๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => Ders Notları ve Özetler => Konuyu başlatan: zahdem üzerinde 15 Mayıs 2010, 19:15:22



Konu Başlığı: hukuk 12.hafta özeti
Gönderen: zahdem üzerinde 15 Mayıs 2010, 19:15:22
HUKUK 12.HAFTA

KLASİK FIKIH DÜŞÜNCESİNİN GENEL HATLARI VE MEZHEP
İslam Hukuk düşüncesine ilişkin teorik tartışmaların başladığı 2./8. yüzyılın ikinci yarısından 11./18. yüzyıla kadar müslüman topraklarında hakim olan hukuk düşüncesi ve anlayışı fıkıh usulü ilmi tarafından şekillendirilmişti.
Mezhep, fıkıh usulünün geliştirmiş olduğu karmaşık bir yorumlama yöntemiyle meşrulaştırılmış ve 18. Yüzyıla kadar genel kabule mazhar olarak İslam toplumlarının en önemli kurumlarından biri olmuştur.
Son Abbasi Halifelerinden Mustansır’ın 632/1235’de Bağdat’ta açtığı ve hala ayakta olan medrese dört Sünni mezhebin/hukuk geleneğinin aynı anda öğretildiği bir yüksek eğitim kurumu hüviyetindeydi. Memluk ve daha sonraki yıllarda Kahire dört mezhep kadılarının aynı anda etkin oldukları bir hukuki yargılama sistemine sahipti.
Osmanlı döneminde Hanefi mezhebinin adeta resmi bir mezhep hüviyetine büründüğü bilinmektedir.Herhangi bir mezhebin İslami kurallar ve İslam toplumunda hakim olan sivil hukuku nasıl yönettiklerini görmek için Hanefi mezhebi üzerinden bir okuma yapabiliriz.
Hanefi mezhebi, Ebu Hanife ve iki öğrencisi Ebu Yusuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’nin görüşleri etrafında şekillenmiş Hanefi mezhep doktrini 3.-4./10.-11. Yüzyıllar boyunca geliştirilerek Mervezi’nin Muhtasar el-Kafi’si veya Kuduri’nin el-Muhtasar veya el-Kitab’ı gibi çalışmalarda nihai şeklini almıştır.
Mezhebin hukuk doktrini kadılar tarafından pratik hayata yansıtılırken müfti adı verilen müctehid fakihler  mezhep doktrinini geliştirmişlerdir.Ünlü Osmanlı alimi İbn Kemalpaşa’nın kaleme aldığı Tabakatü’l-fukaha, ve son büyük Hanefi alimi diyebileceğimiz İbn Abidin’in Resmü’l-müfti adını verdiği manzum eseri ve onun şerhinde teorik bir çerçevede anlatılmıştır. Bu sistemde hukuk görüşler olarak ortaya konulmakta ve bu görüşler her ne kadar en temelde üç kurucu imama ait olsa da, her çağda ve her devirde adına Meşayih denilen müctehit fakihler bu görüşlere katkıda bulunmuş ve sistemin kurucularının görüşlerini kat kat aşan çok zengin bir sistem ortaya çıkmıştır
İslam tarihi boyunca mezheplerin bu baskın rollerine karşı, Ehl-i hadis çevrelerince zaman zaman eleştiriler olmuştur. İbn Hazm ez-Zahiri, İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim el-Cevziye bu isimlerin başında yer alırlar.
KLASİK İSLAM DÜŞÜNCESİ VE BİR KURUM OLARAK TASAVUF
İslam dünyasında, fıkhı batın adı verilen Ehl-i Tasavvuf, fıkhın sadece zahiri (dışsal, ameli) boyutla ilgilenmesini eleştirerek alternatif olmasa da fıkh-ı zahiri tamamlayan bir model oluşturmuş ve İslam tarihi boyunca tıpkı mezhepler gibi kurumsallaşmıştır.
Tarikat: Merkezinde kamil insan modeli olarak görülen bir şeyhin yer aldığı tarikat uygulamasında mürid (bireysel arınmaya katılan her bir öğrenci) şeyhinin verdiği talimatlar doğrultusunda bu arınmayı gerçekleştirmektedir. Her bir Müslüman birey tasavvufta ancak bir üstadın, insan-ı kamilin rehberliğinde arınmasını sağlayabilecek bağımlı bir kişi olarak kabul edilir. İşte bu bağımlılık düşüncesi bireysel-rasyonel yaklaşıma sahip pek çok alimin eleştirisine İslam tarihi boyunca maruz kalmıştır.
 
KLASİK DÜŞÜNCE VE KURUMLARIN ELEŞTİRİSİ
Haçlı seferleri, Moğol İstilası ve Endülüs’te de gayrimüslimlerle yaşanan çeşitli mücadeleler, ya da Osmanlı’da 17. Yüzyıl boyunca yaşanan bazı gerilimler, 18. Yüzyılda merkez İslam topraklarında bazı  hareketlenmelere yol açmıştır.
İslam medeniyetinin kültür ve bilgiye bakışı kendisinden önceki medeniyetlerin birikimlerini kuşatan, onları kendi dünyasına uyarlamaktan gocunmayan bir şekilde olmuştur.
Çin tekniğinin, Hint, matematiğinin, Yunan felsefesinin Roma’nın yönetim ve hukukunun bir potada eritildiği İslam medeniyetinden sonra artık dünya çok daha fazla küresel bir bakışa sahip olmuştur. 9.-17. Yüzyıllar arasında gerçekleşen İslam medeniyetinin hakimiyeti 18. Yüzyıla geldiğimizde hem siyasi-ekonomik hem de medeniyet ve kültür boyutunda ciddi bir rakiple karşılaşmıştır.Esasen Batı Medeniyeti18. Yüzyılda ortaya çıktı.Afrika’nın çeşitli Avrupa güçlerince işgale başlanması, ardından Hint-alt kıtasının ve Orta Asya’nın işgali İslam dünyasını ciddi anlamda tehdit etmeye başladığında Osmanlı Devleti de Avrupa güçleri karşısında savunmaya geçmiş durumdaydı. Aynı dönemde Orta Asya’daki Rus ilerlemesinin de ortaya çıktığını hatırlamakta yarar var.
18. YÜZYIL ISLAH VE TECDİD HAREKETLERİ
İslam ülkelerinin içten ekonomik, siyasi ve askeri açılardan zayıflamaları ve bunun İslam dünyasının çevresinde doğrudan etkilemesi, Müslüman alimleri bir şeylerin yanlış gittiğine dair bir kanaate sevk etmiş, yanlışa doğal tepki olarak dinin aslına, özüne dönüş çağrıları olmuştur. Bu yaklaşıma farklı zamanlarda değişik adlar verilmiştir: Ehl-i hadis, Selefiye, Muvahhidiyye, İbn Teymiyecilik vs. Hatta 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı sosyal ve siyasal hayatında muhalifliği temsil eden Kadızadeliler’i de bu kapsatma görebiliriz .
Muhaddislerin Hz. Peygamber’e ait sözleri derledikleri fikri İslam tarihi boyunca kendilerine avantajlı bir konum sağladı. Sünni İslam düşüncesinin hakim renginin hadis taraftarlığı anlamında gelenekçilik olduğu gibi yanıltıcı bir izlenim doğdu. Bu izlenimin kuşkusuz fıkıh teorisinin dört delili içinde ikinci delil olan sünnetin hadis şeklinde okunmasından da destek almıştır. Öyle ki, artık sünnet denince akla sahih hadis mecmuaları geliyordu.
Hadis taraftarlarının faaliyetleri neticesinde metinler olarak derlenmiş olan hadislerin kendileri sanki Kur’ani vahyi gibi “söz” olarak okunmaya başladıktan sonra fıkıh mezhepleri kendi doktrinlerinin bu vahyi bilgilerle niçin bazen uyumlu olmadığını açıklamak zorunda kalmışlardır. İşte fıkıh teorisi burada nebevi rolü tanımlarken onun tarihsel olarak bize tırnak içinde aktarılan hadisler değil de haberler biçiminde, yani toplumsal hafızadaki bilgiler şeklinde, aktarıldığını vurgulayan bir haber teorisi geliştirmiştir. Furu-ı fıkıh bu nebevi haberleri de içinde barındıran ama ayrıca ilk Müslüman toplumların bu bilgileri yorum, uygulama ve uyarlama şeklinde okumasını da içeren bir ilimdir.
HADİS- FIKIH (HADİS-RE’Y) GERİLİMİNİN TEKRAR ORTAYA ÇIKMASI
Klasik-sonrası dönemde İbn Teymiye ve benzeri kişilerce artık şu sorunun sorulması anlamlı bir hale gelmişti: Eğer fıkhın ikinci delili olan sünnet hadis ise ve hadislerde sahih hadis koleksiyonlarda toplanmışsa niçin bizler 2./8. ve 3./9. yüzyıllarda yaşamış alimlerin görüşleriyle kendimizi bağlı hissedelim?
İçtihat metodunu kullanarak tabii ki bizler bu hadis malzemesini yeniden yorumlayabiliriz. Kitaba ve sünnete dönüş projesi olarak adlandırılacak bu hareketin Klasik-sonrası dönemde İslam dünyasının çevresinde ortaya çıkan ihya ve ıslah hareketlerini derinden etkilediğini ve nihayet 18. yüzyılda Hindistan Alt-kıtası, Arap Yarımadasının Güneyi ve Kuzey Afrika’da Muhammed b. Abdülvehhab, Şah Veliyullah Dihlevi, Şevkani, ve benzerlerinin İslam ihya projelerinde bugüne kadar etkili olan görüşlerinin ortaya çıkmasına neden oldu.
18. yüzyıl ve sonrasında etkinliğine hızla artıran öze dönüş hareketleri Peygamberimizin Medine’de ortaya koyduğu örnek İslami hayatın ancak hadis ilmi üzerinden bir yenileşme ile gerçekleşebileceğine inanmaktadır.
Islah ve tecdid hareketlerinin en önemli temsilcilerinin ömürlerini taklitle savaşmaya adamalarında tezahür etmektedir; onlar içtihat kapısının sonuna kadar açık olduğu fikrinin altını ısrarla çizmişler ve naslara dolaylı yaklaşımı taklidi yaklaşım şeklinde niteleyerek eleştirmişlerdir.
18. YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE: SELEFİLİĞİN İSLAM DÜŞÜNCESİNİ ETKİSİ ALTINA ALMASI
Selefi yaklaşım her son 250 yılda etkisini hızla artırmış ve bugün hemen hemen İslam dünyasının her yerinde kabul edilir hale gelmiştir. En az etkisi Türkiye’de görülse bile aslında hem İlahiyat fakültelerinde ve hem de İlahiyat dışı dini eğitimde selefi yaklaşımın ülkemizde de derin bir etki bıraktığı söylenebilir.
Okuma ve ödevler:
Kadızadeliler:
Vahhabilik: Arap İslam anlayışını günümüze dek etkileyen bir hareket
Hint Alt-kıtasında Ehl-i hadis hareketi, Şah-Veliyyullah ed Dihlevi (1703-62) ve Şah-Veliyyullahilik,
Seyyid Ahmed Berelvi (1786-1831) ve Berelvilik
Yemen’de Şevkani (1758-1835) ve Şevkanicilik
Kuzey Afrika’da Muhammed b. Ali es-Senusi (1791-1859) ve Senusilik
Rusya, Kafkaslar ve Orta Asya’da Ceditçilik.