๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => Ders Notları ve Özetler => Konuyu başlatan: zahdem üzerinde 15 Mayıs 2010, 19:09:37



Konu Başlığı: isl.felsfesi 12.hfta özeti
Gönderen: zahdem üzerinde 15 Mayıs 2010, 19:09:37
İSLAM FELSEFESİ 12.HAFTA

SİHABUDDİN SÜHREVERDİ (İsrâk Ekolü Filozofu)

Sihabuddin Sühreverdi (Ebu’l-Futuh Yahya b. Habes b. Emirek) 1155/1191 yılları arasında yasamıstır.  Lakabı ise, el-Hakim, el-Maktul, es-Sehid, el-Halebi olarak kaydedilmistir. “Seyhu’l-İsrak” diye de meshur olmustur.
Hayatının büyük bölümünde seyahatler yapan düsünür, Konya ve Sivas’da da bulunan Sühreverdi, Sultan ikinci Kılıçarslan’ın oğulları Berkyaruk, Meliksah ve Süleyman’a dersler vermistir. Eserlerinden israk felsefesinin sudur anlayısını açıkladığı “Pertevname”yi de Niksar ve Koylu-Hisar meliki Nasreddin Berkyaruk sah adına kaleme almıs ve ona takdim etmistir. Sam’a gitmek üzere Anadolu’dan ayrılan düsünür Halep’e ulastığında buranın meliki ve aynı zamanda Selahaddin Eyyübi’nin de oğlu olan Melik Zahir tarafından sıcak bir ilgi ile karsılanmıstır.
Sühreverdi’yi bir tehlike olarak gören Halep ulemasının Selahattin Eyyubiye yazdıkları mektupta, “Oğlun, batınî fikirler tasıyan ve halkın itikadını bozan bir kimseyi sarayda nüfuzlu bir yere getirmistir” ifadelerine yer vermislerdir.
O sıralarda dıstaki düsmanları Haçlılarla, içte “Batıni” akımlarla mücadele eden Selahaddin’i en hassas olduğu hususta tahrik eden yukarıdaki cümleleriyle emellerine ulasmıslardır. Selahaddin Eyyubi, oğluna cevaben yazdığı mektupta Sühreverdi’nin derhal öldürülmesini emreder. Sühreverdi, ölüm seklini zindanda aç bırakılma olarak kendisi seçer. Öldürülme nedeni hakkında yapılan değerlendirmelerde iki husus ön plana çıkar. Birincisi; Halep ulemasıyla yaptığı bir münazarada “Allah her seye kadir midir?”, “Kadir ise bugün dahi bir peygamber gönderebilir mi?” sorularına verdiği “Evet, Allah her seye kadirdir, bugün de bir peygamber göndermeye muktedirdir” seklindeki cevabıdır. ikincisi ise, eserlerinde İsmaililerin imamet anlayıslarıyla örtüsen ifadelere yer vermis olmasıdır.
Eserleri:
1- Dört Büyük Doktrinal İnceleme: “Telvihat”, “Mukavemat”, “El-Mesari ve’l-Mutarahat” ve “Hikmetu’l-İsrak”tır.
2- Kısa Felsefi Risaleler: Yukarıdaki eserlerin bir nevi özeti sayılabilirler.  “Heyakilu’n-Nur”, “el-Elvahu’l-Đmadiyye”, “Pertevname” ve “el-Lemehat”
3-Sembolik dilde yazılmıs seyri-sülük hikayeleri: Tamamı Farsça yazılmıs olan bu risaleler“Akl-i Surh”, “Avaz-i Per-i Cebrail”, “Lügat-i Müran”, “Yezdan-ı Sinaht” ve “Safir-i Simurg”dur.
 4-Tercüme ve serh çalısmaları: İbn Sina’nın “Risaletu’t-Tayr”ının Farsça’ya tercümesi ile “İsarat ve Tenbihat”ının Farsça serhi gibi.
5-Dua ve Zikirlerle ilgili yazdığı eserler: “et-Takdisat” gibi.
 
Felsefesinin Kaynakları:
Onun felsefesi eklektik bir yapı arzeder. Sühreverdi kendini bir hakikat arastırıcısı olarak takdim eder. O, kendisini “Hikmetu’l-Ledunniye” veya “Hikmetu’l-Atika  ” diye bilinen ezeli hikmetin bir yenileyicisi olarak görür.Sühreverdi’nin israk doktrini, irfani olarak ilahi bilgilere, ve tasavvufa, nazari olarak Yeni Eflatunculuğa ve Messailiğe, kültür olarak Zerdüstlük ve Eski Fars dinlerine, kesfi hikmet olarak da Hermetizm’e dayanmaktadır.Ona göre idealar ile varlıklar nur ve zulmet kelimeleri ile ifade edilir Nur ile zulmet arasında ise varlık farkı değil, sadece derece farkı vardır.
Messailik
O da İslam messai düsünürleri gibi evrendeki olusu sudur nazariyesi ile açıklama cihetine gitmistir. Ancak onun messailerden ayrı olarak varlığı nur ile açıklaması ve sonsuz sayıda
nurun sudur sürecinde varolusa katıldığını ifade etmesi dikkat çeken en önemli farkıdır.
Felsefeyle ilk tanıstığı yıllarda eğitimi messai felsefeye dayalıdır.İsraki sistemi gelistirirken bizzat o, mesai felsefenin kendisine sağladığı birikimden bahsedecektir. Ancak daha sonraları mesai felsefeyi sadece israk’a geçmek için bir vasıta olarak takdim eder.Messai felsefe ve özellikle de İbn Sina’nın felsefi düsünceleri Sühreverdi’nin İsrak doktrininin temelini olusturur. Ona göre messai felsefe israki anlayısa giden yolda bir basamak gibidir.
 
Zerdüstlük
O’nun içinde yetistiği ortam ve seyahat ettiği çevreler Fars hikmet ve geleneğinin etkisi altında olduklarından, felsefi söylemlerinde ve eserlerinde bu kültürün etkisini görülür.Ancak Zerdüstlükle ilgili kullanılan literatür iddia edilenin aksine Sühreverdi’nin felsefesini etkisi altına alacak derecede yaygın bir kullanım değildir. Çoğunlukla melekler
angeolojisinde karsımıza çıkan bu etkiyi bir de “aydınlık” (nur) ve “karanlık” (zulmet) terimlerinin kullanımında kısmen görebiliriz.
Onun felsefi düsüncelerini dayandırdığı kaynaklar arasında en dikkat çekici olanlarından biri de Hermes ve Hermetik bilgidir. Sühreverdi’ye göre Hermes ya da İdris peygamber felsefenin babasıdır.Hakikat Hermes’le insanlara aktarılan bir bilgiler bütünüdür.
Tasavvuf
Seyahatleri süresince görüstüğü sufi seyhler, onun israk anlayısının yöntemini sekillendiren sezgici anlayısta pay sahibidirler. Zaten o, Hallacı Mansur, Ebu Yezid el-Bistami ve Ebu’l-Hasan Harrakani’yi ilimde öncüleri olarak kabul eder.
Felsefi Yöntemi: Sühreverdi’nin İsrak felsefesi, kesfe dayalı bir yöntem üzerine kurulmustur.Hem varolus, hem de gerçek bilgiye ulasma Tanrısal bir aydınlanmaya (israkât) dayanır. İnsan için bu aydınlanmaya ulasmak ise, ancak sezgiyi hak edecek ruhsal ve bedensel bir arınmayla gerçeklesebilir. O, insanların bilgiye ulasmadaki konumlarını da sezgisel yöntemi esas alarak belirler.Sühreverdi kendisiyle birlikte Hermes, Agathedemon, Phatogoras, Hallac-ı Mansur, Eflatun ve Ebu Yezid el- Bistami’yi de bu sınıfa dahil eder.
Felsefi Fikirleri;
Yöntem Hakikate Ulasma Yöntemi Sühreverdi isrâkıyye terimini, İslâm düsünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi (istidlal) temel alan rasyonalist Messâî felsefeye karsı mistik tecrübe ve sezgiye dayanan bir teosofik düsünce sistemi olarak kurgulamıstır.Ona göre kadîm hikmet biri kanıtlamaya (istidlal) dayalı arastırma ve incelemeyi diğeri mistik tecrübe ve sezgiyi temel alan iki farklı metot kullanıyordu. Bunlardan ilkinin önderi Aristo, ikincisininki Eflâtun'dur.Ayrıca Câmasb, Fersâvüster ve Büzürgmihr gibi eski İran bilgeleri; Agathedernon, Hermes ve Asklepios gibi eski dünyanın Aristo dısındaki bütün bilge ve filozofları kesf ve aydınlanma yöntemini benimseyip kullanan birer İsrâki sayılır.
Sühreverdi hakikate ulasmanın birbirini tamamlayan iki yolu olduğunu belirtir. Bunların ilki nazar ve tefekküre dayanan "bahs", diğeri de kulluk, çile çekme ve ahlâkî arınmada en
yüksek düzeye ulasmayı ifade eden "teellüh"tür. Düsünmeye ve arastırmaya muhtaç olmadan kesf yoluyla hakikatin bilgisine ulasma düzeyine yükselmis olana "müteellih" denir.
Sühreverdî, bahs ve teellüh yöntemlerini kullanmaları bakımından hakikati arayanları üç kısma ayırır.
1. Teellühü esas alıp bahse önem vermeyenler (müteellih); peygamberlerle sofilerin çoğu
2. Tefekkür ve bahsi önemseyip teellühü ihmal edenler (hakîm); Aristo, Fârâbî ve İbn Sîn
3. Her iki yolu takip edenler.Kendisinin de dahil olduğu üçüncü grubun sayısının çok az olduğunu ileri sürer.
 
Sühreverdi ve Messailik
Sühreverdî, Fârâbî ve İbn Sina'nın eserlerini okuyarak felsefî formasyon kazanmıs, bu filozofların doktrinini gençlik döneminde kaleme aldığı et-Telvîhât, el-Lemehât, el- Mukâvemât ve el-Mesâric ve'1-mutârahât adlı eserlerinde yer yer elestirip özetlemistir. Ona göre rasyonel arastırmaya dayanan bu sistem sağlam ve güzel olmakla birlikte hakîm-i müteellih (teosofist) olmak için yeterli değildir; o dereceye erismek üzere önce kesfe ve ruhî tecrübeye ulasmak, sonra da bu bilgiyi baskasına anlatma asamasında aklî tahlilini yapmak gerekir. Aristo'yu İslâm Messâîleri'nden ayrı tutmaya özen gösterir ve Messâîler'in yaptıkları yorumlarla Aristo'nun felsefesini asıl maksadından saptırdıklarını savunur; hatta uzun zaman uğrasıp da çözemediği bilgi problemini rüyasında imdadına yetisen Aristo'nun yardımıyla çözdüğünü bildirir. Grek filozofu ona, çözümü objektif varlık alanında değil kendi sübjektif dünyasında aramasını yani özüne dönmesini tavsiye eder.
İslâm filozofu olarak bilinenlerden hiçbirinin hakikat bilgisine ulasamadığını, bunu ancak Bâyezîd-i Bistâmî, Sehl et-Tüsterî gibi sûfilerin basardığını söyler. Sühreverdî'ye kılavuzluk
eden gerçekte Aristo değil, yanlıslıkla ona mal edilen Esûlûcyâ adlı apokrif eserdeki görüsleriyle Plotin'dir; dolayısıyla İsrâkiliğin ilham kaynaklarından biri de Yeni Eflâtunculuktur.
 
Sühreverdi ve Messai elestirisi ve görüsleri
Kategoriler ve Tanım teorisi  Aristoculuk'ta varlığın en yüksek cinsleri sayılan on kategoriyi cevher, hareket, izafet, nicelik ve nitelik olmak üzere bese indirir, Ayrıca kategorilerin Aristo'dan değil Pisagorcu bir filozof olan Arkhutos'tan alındığını iddia eder.Sühreverdî, Aristo'nun tarif anlayısını da elestirir. Buna göre eğer bir seyin tarifi o seyin cinsiyle faslından yapılacak olursa herkes o temel Özelliği bilemeyeceğinden böyle bir tarif istenilen kesin bilgiyi vermeyecektir.
Cevher cisim
Messâîler'e göre cevher heyûlâ ve suretten olusan bir bilesiktir.Sühreverdî'ye göre bu da yanlıs bir yaklasımdır. Zira kesintisizlik iki cisim arasındaki sürekli bağıntıyı belirlese de cisimden ayrı bir seydir. Buna karsılık miktar asla cisimden ayrılmaz. Öyleyse cisim üç boyutlu bir miktardan baska bir sey değildir. Bir baska deyisle cisim hacimden ibarettir.Nitekim aynı mumun erimis haliyle katı hali arasında miktar bakımından herhangi bir fark yoktur.
Bilgi
Messâîler, bir seyin algılanabilmesi için onun maddeden soyutlanmıs olmasını sart kosarlar.İsrâkilik'te ise algının sebebi nurdur. Her sey nurdan sudur eder ve yine nura döner. Bir seyin algılanması o seyin terkibindeki nurun miktarına bağlıdır.Sühreverdî'ye göre bu yanlıs bir temellendirmedir; zira gerek algıdan önce gerek algı anında gerekse algı gerçeklestikten sonra nefisle suret (özne ile nesne) ayrı ayrı seylerdir.Sühreverdî'nin deyisiyle. "Algı olsun veya olmasın daima sen sensin.
Nur
İslam düsüncesi içinde yetisen filozoflar Messailer basta olmak üzere felsefenin temel kavramı olarak “varlık”ı esas almıslardır.Sühreverdi varlık kavramı yerine “nur” kavramını kullanmıstır.Sühreverdi bütün varolusu nur ile açıkladıktan sonra varlıkları (nurlar hiyerarsisini) kapsam ve farkında olmaları bakımından derecelendirir.
(Nur’u-Mücerret) kendinin farkında olan nurdur.Farkındalık ya kendindendir veya kendinin farkında olması için yıldızlar ve ates gibi kendinden baska bir seye bağlıdır (Nur’u-Arız). Aynı sekilde bir varlık kendinin farkında değilse ya tüm tabii cisimler gibi kendi kendine vardır ve karanlıktır, (Berzah, Cevher’i-Ğasık, Hey’et-‘i-Zulmaniyye) ya da renkler ve kokular gibi (hey’e) kendisinden baskası sayesinde vardır.
Kainat arada herhangi bir cevhersel ve maddi devamlılık olmaksızın Yüce Isık’tan çıkmaktadır. Dolayısıyla da varolus, Isıklar Isığı’ndan sudur seklinde meydana gelmektedir.Bu varolus sürecinde melekler varolusa aracılık eden varlıklar olarak karsımıza çıkar ve her var olan seye bir melek vasıta olur ki bu da sayısız meleğin varlığına isaret eder. Yine bu varolus ve devamlılıkta üstteki yönetici nurun alttaki nura hükümranlığı ve alttaki nurun üstteki yöneten nura askı sudur sürecinin tamamlanmasında önemli bir yere sahiptir.En fazla ısık sahibi olan ve tüm kainatın kendisinden meydana geldiği Nuru’l-Envar (Tanrı) en yoğun ısıktır. Devamlı ısığa ihtiyaç duyan karanlık (zulmet) ise ısığın yokluğu anlamına da gelebilir.Sühreverdiye göre, nurun olmadığı her sey karanlıktır, yani, cisimdir. Nuru’l-Envar yani Tanrı bütün varlıkların var olmak için kendisine bağımlı olduğu ve kendisinin var olmak için hiçbir seye bağımlı olmadığı nur bu nurdur. O’nun dısındakiler varlığını ondan alır. O’nun esi benzeri yoktur. Her seye hükmeder. Her türlü kudret ve olgunluk ondan kaynaklanır. Varlığının sartı ve zıddı yoktur. Ezeli ve ebedidir. Sühreverdi hiçbir sıfatı, yüceliğine zeval getirir diye Tanrı’ya yakıstırmaz.
Messâîler"in varlığı zorunlu- zorunsuz (vacip-mümkin) diye ikiye ayırdıkları gibi İsrâkiler de varlığı sembolize eden nuru, var olmak için baskasına ihtiyacı olmayan "saf nur ve varlığı baskasından olan "arazî nur" diye ikiye ayırırlar.Allah, melekler, idealar ve insanî nefisler saf nuru temsil eder. Yıldızlar ve ates gibi varlığı baskasından olanlar ise arazî nur diye adlandırılır.
Doğu Batı sembolizmi
Doğu aydınlığın bilginin yurdu olurken, batı karanlığın cehaletin ve kötülüğün yurdu olarak betimlenir. Buradaki doğu ve batı terimleri tamamen coğrafi gerçekliklerinin dısında sembolik bir anlamda kullanılır.
Ruh
Ruh, cisim olmayıp cevherdir. Beden ruhun evidir. Ruh için beden aynı zamanda bir kafestir.Ruh asıl olarak Nurlar Nuru’na ulasmak ister. Bu ise dünyada iken güzel isler yapmakla mümkündür. Kötülükle uğrasanların ruhu karanlıklar dünyasında mutsuzluğu sürüklenirler.
Sudur
Akılların yerini İsrâkilik'te nurlar almıs, sudur da israk diye adlandırılmıstır. Nurlar nuru Allah`tır. Mutlak anlamda bir olan nurlar nurundan bir tek sey çıkar ki o da ilk nurdur. Meleklerin reisi olan ve Behmen diye adlandırılan bu İlknur, çift karakterlidir; nurlar nuruna en yakın nur olduğu için zengin ve yetkin, özü itibariyle de fakir ve eksik sayılır. Messâîler'de sudur onuncu akıl (faal akıl) ve dokuzuncu felekte son bulduğu halde isrâkilik'te nurların sonsuza kadar devam ettiği düsünülür. Sühreverdî, ulvî âlemle süflî âlem arasına "berzah" adını verdiği aracı bir âlem koyar.Kâinat nurlar nuru gibi ezelîdir. İsrâkîliğin varlığı nurlar hiyerarsisi veya nur tabakaları seklinde tasvir etmesi son tahlilde kâinatın akıllı, dinamik ve sonsuz hareket eden muazzam bir kitle olduğu izlenimini vermektedir. Bu nûrânî birliğin vahdet-i vücûd diye adlandırılması akla pek uzak gelmemektedir.
Nübüvvet,
Peygamberlerin kesf ve müsahede yoluyla nurun kaynağından bilgi alması olarak anlasılır.İlâhî kaynaktan bilgi almak süreklidir. Bu kaynaktan en üst düzeyde bilgi alan insan Allah'ın yeryüzündeki halifesidir.Sühreverdi’ye göre, Peygamber, bilge için bir rehber, toplum için de düzeni sağlayan kuralları koyan bir yol gösterici olarak mutlaka gereklidir. Peygamberler halkası, peygamberliğin mührü olan Hz. Muhammed tarafından tamamlanmıs ve kemale ermistir.
Etkisi
İşrakilik`; mistik, gnostîk ve gizemli olan her düsünce tarzını barındırdığından özellikle sûfî ve Siî çevrelerde büyük ilgi uyandırmıstır.XII. yüzyıldan itibaren Messâî felsefenin zayıflaması üzerine onun yerini büyük ölçüde İsrâkîlik almıs ve bu teosofik felsefe İbnü'l-Arabi’nin beslendiği baslıca kaynaklardan biri olmustur.
Tasavvuf.
 Muhyiddin İbnü'l- Arabî ve takipçileri israk felsefesini oldukça ayrıntılı bir sekilde ele almıslar ve bunu vahdet-i vücûdla bütünlestirmislerdir. Esasen onlara bu yolu açan, Gazzâlî olmuştur. İsrâkiyye hareketi ve hikmet-i mesrikıyye Sühreverdi’den sonraki dönemlerde ilgi odağı olmus, bu harekete hikmet-i müteâl hikmet-i hâlide, ezelî-ebedî hikmet, felsefî tasavvuf (teosofik mistisizm) ve ilm-i ilâhî gibi isimler verilmistir.
İsrakilik
VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren İsrâkiliğe olan ilgi, İbn Sînâ'nın İsrâki eğilimli felsefesinin de etkisiyle farklı bir sekil aldı. Bu dönemde müslüman düsünürlerin bir kısmı hikmetle ilgili dörtlü bir sınıflandırma yaparak bunların birini kabul edip diğerlerini red yerine hepsini uzlastırma yoluna gittiler: böylece Messâî felsefe. İsrâkilik. tasavvuf ve kelâm uzlastırılmıs oldu. Seyyid Serif el-Cürcânî, Tasköprizâ-de ve Kâtib Çelebi bu akımın temel fikirlerini söyle özetlerler: Ebedî mutluluk ancak ilim ve amelle gerçeklesir. Bu ikisi birbirinin hem sebebi hem sonucudur. İlmi olup ameli olmayan veya ameli olup ilmi olmayan eksiktir. Ebedî saadete ulasmanın yolu yüce yaratıcı hakkında marifet sahibi olmaktır. Bunun da biri nazar ve istidlal, diğeri riyazet ve mücâhede olmak üzere iki yolu vardır. Birinci yolu tutanlar vahye bağlı kalırlarsa kelâma, aksi halde Messâî, ikinci yolu tutanlar vahye bağlı kalırlarsa sûfî, kalmazlarsa İsrâki sayılırlar.
İsrâkilik, XVII. yüzyılda Siî akîdeyi güçlendiren Safevîler yönetimindeki İran'da yeni ve ciddi bir gelisme göstermistir.Zamanında felsefenin dıslanmasından üzüntü duyan Sîrâzî, İsrâkî felsefenin aydınlanma yöntemini"dört sefer adını da verdiği el- Hikmetül-müte'âliye`de ruha ait seferleri söyle sıralar: Halktan Hakk'a yolculuk, Hak ile Hakk'a yolculuk, Hak'tan halka dönüs ve yaratılmıslardaki tecellisiyle Hakk'a yolculuktur. Sühreverdî gibi Sîrâzî de peygamberlerin ortaya koyduğu hakikatle sûfi ve felsefî gelenekteki hakikatin birliğine inanıyor, bütünüyle hakikat nurunun "nübüvvet feneri"nden alındığını söylüyordu.İran'da İsrakilik ,Ni'metullahiyye, Zehebiyye, Nûrbahsiyye ve Gunâbâdiyye gibi Siî tarikatlarına mensup olanlar arasında taraftar bulmustur.