๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => Ders Notları ve Özetler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 07:53:38



Konu Başlığı: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 1-8
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 07:53:38
(1.Hafta Ders Notları)

 __Felsefe hangi eylemleri gerçekleştirir?

Akli kanıtlar sunmak, eleştirmek, kavramları analiz etmek, üretilen bilgilerde bir bütünlük inşa etmek.

 

__Felsefenin faydaları nelerdir?

Anlama yetisini güçlendirir, sorgulama ve eleştirme kabiliyetini geliştirir, tutarlı düşünebilmeyi öğretir, insana aklını kullanma zevkini verir.

 

__Felsefe tarihi öğrenmenin gereği nedir?

Felsefe yapmaya bir giriştir, felsefe bir yönüyle birikimseldir, filozoflar kendinden öncekilerin teori ve görüşleriyle hesaplaşarak ilerlerler, insanın düşünme serüvenini öğrenmek entelektüel bir keyif verir.

 

__İlkçağ felsefesi tarihi öğrenmenin ilahiyat öğrencisi için önemi nedir?

*İslami düşünce yunan düşüncesi ile helef-selef olma bakımından ilişki içerisindedir.

—    Eflatun → Yeni-Eflatunculuk, Tasavvuf

—    Aristo → Meşşai okul

—    Atomcular → İslam kelamının atomcu varlık anlayışı
*Düşünce geleneğinin süreklilik içerisinde bir bütün halinde kavranması
*Felsefenin evrensel boyutlarının idrak edilmesi
*Farklılıkların kavranılması ve sebeplerinin anlaşılması
*Aydınlanma sonrası batı düşüncesinin daha iyi anlaşılması

 

__Yunan felsefesinin doğuş şartları nelerdir?

Yunan toplum yapısı şehir devletidir. Nüfus 300.000 kişidir. 100.000’ni köle, kadınlar ve çocuklar dışarıda bırakıldığında 40.000 özgür erkek vatandaş vardır. Şehir merkezi ile çevresi arasındaki mesafe bir günlüktür. Yunan şehir devletleri coğrafi olarak dağlar ve denizlerle birbirinden ayrılır. Şehir devletleri tarım, ticaret ve zanaatla uğraşıyor. Elolialılar: köylü, Dorialılar (Ispartalılar): Tarım ve askerlik İyonyalılar: Denizci ve ticaretle meşgullerdik. → Felsefe için gerekli olan merak ve birikim

 

__Yunan felsefesinin dönemleri nelerdir?
Sokrat öncesi dönem: Tabiata dair konular arkhe sorunu
Sokrat’çı dönem:  Sofistlerin belirleyiciliği, insana dair konular, doğru yaşama sanatı, doğru bilgi niteliği hakkında soruşturma, ahlak ve siyaset konuları, mutluluk nedir, erdem nedir?
Helenistlik felsefe:  Siyasal değişim, şehir devletinden imparatorluğa geçiş, bireyin yeri ve anlamı, bireyin devletle olan ilişkisi, din ile felsefe arasındaki ilişkiler, okullar: Platonun – Akademyası, Aristo’nun  - Peripatetic okulu, Stoa ve Epikürcüler.
Roma imparatorluğunun felsefesi: Felsefe doğu mistik unsurlarıyla ve dini unsurla etkileşim halindedir. Yeni-Platoncu ve yeni-pythogarasçı okullar bu dönemin önde gelen okullarıdır.


Konu Başlığı: Ynt: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 1-8
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 08:26:47
(2.Hafta Ders Notları)

                                                                      İyonya Okulu

         Thales MÖ. 625/4- 54

Yunanlıların ilk filozofudur. Yetiştiği ortamı Ege bölgesindeki Milet şehridir. Thales sebebiyle Milet felsefesinin başlangıç noktası kabul edilir.

            Thales’in kendisinden elimize geçen bir metin yoktur. Kendisiyle ilgili bilgilere Herodotos, Aristo, Teophrastus ve Diogenes Laertius kanalıyla ulaşırız. Thales yunanlılara kanunları hediye eden Solon ve ünlü Lidya kralı Krezus veya Karun ile çağdaştır. Kendisi Karialı bir baba ile Yunanlı bir annenin çocuğudur.

            Siyasetle ve siyasetin sorunlarıyla ilgilenmiştir. Lidya istilasına karşı koyabilmek için, iyonya yurttaşlarını başkent Teos olacak şekilde federasyona gitmelerini önerir. Yine Lidyalıların Medlere karşı yaptığı savaşta Kızılırmak’ı rahat geçebilmek için bir kanal vasıtasıyla nehri ikiye bölmeyi tavsiye ettiği ve böylece su seviyesini alçalttığı nakledilmektedir. Bu anekdot da Thales’in geometri ve siyasetle olan ilgisini göstermektedir.

            Kendisiyle ilgili aktarılan anekdotlarda güneşin tutulmasını önceden haber verdiği aktarılmaktadır. Bu haber astronomik gözlem cetvel sonuçlarına sahip olması gerektiğini bildirmektedir. Thales denizcilere küçük ayıyı takip etmelerini tavsiye etmiştir. Geometriye dair teoremler ileri sürer: ikiz kenarın karşılıklı açılarının eşit olduğu veya dairenin çapla iki eşit parçaya bölündüğü bunlardan bazılarıdır.

            Thales’in nesnenin gölgesiyle eşit olduğu zamanı tespit ederek piramitlerin boyunu ölçtüğü aktarılmaktadır. Yine O’nun zeytinin bolluk ve darlık zamanını hesaplayarak zeytin ezme aletlerine yatırdığı aktarılmaktadır. Bu anekdot da onun astronomiye olan ilgisini göstermektedir. Ayrıca Thales dünyayı suyun üzerinde duran bir tepsi gibi tasarlamaktaydı.

            Bütün bunlar Thales’in astronomi ve geometride gelişmiş olan Babil ve Mısır medeniyetleriyle doğrudan veya dolaylı ilişki halinde olduğunu göstermektedir. Aristo’nun öğrencisi Eudemos Thales’in Mısıra gittiğini ve oradan geometri bilimizi ilk kez yunana getirdiğini bildirir.

            Arkhe sorunu Antik Yunan felsefesinin en önemli sorunlarındandır.(Not: eski yunanlılar evrenin tümünü canlı kabul ederler). Thales ‘su her şeyin arkhesi, ilkesi, doğası, nedeni veya tözüdür’ diyerek arkhe sorununu cevaplar. Thales suyun katı, sıvı ve buhar olmak üzere üç hali oluşunu ve evrendeki her şeyin bu üç hal etrafında sınıflanabildiğini düşünmüş olmalıdır. Böylece evrendeki nesnelerin dönüşümüne dairde dolaylı cevap vermiş olmaktadır.

            Thales ayrıca ‘Her şeyin tanrılarla dolu olduğunu’ ifade etmektedir. Yine o ‘Mıknatıs canlıdır çünkü demiri kendine doğru çekmektedir’ bu ifadeleri iki şekilde anlaşılabilir. 1.evrenin ruhunun varlığını kabul ettiğini ve onun sudan hayatı başlattığı anlamına gelebilir. 2.maddeyi canlı olarak kabul ettiği ve var oluşu yalnızca madde ile izah ettiği anlamına gelebilir.

 

                        Anaksimandros (MÖ 610–547) 

         Antikçağ tarihçisi Apollodor’a göre 42. olimpiyatın 3. yılına denk gelen M.Ö 610 Milet’te doğmuş ve 64 yaşındayken, 58. olimpiyatın 2. yılına denk gelen 546 yılında ölmüştür. Diogenes Laertius’dan edinilen bilgilere göre Milet okulunun kurucusu olan Thales’in öğrencisiydi. Başarıları Anaksimenes ve Pythagoras’ı da etkilemişti.

            Anaksimandros Thales’in çağdaşı, öğrencisi ve dostudur. Onun hakkındaki kaynaklar: Aristo, Theophrastus, Diogenes Laertius ve Aristo şarihi Simplicus’tur.

            Matematikçi, politikacı, astronom, doğa bilimcisi ve haritacısıdır. Yunanlılarda ilk defa harita çizen kimse olduğu söylenilmektedir. Güneş saatini getiren kişidir. O, doğa üzerine kitap yazıp da kitabı bize gelen ilk adamdır. Ve bir tür evrim kuramı ileri sürmüştür: Hayatın sudan karaya geçtiğini ifade etmektedir.

            Anaksimandros sonsuz sayıda evren olduğunu kabul etmektedir. Bu evrenlerin aynı zamanda mı yoksa peş peşe zamanlarda mı olduğu ise pek açık değildir.

             Dünyayı genişliği yüksekliğinin üç misli bir silindir gibi tasarlamaktaydı. Güneş batıdan battıktan sonra bu silindirin altından dolaştıktan sonra ertesi günü yine doğudan doğmaktaydı. Dünya evrenin ortasında asılı her yere eşit uzaklıkta olduğu için hiçbir yere gitmesine gerek yoktu. Ona göre dünya tabi mekânında duruyordu. Aristo Anaksimandros’ un bu görüşünü eleştirir. Bu durum yiyeceklere eşit mesafede duran adamın açlıktan ölmesi misaline benzetmektedir.

            Anaksimandros suyun arkhe olarak kabul edilmesini eleştirir. Çünkü su nicelik bakımından sınırlı ve nitelik bakımından belirlidir. Hâlbuki doğada gördüğümüz olaylar böyle değildir. Ona göre arkhe “zaman ve mekânda sınırsız ve belirsiz olan” operiondur. Onun tanımladığı şekilde operion duyusal maddeye eş değildir ve soğut bir ilkedir. Operion görüşü hakkında ondan gelen ifade şudur: Var olan her şeyin arkhesi operiondur. Şeyler ondan meydana gelir ve yine zorunlu olarak onda ortadan kalkarlar. Çünkü onlar zamansal sıraya uygun olarak birbirlerine karşı işlemiş oldukları haksızlıkların cezasını öderler.

            Niteliksel Operion: Ateş, sıcaktır.

                                            Hava, soğuktur.

                                            Toprak, kurudur.

                                            Su ise ıslak ve nemlidir.

            Ve bunlar sürekli olarak birbirleriyle mücadele halindedir. Su toprağı öğütüyor. Dolayısıyla ilkeler bunlar değil fakat bunların arkasındaki basit bir şey olmalıdır. Anaksimandros bu tartışmaları ile doğa felsefesinin ikinci sorunu olan değişim ve dönüşüm sorununa işaret etmiş olmaktadır.


Konu Başlığı: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 4
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 12:36:40

( 4.hafta özeti)

                                             Ksenephones ve Heraklit

Ksenephones

“Eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsaydı ve onlar elleriyle insanlar gibi resim yapmasını ve sanat eserleri meydana getirmesini bilselerdi, atlar Tanrıların şeklini atlarınkine; öküzler öküzlerinkine benzer çizerlerdi ve onların her birine de kendi türlerine uygun bedenler verdirirlerdi… Habeşler Tanrılarının kara ve basık burunlu, Trakyalılar ise mavi gözlü ve kızıl saçlı olduklarını söylerler”

            Kendisi gezgin hayatı sürdüren bir şairdir. Aristo ve diğer İlkçağ felsefe kaynakları onu Elea okulunun kurucusu bir filozof olarak kabul ederler.

Doğa ve doğanın ana maddesinin ne olduğu sorunu onun ilgi alanına girmez. O daha ziyade sıkı bir eleştirici olarak kendisini gösterir Ksenephones’in düşüncesinin ana konuları insan ve kültür sorunlarıdır. Bu bakımdan kendisinden sonra gelecek sofistlerle benzeşmektedir. Sofistler gibi içinde yaşadığı Yunan toplum ve kültürünün temel kurum kavram ve değerlerini sorgulamakta ve eleştirmektedir.

Ksenephones’ asıl eleştirilerinin odak noktasını ise Homeros ve Hesiodosçu insan biçimci çoktanrıcı anlayış oluşturmaktadır. Eleştirir çünkü Homeros ve Hesiodos Tanrıları insanlaştırmaktadır. Tanrılara insanların çirkin ve kötü davranışlarını yüklemiştir. Homer’in şiirlerinde Tanrılar aldatır, hırsızlık yapar, yalan söyler kısaca her türlü kötülüğü yaparlar. Ksenephones Tanrı kavramına ahlaki bir içerik kazandırmaya çalışır. Tanrı olumsuz niteliklerden uzaktır. Tanrı birdir, her şeyi görür, her şeyi işitir, hareket etmez, sabittir, değişmez, ölümsüzdür, manevi gücüyle evrendeki tüm davranışları ve değişmeleri düzenler.

“Tanrılar ve insanlar arasında en büyük olan, ne biçim, ne düşünce bakımından

insanlara benzer olmayan tek bir Tanrı”… “O, tümüyle göz, tümüyle düşünce, tümüyle

kulaktır”… “Hiçbir zorluk çekmeksizin her şeyi zihin/akıl gücüyle yönetir”… “En ufak bir

hereket yapmaksızın her zaman aynı yerde durur ve ona bazen bir tarafa, bazen başka bir

tarafa gitmek yakışmaz”

Ksenephones monoteist tektanrıcı bir görüşe sahiptir. Ancak ondaki monoteizm Hristiyanlık ve

Müslümanlıktan farklıdır. Tanrı aşkın bir yaratıcı olmayıp, evren ile aynıdır, özdeştir.

Evren Anlayışı Ksenephones’in evren tasarımının şöyledir: Dünya düzdür, üst tarafında hava küresi alt tarafında ise toprakla çevrelenmiştir. Ayrıca o, güneşin havada bir doğru çizdiği ve her akşam batıda bir çukura düştüğü ertesi günü ise doğudan yeni bir güneşin doğduğu görüşündedir. Yıldızları ise gündüzleri sönen geceleri ise tekrar yanan kömür parçaları gibi tasavvur etmektedir. Ona göre dünya belki başlangıçta bir çamurdu. Zamanla güneşin etkisiyle suların bir kısmı buharlaştı, toprak kurudu ve böylece bugünkü şeklini aldı. Ksenephones’in karada deniz hayvanlarının fosillerini bulduğu bundan dolayı bu görüşü ileri sürdüğü belirtilmektedir.

 Ksenephones insan uygarlığının da evrenin oluşumu gibi, zamanla geliştiği kanaatindedir. “Tanrılar insanlara her şeyi başlangıçtan itibaren vermemişlerdir. İnsanlar araştırma yaparak zamanla en iyiyi bulmuşlardır” Ona göre uygarlık ve kültür zamanla ve insan gayretleriyle gelişmektedir.

 

Heraklit

“Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz, çünkü dün girdiğim nehir bugün artık aynı

nehir değildir, dünkü sular akıp gitmiştir. Bununla birlikte biz dünkü nehri bugünkü

nehir ile aynı sayarız”

“Savaş her şeyin babası ve kralıdır. O bazılarını Tanrı, Bazılarını insan yapar.

Bazılarını köle bazılarını da özgür kılar”

“Uyanık olanların dünyası ortaktır; Ama uyuyanların her bir kendi dünyasına

döner”

 

 

 

 

Heraklit İyonya’nın sonuncu ve büyük filozoflarından biridir. Efesli zengin ve soylu bir ailenin çocuğudur. Efes Heraklit’in zamanında zengin bir kıyı şehri idi. O zamanlar bu tür zengin kıyı şehirlerinde görüldüğü gibi Efes’te de siyasi huzursuzluk vardı. Bu dönemde Batı Anadolu’daki yunan kolonileri İranlıların sürekli tehdidi ve baskısı altındaydı. Kent içinde ise Aristokrat parti ile Demokrat Parti arasında sürekli bir çekişme vardı. Efes bir süre Heraklit’in de yakın arkadaşı olan bir Aristokrat tarafından yönetildi. Bu yönetici

arkadaşının demokratlar tarafından zor kullanılarak devrilmesi onun hayatında derin izler bırakmış gözükmektedir. Bu darbeden sonra Heraklit içine kapalı bir yaşam tarzını seçmiştir

Heraklit eserlerinde kendine aşırı güvenen, insanları küçümseyen gururlu bir tarz sergiler. Yetkin bir kişinin kendisi için on bin kişiden daha değerli olduğunu ifade etmiştir. Heraklit’in demokrasi ve halk yığınlarına olan karşıtlığı onun yazım tarzına da yansımıştır. O geniş halk kitleleri tarafından çok anlaşılmak istemez. Bu kapalı ve geniş kitleler için kötümser olan yazım tarzından dolayı “karanlık” şeklinde anılmıştır.

Heraklit diğer Milet Okulu filozofları gibi doğa üzerine araştırma ve tartışmalar devam eder. Heraklit ana madde/arkhe olarak ateşi esas alır. Ona göre tüm evren ateşten var olmuştur ve yine ateşe dönecektir. Evrenin var oluşu ve yok oluşu sonsuz kere yenilenecektir. Evren belirli zamanda var olmakta ve belirli bir zamanda yok olmaktadır. Heraklit’in kendisinden önceki diğer filozoflardan farklı olarak felsefi tartışmalara getirdiği konu evreni var oluş ve yok oluş süreci şeklinde sunmasıdır. Milet okuluna göre evrenin özü somut olan bir şeyden havadan veya sudan yapılmıştır. Tüm eşyaların özünde de bunlar vardır. Heraklit ise ateşi ana madde yapmakla varlıkları özde bir madde değil bir olgu olduğuna dikkat çekmiştir. Heraklit evreni tek bir ilkeyle yani ateşle açıklaması bakımından monist olduğunu söyleyebiliriz.

Heraklit arkhe sorunun yanına değişim sorununu da yoğun bir şekilde ele almıştır. Heraklit’e göre sabit bir şey yoktur. Her şey aynı ateş gibi sürekli bir hareket ve değişim içindedir. “Bir suda iki defa yıkanılmadığı tüm varlık değişim içerisindedir. Her şey sürekli bir akış ve devinim halindedir. Etrafımızda sabit olarak gördüğümüz şeyler aslında değişim içerisindedir.

Heraklit değişimi zıtların veya karşıtların birbirleriyle çatışması ve savaşı ile açıklar. Ona göre savaş oluşun en temel şartıdır. Her şey karşıtlarıyla beraber vardır. Savaş yaratıcı evrensel güçtür. Zıtlık ve çatışma evrenin her tarafında vardır.

 Heraklit aynı zamanda bu zıtlıklar arasında bir birlik ve uyum olduğunu savunur. Gece-gündüz, yaz-kış, savaş-barış, yaşam-ölüm gibi zıtlıklar birbirleriyle var olurlar.

 Heraklit’e göre bu zıtlar aracılığıyla olan evrendeki sonsuz değişmeler içinde tek sabit kalan şey, bu değişmeleri yöneten yasadır. Her değişme bir ölçüye, bir orana göre olur. Bunun içindir ki evrendeki hiçbir şey kaybolmaz, her şey belli, bir oran içerisinde yeniden var olur. Bu genel yasaya Heraklit logos adını verir. Logos söz, kelime demektir. Kelime harflerin anlamlı bir söz oluşturmasıdır. Yani logos anlamlı ve ilişkili bir söz veya bir var oluştur. Evrendeki tüm olaylara logos (akıl) hükmeder Bu aklın bir parçası da insandaki akıldır. İnsandaki akıl, Heraklit’in Tanrı dediği ve ateş ile eş saydığı, evrendeki oluşu yöneten “tümel aklın” bir parçasıdır.

 O da Ksenephones gibi Tanrıların insana benzetilmesine karşı çıkmıştır ve monoteist bir Tanrı anlayışına sahiptir. Yalnız Ksenephones tüm evrene egemen olan kutsal gücün, sabit ve değişmez bir varlık olduğuna inanır. Tanrı ile evreni aynileştirerek panteist bir görüşün savunucusu olur. Heraklit’te de panteizm olmasına rağmen, Tanrının değişmeyen sabit bir varlık değil, evrendeki tüm değişmelerin düzenleyici yasası olduğunu savunur. Böylece daha manevi bir Tanrı anlayışına sahiptir.

            Monoteist:  Tek tanrıcı

            Panteist:  Tanrı ile evreni aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizme göre tanrının evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada nesnelerde insan dünyasında vardır. Her şey tanrıdır.


Konu Başlığı: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 5
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 12:38:59
İlkçağ felsefe tarihi(5. Hafta özeti)

                               Elea Okulu; Parmenides ve Elealı Zenon

Elea Okulu è değişme ve değişmezlik tartışmaları= oluş ve bozuluş

Yunan Felsefesinin diğer bir okulu Güney İtalya’nın Elea kentinde Parmenides tarafından kurulan Elea okuludur. Elealılar duyu bilgilerimizin bizi asla hakikate götüremeyeceğini düşünmekteydiler. Elea okulu doğru bilgiye ulaşmada akıl yürütmeye ve diyalektiğe verdikleri önemle öne çıkmaktadırlar. Elea okulu ve Heraklit’le beraber değişim sorunu felsefi spekülasyonların konusu olmaya başlamıştır. Parmenides ile Heraklit karşılıklı olarak bu sorun üzerinde farklı açıklamaları savunmuşlardır. Parmenides ve Melissos tümden gelimsel bir metafizik anlayışı içerisinde oluş ve değişmeyi inkâr edip varlığın özü bakımından değişmediğini ve aynı kaldığını savunmuştur.

Parmenides

Kendisi filozof, devlet adamı ve aynı zamanda kanun koyucudur. Siyasi görüşleri bakımından aristokrat ve aristokrasinin destekçisi gözükmektedir. İleri yaşlarında öğrencisi Zenon ile Atina’ya gittiği ve henüz genç olan Sokrat’la tanıştığı nakledilmektedir. Parmenides’in öğretilerinde Pythogarasçı etkilerin bulunduğu dillendirilmiştir.

Parmenides Homeros gibi lirik bir tarzda yazmaktadır. Ama buna rağmen fikirlerini takip ve temellendirme bakımından oldukça akılcıdır. Görüşlerini şöyle sunar:

Varlık-olan vardır.                            Varlık-olmayan yoktur.

Varlık olan düşünülebilir.               Varlık-olmayan düşünülemez.

Parmenides akla dayanıldığında varlık alanında ve evrende değişmenin ileri sürülemeyeceğini belirtmektedir. Akıl, yukarıdaki akıl yürütme takip edildiğinde değişimin mantıksal olarak imkânsız olduğunu söylemektedir. Öte yandan duyularımız ise bize evrende değişim ve dönüşümün olduğunu bildirmektedir. Parmenides’in buradaki seçimi bellidir. Akla uyulmalıdır. Akıl doğrudur ve doğruyu gösterir. Duyularımız ise bizi aldatabilir. Bu açıdan bakıldığında Parmenides’in ilk akılcı/rasyonalist filozof olduğu söylenebilir.

Parmenides’in akıl ile duyular arasında yapmış olduğu ayrımı şematik olarak şöyle gösterebiliriz:

 

    Akıl           Varlık          Sabite                  Birlik

_______=________=___________=____________

Duyular       Yokluk         Değişim              Çokluk

 

Ona göre Varlık vardır, yokluk yoktur. Bu kurala karşıt bir düşünceye yer veren her felsefe yanlıştır ve mantıksal bir hata yapmaktadır. Var olmayan bir şeye var demeye kalkışmak çelişkidir. Her çelişkili düşünce ise yanlıştır. O halde doğru düşünmek istiyorsam çelişkisiz düşünmeliyim. Çelişkisiz düşünmek var olanı düşünmektir. Var olmayanı düşünmek ise çelişkinin tam kendisidir.

Böylece Parmenides felsefesini bir tek ilkeye bağlar. Değişmeyen, hareket etmeyen, bölünmeyen “Bir” varlıktır ve Tanrı ile özdeştir. Onun dışındaki her şey yalnızca aldatmacadır.         

Parmenides’in sabit gerçeklikler üzerindeki açıklamaları ve spekülasyonları kavramsal olarak öz, cevher kavramının içeriğinin oluşmasına etkide bulunmuş gözükmektedir. Aristo bu kavramsallaştırmayla yoğun bir şekilde uğraşacaktır. Aristo'da ay üstü ay altı alemi ayırımı bunun izlerini taşır. Yine onun değişen dünyayı görünüşler dünyası ve bunun arkasında bir değişmeyen gerçeklikler dünyası tasavvur etmesi Eflatun’un ikili gerçeklik ayrımına katkıda bulunmuş gözükmektedir

Zenon

Parmenides’in öğrencisidir. Yeni bir öğreti savunmaktan ziyade ustasının öğretilerini yeni argümanlarla ve paradokslarla savunmuştur. Bu savunmalarında mantığı ve cedeli ustaca kullanmıştır. Bundan dolayı Aristo onu cedelin kurucusu olarak yâd eder.(Cedel: tartışma, münakaşa )

“Gerçekte benim bu düşüncelerim Parmenides’in öğretisi için, onunla alay etmeye kalkışanlara ve yalnız bir şey var ise, bundan pek çok gülünç ve öğretinin kendisine karşıt sonuçlar çıktığını söyleyenlere karşı bir yardımdır.şimdi, benim bu yazım nesnelerin çokluğunu ileri sürenlere karşı konuşuyor ve onlara aynı şeyleri fazlasıyla geri veriyor, çünkü şunu açık olarak göstermek istiyor: iş gerektiği gibi baştan sonuna kadar geri alınırsa, onların temel düşüncesinin başına –çok şeyler varsa- bir şeyin var olmasından çok daha gülünç şeyler gelir.”

Zenon, Parmenides’in Bir Olan’ın biricik gerçek varlık olduğu öğretisini, çokluğu ve hareketi varsaymanın düşünülemeyeceğini, böyle bir düşüncenin çelişmelere sürükleyeceğini göstermeye çalışmakla desteklemiştir. Bunu da o, çokluğa ve harekete karşı ileri sürdüğü pek ün salmış olan kanıtlarıyla yapmıştır.

Hareketin gerçekliğine karşı Zenon’un ileri sürmüş olduğu kanıtları Aristoteles’ten öğreniyoruz. Bunların arasında en çok bilineni, Aşil ile kaplumbağa arasındaki yarış kanıtıdır. Bu yarışta, kendisinden biraz önce yola çıkan kaplumbağaya Aşil hiçbir zaman yetişemeyecektir, çünkü başlangıçtaki kaplumbağa ile kendi arasındaki mesafeyi koşmak için geçen zaman içinde kaplumbağa, az da olsa, biraz ilerlemiş olacaktır. Aşil’in bir de bu aralığı koşması gerekecektir, ama bu arada kaplumbağa, pek az da olsa, yine biraz ilerlemişti; bu böylece sonsuzluğa kadar gider.

Varlığın İlkeleri hususunda Çoğulcular. Plüralistler

Doğanın kendisinden yapıldığı ilk ilke konusunda şimdiye kadar gördüğümüz bütün filozoflar tek bir

şeye başvurmuşlardı. Empodekles ise bu soruna cevap olarak birden fazla ilkeye başvurmaktadır.

Bundan dolayı çoğulcular şeklinde de anılmaktadır.


Konu Başlığı: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 6
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 12:39:52
İlkçağ felsefe tarihi 6. hafta özeti
                                         Empedokles ve Anaksogoras

Empedokles

Empodekles yaklaşık M.Ö. 492-432 yılları arasında yaşamıştır. Sicilya’nın güney kıyılarında Akragas şehrinde yaşadığına ve kendi şehrinin demokratik bir hükümete kavuşması için mücadele ettiğine inanılmaktadır. Kendisinden bahsedilirken kullanılan üslubu dikkate alırsak bir doğa filozofu olduğu kadar bir peygamber olarak da kabul edildiği dikkate alınmalıdır. Kendisi ayrıca hekimdi. Bazı yönleriyle Pythogaras’a oldukça benzemekteydi. O da ruh göçüne inanmaktaydı. Aynı şekilde bedenin ruh için bir zindan olduğuna inanırdı. Ruh göçüne inandığı için et yemeye ve kanlı kurbanlara da karşıdır.

Empodekles dönemi üçüncü kuşak yunan filozofları Heraklit ve Parmenides’in kendilerine bıraktıkları sorunlarla yüzleşmek durumundaydılar. Her şey sürekli değişim halindeyse (Heraklit) hem de değişim imkânsız (Parmenides) ise bu iki çelişik gibi gözüken iki iddia nasıl uzlaştırılmalıdır. Sorunların tespiti açısından baktığımızda arkhe sorunu ve evrendeki değişim veya sürekliliğin izahı zorunu Empedokles’in doğa felsefesinde devir aldığı temel meselelerdir.

Empodekles evrenin kendinden oluştuğu dört temel element varsayar: toprak, hava, su ve ateş. Ona göre bu dört temel element evreni tamamıyla doldurur, evrende boş yer yoktur. Dört temel element nicelik ve nitelik olarak değişmez. Ayrıca bu dört temel element sahip oldukları sıfatları, nitelikleri sürekli olarak korurlar. O halde evrendeki bu dört temel elementin dışındaki varlıklar ve bunların değişimi nasıl açıklanacaktır? Empedokles bu açıklamayı birleşme ve ayrışma ile izah eder. Bu dört temel elementin farklı miktarlarda olmasından dolayı varlıklar farklılaşmaktadır. Mesela insanın yaratılışındaki katı yanı olan et ve kemiğin aslı topraktır. İnsanın sıvı yanı olan kanın aslı ise sudur. Sonra solunum yoluyla hava katılır. İnsanın bedeninde bulunan ısı ise onda ateşin de bulunduğunu bize göstermektedir.

Empodekles toprak, hava, su ve ateşin birleşme ve ayrışmalarını sağlayan iki güç tasavvur etmektedir. Birleşmeyi sağlayan sevgi ve ayrışmayı sağlayan nefret gücüdür. Sevgi elementleri birleştirir ve nefret ise ayrıştırır. Empodekles doğa olaylarını açıklamada sevgi ve nefret gibi iki psikolojik unsuru felsefi sistemine ekler. Anlaşılan odur ki, Empodekles Yunanda yaygın olduğu üzere evreni canlı gibi tasavvur etmiştir.

Empodekles’e göre evren başlangıçta böylesi bir birlik hali sergilemekteydi. İşin içine nefretin girmesiyle her şey birbirinden ayrılmaya başladı. Böylece başlangıçta bir arada olan dört temel element birbirlerinden ayrıldılar. Nefretin egemenliği tamamlanınca bu sefer de sevgi yavaş yavaş evrene hâkim olmaya çalışır. Sevgi ile nefretin hâkimiyeti böylece nöbetleşe olarak devam eder. Empodekles’le beraber doğa sorunlarının üstünde metafizik sorunlar da felsefenin ilgi alanına girmiş olmaktadır.

Empedokles’in Aristo üzerindeki etkisi gözükmektedir. Aristo evreni oluşturan ilkeleri açıklamada Empodekles gibi dört temel ilke olan toprak, hava, su ve ateşe başvurmuştur. Yine evrende boşluğun bulunmadığı konusunda Aristo Empodeklesi takip etmektedir. Hem de oluş ve bozuluşu izah ederken karışım ve birleşim kavramlarını Empedoklesçi bir etkiyle kullanmaktadır. Bu etkiler Aristo üzerinden Müslüman Meşşşai filozoflara taşınacaktır.

 

Anaksogoras

Anaksogoras’da Empodekles gibi Heraklit ve Parmenides’in değişim ve süreklilik sorununa ara bir çözüm üretmeye çalışır. Anaksogoras da arkhe ve evrendeki değişim veya sabitlik sorunu uzlaşıyla çözümlemeye çalışır.

Anaksogoras’da temel olarak evrende bazı şeyler değişirken bazı şeylerin değişmediğini sabit kaldığını düşünüyordu. Anaksogoras elementlerin sınırsız sayıda olması gerektiğini düşündü. Sınırsız sayıda nitelik olduğuna göre elementler de sınırsız olmalıdır. Böylece Anaksogoras evrendeki farklı varlık ve nitelikleri arkheyi sınırsız kılmakla çözmeye çalışmıştır. Evren sonsuz derecede küçük parçacıklardan oluşmuştur. Yani ateş ateş atomlarından, et ise et atomlarından vb. oluşmuştur. Nitekim Anaksogoras şöyle der: Her şeyde her şeyden bir parça vardır.

Anaksogoras’a göre evrenin başlangıcına kaos ve karmaşa vardı. Bu küçük parçacıklar dağınık halde bulunmaktaydı. Evrende oluşun ortaya çıkması için ise bu atomların/parçacıkların bir araya gelmesi gerekiyordu. Anaksogoras evrendeki bütün bu oluşumların düzenleyicisi olarak ise sadece “akıl/nous” adını verdiği ilkeyi kabul eder. Bu ilke ya da akıl belli bir amaca uygun olarak evrendeki değişimi yönetmektedir. Onunla beraber doğa tartışmalarına gaye sorunu da dâhil edilmiştir.1

Anaksogoras’ın felsefi fikirlerinin Aristo üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Onun gaye sebep, evrendeki oluş-bozuluşu izah için fail nedene ihtiyaç duyulması, evrenin teolojik yorumu gibi konular Aristo’nun felsefi araştırmalarında devam ettireceği hususlardır. Yine Anaksogoras’ın nous/akıl kavramsallaştırma çabalarının etkisini Aristo’nun ilk akıl kavramının içeriğinin oluşumunda görmekteyiz. Bu görüşler daha sonra Müslüman Meşşai filozoflar üzerinden İslam Felsefe geleneğine aktarılacaktır. Yine niceliksel olarak farklı bölünemez parçalara dair tartışmasının bir benzerini daha sonra İslam Kelam geleneğinde Eşari âlem tasavvurunun ilk tartışmalarında görmekteyiz.


Konu Başlığı: Ynt: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 1-8
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 12:40:46
Felsefe 7.Hafta Özeti

                                             Atomcular ve Sofistler
Atomcular, Leucippos ve Demokritus  

Demokritos yaklaşık M.Ö. 460-370 yılları arasında yaşamıştır. Eflatun‘un (427-347) yaşlı bir çağdaşıdır. Mutluluk üzerine, Ölümden sonraki Hayat Üzerine, Dünya düzeni ve Düşüncenin Kuralları Üzerine, Ritim ve Harmoni Üzerine, Şiir Üzerine, Tarım Üzerine, Matematik Üzerine, gibi bir çok esere sahiptir.

O, varlığı açıklamada basit yapı taşlarına yani atomlara başvurmuştur. Tek bir arkhe vardır: atomlar. Bunlar küçük bölünemeyen zerreler, parçacıklardır. Bunlar boşlukta hareket ederler ve hareketleri mekanik olarak belirlenir. O bütün doğadaki çeşitliliği ve tüm değişiklikleri bu küçük zerrelerin yani atomların kendi aralarında farklılığı, hareketleri ve birbirlerine çarpmalarıyla izah etmektedir. Evrendeki çokluk bir olanın/atomların meydana getirdiği farklı ve değişik birleşim veya düzenlemelerden başka bir şey değildir. Ona göre atomlar katı olup fiziksel olarak asla bölünemezler. Demokritos‘un atomlarının akli spekülasyonla varsayıldığını burada hatırlatmak faydalı olacaktır.

Atomlar sadece genişlik, şekil ve ağırlık gibi niceliksel özelliklere sahiptir. Atomların renk, tat, koku ve acı gibi niteliksel özellikleri yoktur. Atomlar maddi anlamda aynıdır. Fakat ağırlık, şekil ve büyüklük bakımından farklıdır. Birbirlerine uygun olan atomlar bir araya gelir ve birleşik cisimleri oluşturur. Ayrıca atomların çarpışmasıyla bazıları bir araya gelir ve farklı nesneler böylece ortaya çıkar.


Demokritos, Anaksogoras gibi, bu atomların bir araya gelişini ve ayrılışını düzenleyecek bir ilahi ilke aramamıştır. Ayrıca Anaksogoras‘ın arkhesi yani küçük parçaları niteliksel olarak birbirlerinden ayrılırken Demokritos‘un atomları niceliksel bakımdan birbirlerinden farklılaşmaktadır. Yine Demokritos‘un atomları bölünemezken Anaksogoras‘ın arkhesi sonsuzca bölünebilir.

Demokritos insanın bir ruh ve bedenden meydana geldiğini söyler. Ruh bedenin hareketinin ve canlılığının kaynağıdır. Ruh da atomlardan meydana gelmiştir. Ruh atomları iki atomun arasına gelecek şekilde tüm bedene yayılmıştır. Ruh atomları dolayısıyla daha ince, düz ve yuvarlaktırlar. Beden ölünce ruh atomları da dağıldığı için ruhun ölümsüzlüğünden bahsedilemez. Algı ve bilgiyi de atomlarla ve bunların çarpışmasıyla açıklar. Atomların birleşmeleri duyu organları üzerinde etki yapmaktadır. Duyusal bilgilerimiz bu etkilerden oluşmaktadır. Demokritos‘a göre duyu idraklerinden alınan bilgi, görünüşlerin gerçekte olmayan ikincil niteliklerin bilgisini verdiği için, aşağı türden bir bilgidir. Gerçek bilgiye duyular yoluyla ulaşamayız. Gerçek bilgiye yani atomların bilgisine ve hallerinin bilgisine duyuların bittiği yerde akli sezgi ve düşünce ile ulaşırız.

Atomculuk hem İslam Kelamında hem de Rönesans‘tan sonra Batı felsefe geleneğinde oldukça etkili olmuştur.

Sofistler  

M.Ö. 5. yüzyıl boyunca Yunanda gezgin öğretmeler görüldü. Bunlara Sofist adı verildi. Sofistlerin ortaya çıkışının sosyo-politik, ekonomik ve felsefi sebepleri vardır. Bu yüzyıl Yunan dünyasının en önemli yüzyıllarından biridir. Yunan site devletleri bir araya gelip ittifak kurarlar. Ve Atina‘nın liderliğinde Batıya doğru yayılmaya çalışan İranlıları yenerler. Hem siyasal liderliği hem de kültürel ve entelektüel liderliği üstlenir. Ekonomik açıdan Atina, deniz ticaretinin gelişmesiyle tarımdan ticaret ekonomisine geçmiştir. Paranın bulunması ve yaygın olarak kullanılmasıyla trampa ticaretine geçilmiş ve ekonomik hacim oldukça büyümüştür.

Buna uygun olarak da siyasi yapı farklılaşmaya başlamıştır. Aristokrasiden demokrasiye geçiş süreci yaşanmış ve demokratik yönetimde tüccar ve şehirli orta sınıf etkili olmuştur. Bu değişikliklerden sonra kültürel bakımdan Atina‘nın eskisi gibi, nispeten içine kapalı bir şehir olmadığını belirtmek gerekir. Atina hem çok fazla göç almış, yabancılar ve kölelerin şehir nüfusundaki sayısı artmıştır. Hem de Atinalı yurttaşların deniz ticareti aracılığıyla dünya üzerindeki gezileri oldukça artmıştır. Bu da farklı din, kültür, millet, örf, adet ve alışkanlıklar hakkında Yunanlıların bilgisini arttırmıştır. Sofistlerin ortaya çıkışı böylesi sosyo-politik ve ekonomik bir arka planda anlaşılabilir.

Sofist kelimesi bilge, bilgin herhangi bir konuda derin bilgi ve uzmanlık sahibi kişi anlamına gelir. Sofist bilgelik öğretmeni anlamına gelmekteydi. Kelimenin günümüzde taşıdığı olumsuz anlamlar ise Eflatun‘un diyaloglarındaki olumsuz yüklemelerden kaynaklanmaktadır. Ayrıca sofistlerin bilgiyi parayla satmaları da bazı çevrelerde olumsuz karşılanmıştır.

Atina‘nın demokratik yönetime geçmesiyle siyasal katılım dolayısıyla retorik, gramer ve iyi bir eğitim oldukça önem kazandı. Devlet ile ilgili kararların alındığı halk meclisinde, haklı ve haksızın birbirinden ayrıldığı mahkemelerde hitabet çok önemliydi. Sofistler de talep edenlere bu eğitimi vermekteydi. Bundan dolayı da sofistler demokrasi taraftarıydı.

           Gorgias  

Aslen Sicilyalı olan Gorgias (m.ö. 483-374) Pelepones savaşı sırasında Atina‘ya gelmiştir. Hatip olarak tanınmıştır. Şüphecilikte en aşırı uçlara gittiği bildirilmektedir. Şu savları ileri sürer: ―Bir şey yoktur, olsa bile bunu bilemezdik, bilsek bile başkalarına aktaramazdık.


Felsefenin bu süre içerisinde varlık hakkındaki araştırmaları farklılık ve çelişkilerle doludur. Dolayısıyla felsefe anlamını yitirmiştir. İnsan hakikatin ölçüsü olduğuna göre önemli olan insanları ikna etmektir. Bundan dolayı hitabet oldukça önemlidir. Gorgias hitabete münakaşa ve rasyonel kanaat aracı olarak değil ikna yöntemi olarak bakmıştır. İknanın amacı da dinleyicilerin tutum ve davranışlarını değiştirmektir. Gorgias‘ın amacı dinleyicileri hakikate ulaştırmak değil sadece etkilemektir.

Protogaras  

Protogaras Balkanlarda bir yer olan Abderalıydı. Başta sicilya ve İtalya yarım adası olmak üzere pek çok Yunan şehrinde dersler verdi. Ünlü bir öğretmendi.

Protogaras‘ın Yunan şehir devletinin Tanrı anlayışına yönelik yoğun eleştirileri vardır.

―”Tanrılara gelince ne onların var olduklarını, ne var olmadıklarını ne de ne şekilde olduklarını biliyorum, çünkü bu konuda bilgi edinmeyi engelleyen çok şey vardır: onların duyularla algılanmamaları, insan hayatının kısalığı…”

Yine Protogaras‘dan nakledilen bir sözde:

―”Bütün şeylerin ölçüsü insandır, var olanların var olmalarının ve var olmayanların var olmamalarının…” Gelen cümle Protogaras‘ı açıklamaktadır. ―Herhangi bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir., sana nasıl görünüyorsa senin için de öyle…Üşüyen için rüzgar soğuktur. Üşümeyen için ise soğuk değildir.”

insanların evren hakkındaki bilgileri duyu tecrübelerine bağlı olarak farklı farklı olabilir. Aynı konuda farklı görüşlere sahip olunabilir. Bu karşıt görüşlerinin hangisin doğru olduğu konusunda izlenecek tek yol vardır: O da karşımızdakini ikna etmektir. Protogaras‘a göre doğru ve yanlış görüş yoktur. Önemli olan insanın kendi düşüncesini karşısındakine benimsetmesidir. Bunun içinde az önce belirtildiği üzere tek araç vardır: Hitabet. Ayrıca bundan dolayı sofistler düşüncenin dış görünümü olan dil ile de ilgilenmişlerdir. Gramer ilmini ilk bulanlar da sofistlerdir. Sofistler tüm metafizik konularda yer ile gökyüzünün ilişkisi, evrenin niteliği vb. konularda şüpheci bir tavır sergilerler.

Hakikatın ölçüsü insandır.

 


Konu Başlığı: İlk Çağ Felsefesi Ders Notları 8
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Aralık 2009, 12:42:24
Felsefe 8.Hafta Özeti
                                                 Sokrat  

Socrat  

“Tek bir şey biliyorsam, o da hiçbir şey bilmediğimdir.”

“Kötülük yapmaktansa kötülüğe uğramayı tercih ederim”


Sokrat M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür, filozof. Heykeltıraş Sophroniskos ile ebe Phainerete‘nin oğludur. Sokrat öğretileri ile yaşamını aynı tutarlılık içerisinde yaşayan ve felsefi ahlak modeli olan filozoftur. Dünya zevklerinden tat aldığı kadar, ölçülü, ılımlı ve nefsine hâkim olan bir yaşam tarzı seçmiştir.

Sokrat‘ın felsefi öğretileri özellikle sofistlerle ilişkili olarak anlaşılmalıdır. Sofistlerin sübjektivizmini, aşırı bireyciliklerini ve aşırı şüpheciliklerini aşmaya çalışmıştır. Sofistlerin aksine değerlere dayanan ahlaki bir yaşamın mümkün olduğunu göstermiştir. Sofistlere karşı bir tavır olarak hakikatin var olduğuna dair vurgu yapmıştır. Sofistler aşırı faydacı olmalarına karşı, Sokrat ise derin bir ahlaki ciddiyetle değer tarafına vurgu yapar. Onun ―daimon-una, içinden gelen sese olan atıfları ahlakın değer yanına yapılan vurgu olarak anlaşılmalıdır. Sokrat‘ın bu çabaları aynı zamanda yeni bir toplum yaşamının ve siyasi yapı kurmanın felsefi temellerini kurma çabası olarak da anlaşılmalıdır.

Sofistlerin bilgi anlayışlarında rölativizme varmışlardı. Sokrat ise sağlam, herkes için geçerli olan bir bilginin imkânını inşa etmeye çalışmıştır. O, doxa (sanı)nın karşısına episteme (bilgi) yi koyar. Bu noktada talebesi Eflatun üzerinde ciddi bir etkisi vardır. Onun için bilgi çalışarak ve yaşanılarak elde edilecek bir gayedir. Nitekim Sokrat, Sofistlerin yaptığı gibi, öğretimle bilgileri edindirmeye kalkışmaz, çevresindekilerle doğru‘yu birlikte aramaya çalışır. Sokrat‘ın akla, düşüncenin objektif değerine, bireylerin üstünde bir normun bulunduğuna sarsılmaz bir inancı var. Onu Sofistlerden kesin olarak ayıran da bu inancıdır. Onun kendine özgü öğretme ve araştırma yöntemi olan diyalog (konuşma) da bu inanca dayanır. Konuşma‘da düşünceler ortaya konur, bunlar karşılıklı olarak eleştirilir, böylece de herkesin kabul edeceği şeye varılmak istenir. Sofistler düşünceleri meydan getiren psikolojik mekanizmayı inceliyorlardı. Sokrat ise, doğru‘yu belirleyen aklın bir yasası olduğuna inanır ve çevresindekilerle işbirliği yaparak bu doğru‘yu araştırır. ―Ben bir şey bilmiyorum- ya da ―Bir şey bilmediğimi biliyorum- derken de göz önünde bulundurduğu budur. Yoksa Sokrat bir şüpheci değildir.

Bununla beraber sofistlere karşı koyan Sokrat‘ın, onlarla birleştiği yönleri de vardır. Çünkü Sokrat da, Sofistler gibi, gelenek ve törelerin oluşturduğu ölçüler üzerinde düşünmeyi kendisine ilke yapmıştır. O da, Sofistler gibi, başlıca, insan hayatının pratik sorunlarıyla ilgilenmiştir. Sokrat felsefi soruşturmalarını sadece insan hayatının sorunlarına uygulamıştır. Onu ―doğru bir yaşayış nedir, hangisidir?‖ sorusundan başkası ilgilendirmemiştir. Doğa felsefesiyle hiç uğraşmamıştır; kavramsal doğru‘yu araması da yalnız ahlaki kaygılar yüzündendir. İnsanın ahlakça kendisini eğitmesi, yetiştirmesiyle bilim aynı şeydir. Araştırma da bulunacak tümel doğru, ahlak bilincine açıklık ve güven sağlayacaktır.

Sokrat felsefi çabaları ahlak odaklıdır. ―Erdem ile bilginin aynı şey olduğu‖ ilkesi onun başlangıç noktasıdır. Sokrat‘ın bu görüşte olmasının sosyo-politik sebebi şudur: Yunan toplumu o arada çok sarsıntılı bir değişme geçirmektedir. Kaotik bir ortam oluşmuş ve alışılmış yaşama kurallarına ayak uydurmak çok güçleşmiştir. Bu değer anarşisi içinde bir sürü yaşama kuralı öğütleniyordu. Öbür yandan demokratik gelişme bir savaşmaya, yarışmaya yol açmıştı. İşte Sokrat, bu kanıyı ahlaka aktarmakla, bu duruma en keskin anlatımını kazandırmıştır. Bu çabalarıyla Sokrat aynı zamanda ahlak tarihindeki ilk büyük teorinin kurucusu olmak durumundadır

Sokrat‘ın felsefedeki ve felsefe tarihindeki önemi, öncelikle onun şuurlu ve ahlâki kişiliğin bulunduğu yer olarak ruh kavramını bulmuş olmasından kaynaklanır. Onun ahlak anlayışının en temel önermesi, bir insanın en önemli faaliyetinin ruhuna gereken özeni göstermesi olduğu veya sorgulanmamış bir hayatın yaşanmaya değer olmadığı tezidir. Sokrat'ın inancına göre, kişinin nasıl yaşaması gerektiği sorusu üzerinde düşünmemesi onun değersiz ve dolayısıyla mutsuz bir yaşam sürmesiyle eşanlamlıdır. Ve Sokrat insanların bu soru üzerinde pek düşünmeden yaşadıklarını ima etmiştir.

İşte buradan Sokrat'ın ahlak anlayışının bir başka ünlü sözü çıkar: 'Kendini bil!', 'Kendini tanı!' Yaşamda mutluluk insanın kendi benine ilişkin bilgide, insanın kendisine dair doğru kavrayışta yatar, çünkü bir insan kendi doğasını, kendisini harekete geçiren motifleri, zaaflarını ve sınırlamalarını, yeteneklerini, yaşamının gerçek amacını bilirse eğer, bu bilgiye uygun olarak akıllıca ve bilgece davranıp, mutluluk nihai hedefine ulaşabilir.

Sokrat'ın söz konusu kendini gerçekleştirme haline verdiği ad, eudaimoniadır, yani mutluluktur. O söz konusu mutlulukçu ahlak anlayışında, ahlâki iyinin insan doğasını tamamlayıp gerçekleştirerek, insanı mutlu kılan şey olduğunu, insanın mutluluğu hedeflediğini apaçık bir şey olarak görür. Ona göre, bundan daha öteye gidilemez ve insanların, mutsuz olmak yerine, niçin mutlu olmayı istedikleri sorusu sorulamaz; bu Sokrat için olduğu kadar, tüm Yunanlılar için apaçık bir şeydir.


            Sokrat'a göre yaşamak da bir sanattır; Yaşamanın amacı olan mutluluğa erişmenin yolları ise, bir insan kişiliğini meydana getiren yetkinlik halleri olarak tanımlanan, erdemlerden başka hiçbir şey değildir. erdem, insanın doğasını tam olarak gerçekleştirdiği, potansiyelini tam anlamıyla hayata geçirdiği, kendi yetkinliğine ulaştığı bir hal olan eudainıoniaya götüren, kendisiyle söz konusu mutluluk amacına eriştiği değer ya da niteliktir. Sokrat bu şekilde tanımladığı erdemi, bilgiye eşitlemiştir. 'Erdem bilgidir' tümcesi, onun yinelemekten hiç bıkıp usanmadığı bir tümce olmuştur.

Sokrat'a göre, insanın doğasını gerçekleştirmesini ve mutluluğa ulaşmasını sağlayan tek bilgi iyi ve kötüye, neyin gerçekten iyi ve neyin kötü olduğuna ilişkin bilgidir. Onun sophia ya da phronesis adını verdiği bu bilgi, tek gerçek bilgi ve bilgeliktir.

Erdem olan bilgi, ikinci olarak insanın kendisine ilişkin bir bilgidir. Erdemi tanımlamanın, şu halde, ikinci bir yolu, onu kendini bilmeye eşitlemektir.Zira, bir insan kendisini tanımadıkça, neyin kendisi için olduğunu, neyin kendisini, eksik ve kusurlu bir yaratık olarak bırakmak yerine, tam ve yetkin biri kılacağını bilmedikçe, iyi, yetkin ve mutlu biri olamaz.

Erdem olan bilgi üçüncü olarak tek tek erdemlerin bilgisini de içerir, çünkü Sokrat, erdemlerin birliğini öne sürer. Örneğin, cesaret adını verdiğimiz erdem, ona göre, başıboş bir kahramanlık, anlamsız bir atılganlık ve cüretkârlık, her tehlikeyi düşüncesizce göğüsleme olmayıp, neden korkulup neden korkulmayacağına, neyin göğüslenmeye değer olup neden kaçınmanın iyi olacağına ilişkin bilgiden başka bir şey değildir.

O, ahlak alanında amacına ulaşabilmek, mesajlarını doğru iletebilmek için aynı zamanda dilin doğasıyla ilgilenmiş ve düşünme anlam, mantık ve tanım konusunu ele almıştır. Yaşadığı dönemde yoğun bir kavram kargaşasının hüküm sürdüğünü, bunun ahlak alanını da kapsadığını düşünen Sokrat, bilgeliğin, adaletin, cesaretin, vb, anlamının ne olduğu bilinmedikçe bilgece, adil ya da cesurca eylemekten söz edilemeyeceğini iddia etmiştir. Çünkü aynı sözcükleri ya da kavramları kullanan insanlar, bu sözcük ya da kavramlarla farklı şeyleri kastediyorlarsa eğer, Sokrat‘ın gözünde, bu, insanların anlaştıklarını sanarak anlaşmadan konuştukları anlamına gelir ve sonuç, kargaşadan başka hiçbir şey olmaz.


Kargaşa, Sokrat‘a göre hem entellektüel ve hem de ahlâki yönden olur. Ona göre, entellektüel olarak sözcük ve kavramları, sizin kullandığınız anlamdan farklı bir anlamda kullanan biriyle tartışarak, bir kavga dışında, hiçbir yere varamazsanız ve ahlâki olarak da, söz konusu sözcükler ahlâki fikirlere karşılık geldiği zaman sonuç bir anarşiden başka bir şey olmaz. Sokrat işte bu kargaşayı sona erdirmek, insanlara ahlâki gelişmelerinde yol göstermek için bir tartışma ve öğretim yöntemiyle, bir tanım yöntemi geliştirmiş ve tartışmalarıyla, evrensel değerlerin özünü ve gerçek anlamını ortaya koymaya çalışmıştır.

Sokrat ahlaka dair tartışmalarını Eflatun‘un diyaloglarında görüldüğü üzere karşılıklı soru cevap formunda yapmıştır. Sokrat sorduğu sorularla karşısındaki kişiye doğru cevabı buldurtur. Buna felsefe tarihinde Sokratik metod da denir.