisinde gerçekleştiği bütün fertleri kapsayan lafızdır”
Âmm lafızlardan bir kısmı vaz‘ (sözlük anlamı) itibariyle umum manası taşır. Bir kısmı ise bu
anlamlarını cümle içinde kullanım biçiminden veya siyak ve karineler yardımıyla kazanmışlardır.
Buna göre başında “kül (her biri)” ve “cemî (bütün”) kelimeleri,
başında cins (istiğrak) ifade eden lâm‐ı tarif bulunan lafızlar,
 marifeye muzâf olan çoğullar,
topluluk isimleri ve cins isimleri,  sorular,  ism‐i mevsuller, şart isimleri, olumsuz cümledeki belirsiz (nekira) kelimeler, çoğul emir kipleri
 ve benzerleri Arap dilinde umum ifade ederler.

B. Âmm’ın Delaleti
Âmm lafzın kullanılış itibariyle içine aldığı fertlerden bir kısmının dışarıda tutulmasına, yani
kapsamının daraltılmasına tahsîs denir.
Tahsîs edildiğine dair bir delil olmadıkça âmm lafzın bütün fertlerine delalet etmesi esastır.
Mütekellimûn usulcülerinin çoğunluğuna göre âmm lafzın delaleti esas olarak zannîdir (ihtimallidir).
Hanefîler ile diğer bazı mütekellimûn usulcülerine göre ise tahsîs edilmediği sürece âmm lafzın
delaleti kat’îdir (kesindir). tahsisten sonra geri kalan fertlerine delaleti zannî olur.

C. Âmm’ın Tahsîsi
Çoğunluğu teşkil eden bilginlere göre âmmın umum anlamından çıkarılıp
bazı fertlerine hasredilmesi mutlak olarak “tahsis” sayılır, bunu sağlayan delile de “muhassıs” adı verilir. Umum anlamını engelleyen delil ister munfasıl (sözden ayrı) isterse muttasıl (söze bitişik) olsun hüküm aynıdır. Ancak eğer bu delil âmm’dan ayrı ise âmm ile amelden daha sonra gelmiş olmamalıdır. Çünkü bu takdirde artık “tahsis”ten değil “nesih”ten söz edilebilir. Bu bilginlere göre umum lafızları iki yolla tahsis edilir. Bunlar “munfasıl” tahsis yolları ve “muttasıl” tahsis yollarıdır.

1. Munfasıl tahsis yolları
Munfasıl muhassıs, âmmı ihtiva eden nassın bir cüz’ü (parçası) olmayan tahsis delili demektir.
Munfasıl tahsis yolları akıl ve algı (siyak ve hâl karineleri)), konuşanın sözlü beyanı (niyet, garadü’lmütekillîmin), kullanım örfü ve naklî delildir. Naklî delil bir nassın hükmünün bir diğer nass ile tahsis edilmesi demektir. Mütekellimûn usulcülerine göre muhassıs nass âmmın hemen akabinde (ona b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Aralık 2009, 17:17:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 30 Aralık 2009, 17:17:20 »

8. HAFTA

Lafızların Anlam İfade Etme Dereceleri ve Kullanımı: Hakikat‐Mecaz; Sarih‐Kinâye; Zâhir‐Nass
I. Hakikat
terimi terminolojide, “dilde kendisiyle konulduğu anlamda kullanılan lafız” olarak tanımlanmaktadır. Bu lafız türleri ise, lugavî, örfî ve şer’î olarak üç kısma ayrılmaktadır.
Lugavî hakikat, dilde hangi mana için konulmuş ise o manada kullanılan lafız anlamına gelmektedir. Örneğin, güneş (şems) ve ay (kamer) lafızları bilinen lugavi manaları için vaz olunmuştur.
Örfî hakikat, örfen hangi mana kastediliyorsa o manada kullanılan lafız anlamına gelmektedir. Örneğin, ed‐dâbbetü (dört ayaklı hayvan) lafzı örfi hakikat olarak zikredilebilir.
Şer’î hakikat, Şarî Teâlâ’nın kasdetmiş olduğu manada kullanılan lafızdır. Örneğin, namaz (salât),
hac ve zekat gibi lafızlar, Şârî’nin belirli bir anlamı ifade etmek için vaz etmiş olduğu lafızlardır.

Hakikatin hükmü, vaz’ edilmiş olduğu mananın sabit olması ve bu manaya hükmün bağlanmasıdır.
Ayrıca “kelâm’da asl olan mânâyı hakikîdir” (Mecelle, md. 12) ilkesinde ifadesini bulduğu üzere, lafzın hakikî anlamına göre yorumlanması mümkün ise, o lafız mecâzî anlamına göre yorumlanamaz. Ancak aşağıda değinileceği üzere mecazi anlamda yorumlanmasını gerektiren bir ilgi ya da karîne söz konusu ise, lafız mecâzî anlamında yorumlanır.

II. Mecaz
Terminolojide mecâz terimi, konulduğu anlamın dışında kullanılan lafız olarak tanımlanmaktadır.
Lafzın hakikî anlamının kastedilmediğini gösteren bir ilgi ya da karîne, lafzın konulduğu anlamın dışında başka bir anlamda kullanılmasının kabul edildiği lafızdır.

Lafzın hakiki manasına göre anlamlandırılması mümkün olduğu sürece, mecazi anlamına göre
yorumlanması söz konusu değildir. Hakiki manasına göre lafzın anlaşılmasına mani olan her hangi bir ilgi veya karine söz konusu olması durumunda lafzın mecazi anlamı ile yorumlanması ya da hükmün verilmesi gerekir. Bu meyanda Mecellenin 61. maddesinde “Manayı hakiki müteazzir oldukta mecaza gidilir” kaidesi yer almaktadır.

III. Sarih
“bir lafzın hakikat ya da mecaz olarak o anlamda çok kullanılıyor olmasından ötürü, tam bir açıklıkla kendisi ile kastedilen anlamın açık olduğu lafız” türüdür.
Sarih olan lafızda konuşanın niyetine bakılmaksızın, lafzın gereği sabit olur. Örneğin, “bu malı sana
sattım” deyince satış akdi meydana gelir. Satıcının “bu sözümle kiralamayı kastetmiştim” demesine itibar edilmez. Çünkü satıcının ifadesi satım akdi için sarihtir.

IV. Kinâye
Kinâye, yine hakikat ya da mecaz olsun kendisi ile kastedilen anlamın, kullanım gereği gizli olduğu
lafızdır. Bu türden lafzın gerçek anlamı ancak bir karîne ile anlaşılabilir ve kinâyenin gereği ancak niyet
veya halin delâleti ile sabit olabilir.
Örneğin, erkeğin eşine “dilediğin yere git” sözü ile talâk manası ya da başka bir anlamı kastetmesi
mümkündür. Kastedilen anlamın belirlenebilmesi için söz sahibinin niyetine veya hâlin delâletine bakılır.

Lafzın delaleti
Hanefî fıkıh usûlü bilginleri sözün delâlet ettiği anlama açıklığını hiyerarşik bir sınıflama yaparak ortaya koymuşlardır. Bu meyanda anlamı en az açık olandan daha fazla açık olana doğru
yapılan dörtlü sınıflama şöyledir; zâhir, nas, müfesser ve muhkem.
Öte taraftan Mâlikî ve Şâfiî usûl bilginleri anlama delâleti açık olan lafızları zâhir ve nas olmak
üzere ikiye ayırmaktadırlar. Onların sınıflamasındaki nass Hanefî usûl bilginlerinin terminolojisindeki
müfessere karşılık gelmektedir.

V. Zâhir
Zâhir terminolojide, “kendisinden murâd edilen anlamın hiç bir düşünceye (teemmül)
gerek kalmaksızın işitilmekle bilindiği lafız/isim” olarak tanımlanmaktadır. Hanefî usûl bilgini
Pezdevî zâhiri, “siygasıyla murâd edilenin dinleyici için açık olduğu her söze (kelâm) verilen ad” olarak tarif etmiştir. Ancak sözün kendisinden çıkarılan anlam sözün asıl sevkedilme ya da söylenme nedeni değildir.

Zahir, amm bir lafız olarak geldi ise, umumu üzere terki gerekmektedir. Tahsise delalet
eden bir delil söz konusu olmadıkça hükmü bazı fertleri ile sınırlandırılması mümkün değildir.
Zahir mutlak bir lafız olarak gelmiş ise, lafız ıtlakı üzere bırakılmaması gerekmektedir. Yine bir
delil bulunmadığı sürece takyid edilmesi söz konusu değildir. Eğer has bir lafız ise, hangi manayı ifade için vaz edilmiş ise, o mananın kastedildiğine hükmetmek gerekmektedir.

VI. Nass
Anlamı açısından nass, zâhir olan lafza oranla daha açık bir anlama sahiptir. Açık bir biçimde
manasına delâlet eden nass, kendisinden çıkarılan hüküm sözün asıl sevk sebebini teşkil eden lafızdır.
Nass, bu anlam için sevk edilmiştir ya da söylenmiştir. Bununla birlikte nass, tevil ve tahsis ihtimalini açık bulunmaktadır. Nassın hükmü ile zahir lafzın hükmü aynıdır. Delil bulunması durumunda lafzın açıkça anlaşılan
manasından çıkarılarak tevil edilebilmesidir. Ancak nass, zahir ile karşılaştırıldığında daha az ihtimalle
tevile açıktır


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes