Konu Başlığı: hadis tarihi yaz okulu ödevi Gönderen: tuba2000 üzerinde 13 Temmuz 2010, 23:35:20 arkadaşlar a sınıfı hadis tarihi ödevinin konusunu bulan varsa ve paylaşırsa sevinirim
Konu Başlığı: Ynt: hadis tarihi yaz okulu ödevi Gönderen: bilal18 üzerinde 16 Temmuz 2010, 22:04:13 Hadis Tarihi yaz okulu ödevi olarak İsmail Lütfi Çakan'ın Hadis Edebiyatı adlı kitabından aşağıdaki bölümler okunup 3 SAYFAYI GEÇMEYECEK ŞEKİLDE özetlenecek ve en geç 20 TEMMUZ 2010 tarihine kadar gönderilecektir. Kitabın matbu nüshaları yanında bu (http://www.darulkitap.com) adresinde de tamamı bulunmaktadır. Bütün öğrencilerimize duyurulur.
Özeti çıkarılacak bölümler: Hadis Edebiyatının Oluşum Safhaları Hadislerin Ezberlenmesi Kitabet Tedvinu'l-hadis Tasnifu'l-kütüb Gizle Konu Başlığı: Ynt: hadis tarihi yaz okulu ödevi Gönderen: bafra55 üzerinde 19 Temmuz 2010, 17:34:53 hadis ozet cıkarılacak yerler
HADİS EDEBİYATININ OLUŞUM SAFHALARI Hadis Ebebiyâtına vücud veren hadis, «söz, fiil, takrir, hılkî ve hulkî vasıf olarak, Nebi sallellahu aleyhi ve sellem' e izafe edilen her şeydir» diye tarif edilmektedir. Hadis, Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği vahyi açıklama («beyân ») görev ve yetkisinden[6] kaynaklanmaktadır. Peygamberi beyân'ın yazılı metinleri ve bu metinler üzerindeki ilmî mesâiler hadis literatürünü, hadis edebiyatını meydana getirmektedir. Hadis metinlerinin veya daha kapsamlı bir ifâde ile, sünnete ait verilerin doğru olarak tesbit ve nakli ile ilgi çalışmalar bir taraftan Hadis Edebiyatının menşeine dair ilmî faaliyetleri oluştururken bir taraftan da Hadis Edebiyatının teşekkülünde gözlemlenen safhaların tetkikini zorunlu kılmaktadır. Sünnete ait bilgi ve belgelerin güvenilirliği ile de yakından alâkalı olan bu oluşum devri, modern hadis tetkiklerinde daima ve ısrarla söz konusu edilmektedir. Bu da özellikle müsteşriklerin, bilhassa bu ilk dönemdeki faaliyetlerin tesbit ve yorumunda tenkidçi bir tavır takınmalarından ileri gelmektedir. Hadis Edebiyatını, çeşitleri, özellikleri ve faydalanma usulleriyle tanıtmaya çalışacağımız bu kitabta biz, anılan safhaları, söz konusu tenkidleri cevaplandırmak için değil, bizzat konumuz olan Hadis Edebiyatının teşekkülünü anlatmak maksadıyla inceleyeceğiz. Hadis Edebiyatının teşekkülünde şu dört safha dikkat çekmektedir: Hıfz (ezberleme). Kitabet (hadislerin yazıya geçirilmesi), Tedvin (hadislerin yazılı metinler halinde resmen bir araya toplanma- Tasnîf (belli usullere göre kitablaştırma). Aslında biz bu safhalara, «hadisin günümüze intikal aşamaları » olarak da bakabiliriz. Şimdi sırasıyla bu safhaları görelim: [7] 1. Hadislerin Ezberlenmesi («Hıfz») Hadislerin yazıya geçirilmesi ile ilgili bir sonraki bahiste etraflıca izah edileceği gibi, başlangıçta, Kur'an'dan başka bir şeye düşkünlük gösterilmesi ve önce Allah Kelâmı Kur'ân'ın kendine has özellikleri ile müslümanlar tarafından bir iyice benimsenmesi için Hz. Peygamber, hadislerinin yazılmasına müsaade buyurmamıştır. Kur'ân âyetlerinin tâbi tutulduğu, yazdırma, ezberleme ve kontrol gibi resmi muamelelerin hadislere uygulanmasını uygun bulmamıştı. , Belki de bu ilk yıllarda ve hattâ Mekke Devrinde Hz. Peygamber'in açıklamalarının az ve günlük pratik hayatla ilgili olmayışları bunda etkili olmuştu. Daha açık bir ifade ile, Mekke Devrinin özellikle ilk yıllarında tevhid inancıyla ilgili âyetler nazil olmaktaydı. Mekke Toplumunun Allah inancı konusundaki yanlışları ortaya konulmaktaydı. Bu sebeple de Hz. Peygamber'e çok fazla açıklama görevi düşmemekteydi. O, daha çok inen âyetleri okuyarak insanları İslâm'a davet etmekteydi. İslâm Sisteminin gerekleri daha sonraki yıllarda ve özellikle Medine Devrinde belirleneceği için açıklama ihtiyacı da daha çok o dönemde görülecekti. Bu sebeple hadislerin başlangıçta yazıya geçirilmesine gerek duyulmaması herhalde bu tabiî gelişme ile de yakından ilgilidir. Burada şu noktaya da işaret etmek yerinde olacaktır: Kitâbetü'l-hadîs meselesini inceleyen eserler, hadisleri yazma izninin ilk kez ne zaman verildiğine dâir kesin ya da ihtimâli bir tarihten söz etmemektedirler. Bu da konuya ait tahminlerin sayısını çoğaltmakta ve fakat gücünü o nisbette zayıflatmaktadır. Ayrıca, özellikle ilk yıllarda Müslümanlar arasında yazı yazmasını bilenlerin azlığı da dikkatte uzak tutulmaması gereken bir gerçektir. Netice olarak sahâbiler hadisleri; a. Müşâfehe yoluyla (ağızdan), b. Müşahede yoluyla (Hz. Peygamber'in fiil ve tasvibîerini görerek), c. Sema'yoluyla (Hz. Peygamber'den duymuş ya da O'nun fiilerini görmüş bir başka sahâbîden işiterek) öğenebiliyorlardı. [8]Çünkü hepsinin, her zaman Hz. Peygamber ile birlikte bulunmaları mümkün değildi. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemeye alışmış bulunan sahâbîler, aşağıda bir kısmını özetleyeceğimiz sebeplere bağlı olarak hadisleri de ezberlemişlerdir. Ancak hemen belirtelim ki, bu sebepler, yazma izninden sonra da, hadislerin ezberlenmesinde etkili olmuşlardır. Bizim burada asıl temas etmek istediğimiz, hadislerin başlangıçta ve ilk iş olarak ezberlenmiş olmaları tarihî gerçeğidir. Bunun için de hadislerin intikalinda ilk merhale «Hadislerin Ezberlenmesi » olmaktadır. Ashâb-ı Kirâm'ın Hadisleri Ezberleme Sebepleri Şimdi gerek başlangıçta, gerekse yazma iznini takib eden yıllarda hadislerin sahâbîler tarafından ezberlenmesinin sebeplerine kısa kısa işaret edebiliriz. [9] Herşeyden önce hadislerin, bir başka insan sözünde bulunması pek nâdir bir ifâde güzelliği ve özelliğine («üslûb ») sahip bulundukları ile ashâbm, oku-ma-yazma bilmeyen ümmî Arab Milletinden oldukları ve tabiî olarak, ümm-înin hafızasına güveneceği ve dayanacağı gerçekleri bir arada düşünülecek ve değerlendirilecek olursa, hadislerin ezberlenmesinin pek tabiî bir netice olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Öte yandan, medeniyetin yoğunlaştırdığı sıkıntı ve problemlerden uzak, sade bir yaşayış da zihin berraklığı açısından oldukça önemli bir faktördü. Bu sebeple o günün insanları uzun hitabe ve şiirleri bir kez dinlemekle ezberleyebiliyorlardı. Hadislerin gerek başlangıçta gerekse deha sonraki dönemlerde ezberlenmeşinin bir başka sebebi de dîni koruma ve yayma («tebliğ, davet») görev ve şuurunun o günün müslümanlarının zihinlerinde iyice yer etmiş olmasıydı. Zira onlar, mutlu geleceklerinin ancak İslâm sayesinde gerçekleşebileceğini iyice kavramışlardı. Nitekim Hz. Peygamber de, «sözümü dinleyip belleyen ve bellediklerini aynı şekilde başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartsın! »[10] buyurmuş, tebliğin önemli bir görev olduğunu duyurmuştu. Hadisin ve sünnetin dindeki pek yüksek mevkii ve pratik değeri de ashabı her konuda Hz. Peygamber'i takip etmeye zorluyordu. Rasulullah'tan kaptıkları her kelime ve bilgi, onların âdeta beyinlerine ve iliklerine işliyordu. Onlar bu bilgileri amel ve uygulama olarak ortaya koyuyor, fiilen yaşıyorlardı. Bu fiilî durum ise, hiç şüphesiz, ezberlemeye vesile ve yardımcı, unutmaya da engel oluyordu. Çünkü sorumluluktan kurtulmanın olduğu kadar ilgiyi unutmamanın da en geçerli yolu onu yaşamaktı. Hz. Peygamber, kendisinden sonra dînî tebliğ sorumluluğunu yüklenecek olan ashabı, bu büyük görevi başarı ile yapabilecek kıvama gelmeleri için hikmet ile eğitirdi. O'nun sözleri ne uzun ne de kısa olurdu, o, tane tane konuşurdu. O kadar ki, Hz. Aişe, «yanında bulunan herhangi bir kişi O'nun sözlerini kolaylıkla ezberi ey ebiîirdi.» [11] demektedir. Bâzan da hafızalarda iyice yer etmesi için Nebî (s.a.) sözünü üç kere tekrar ederdi. [12] Birer paragraf halinde oldukça özetleyerek değindiğimiz bu ve bunlara ilâve edilebilecek daha başka sebepler, bilhassa başlangıçta hadislerin ezberlenmesinde büyük rol oynamışlardır. [13] II. KİTABET (Kitâbetü'l-hadis=Hadislerin Yazıya Geçirilmesi) «Kitâbetul-hadîs», «Kitâbetu 1-iîm»[14] ve «Takyîdu'1-ilm»[15] deyimleriyle anlatılmakta olan hadislerin yazı ile tesbiti konusu, başlangıç açısından EZBER SAFHASI'nı takib etmekle beraber, elde mevcut müteârız hadisler dolayısıyla başlangıçtan beri münâkaşa mevzuu edilegelmiştir. Hadislerin yazı ile tesbit edilmesi, -münâkaşaları ve gösterilen çözüm yollan bir yana- sünnete ait bilgi ve belgelerin korunması, ve sonraki nesillere aktarılması ve Hadis Edebiyatının teşekkkülü bakımından fevkalâde önemli merhaledir. îşâret ettiğimiz bu büyük önemine binâen konu, Hadis Usûlü kitaplarında ele alınmış, hatta müstakil eserlere mevzu edilmiştir. Son zamanlarda ise konu, daha çok müsteşriklerin sünnet çevresindeki hatalı değerlendirmeleri ve tenkid başlangıcı olarak hadislerin yazı ile tesbiti meselesini ele almaları dolayısıyla Müslüman müelliflerce ilmî araştırmalara mevzu edilmektedir. Konu Etrafındaki Müteârız Hadisler Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmekte- «Benim ağzımdan Kur'ân'dan başka hiçbir şey yazmayınız. Kurandan başka bir şey yazmış olan kimse varsa, derhal o yazdığını imha etsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğiniz gibi rivayet ediniz. Bundan bir beis yoktur. Bir de bile bile her kim bana isnad ederek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın. [16] Bu hadisin sübûtu hakkında en küçük bir tereddüde yer yoktur. Çünkü bu manada bir çok hadis varid olmuştu. [17] Öte yanda Abdullah ibn Amr'ın şu rivayeti yer almaktadır: «Rasûlullah 'dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve «Rasûlullah (s.a.) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen O'ndan duyduğun herşeyi nasıl yazarsın? dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Rasulullah'a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek; «Yaz, canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz!» buyurdu ».[18] Ayrıca Hz. Ebû Hureyre (r.a.) de şöyle demektedir: «Nebî (s.a.) nin ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis bilen rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.» [19] Hz. Peygamber'in sağlığında hadislerin yazıldığına dair, sayılan tevatür derecesine varan büyük bir sahâbî topluluğundan gelen bir çok hadis bulunmaktadır. Bu yüzden M. Hamidullah'ın isabetle belirttiği gibi «Hz. Peygamber'in hayatı boyunca hiçbir şeyin yazılmamış olduğu hususunda ileri sürülecek herhangi bir ifâdenin, manasızlık hudutlarına varan bir şüphe olduğu da muhakkaktır. [20]Hatta bir iki isnadı tenkid edilmiş bile olsa bizzat Hz. Peygamber'in: «ilmi (hadisi) yazı ile tesbit ediniz! »[21] buyurduğu da nakledilmiş bulunmaktadır. Sübût ve sıhhatinde hiç şüphe bulunmayan bu iki grup hadis arasında açık bir çelişki göze çarpmaktadır. Kitâbetü'l-hadis meselesini vuzuha kavuşturabilmek için bu muteârız malzemeye bir çözüm bulmak gerekmektedir.[22] Çözüm : İslam bilginleri bu iki grub hadisin arasını bulmakta değişik çözümler ileri sürmüşlerdir. Şimdi bunları sırasıyla görelim: Hadisler arasında görülen ihtilafları gidermek amacıyla yazdığı eserinde îbn Kuteybe (276/889) şöyle demektedir: [23] «Bu meselede iki çözüm yolu vardır: Birincisi: Sünnetin sünnetle nesh edilmiş olmasıdır. Bu demektir ki, Rasulullah, önce sözlerinin yazılmasını yasaklamış; sönnetin ezberlenemeyecek kadar çoğaldığını gördükten sonra da yazılmasına ve kaydedilmesine müsaade etmiştir. İkincisi: Yazma izninin sadece Abdullah b. Amr'a mahsus olmasıdır. Çünkü Abdullah b. Amr, eski kitapları okumakta, Süryânice ve Arapça yazı yazmaktaydı. Onun dışındaki ashâb ümmî idi. Onlardan sadece bir-iki kişi yazı yazabilirdi. Onların da yazıları kusurlu idi. Nebî, onların yazmakta hattâ edebilecekleri endişesi ile onları hadisleri yazmaktan menetti. Fakat Abdullah b. Amr'ın yazısından emin olduğu için ona müsaade etti». Hattâbî (388/998) ise, «yasağın önce olması muhtemeldir. Son durum ise yazının mübahlığıdır. Ayrıca : Nebî (s.a.) Kur'ân'a karışması ve okuyanı şaşırt-mamasi için hadislerin Kur'ân âyetleriyle aynı sahifeye yazılmasını yasakladı da denilmiştir. Yoksa BİZATİHİ YAZI YAZMANIN SAKINCALI OLMASI VE YAZI İLE HADÎSİ KAYDETMENİN YASAKLANMASI gibi bir şey SÖZ KONUSU DEĞİLDİR»[24]diyerek yasağı, belli bir mekâna tahsis eden ve yazı ile ilm kaydetmenin aslında sakıncalı olmadığını dile getiren dikkat çekici bir çözüm getirmiştir. İlk Hadis Usûlü yazarı olarak bilinen er-Râmehurmuzî (360/917) de «Hadislerin yazılmasına Rasulullahrın izin vermediğine dair Ebû Saîd'in rivayeti öyle sanıyorum ki, hicretten önceki ve bu işin Kur1 an ile iştigalden alıkoymasından emin olunmadığı devir için geçerlidir»[25] diyerek nesh görüşünü benimsediğini açıklamaktadır. Yazma izninin, yazma yasağından sonra olduğu gerekçesiyle bir çok alimin benimsediği nesh görüşü, Reşid Rıza tarafından tersinden benimsenmiştir. Yani ona göre izin önce, yasak sonradır. [26] Hemen kaydedilmelidir ki, nesh görüşü, nakilden istidlalle elde edilmiştir. Halbuki öteki çözüm yollarının her birinin nakli istinadlan bulunmaktadır. Yani, nesh'e açıkça delâlet edecek bir hadis bulunmamaktadır. Mekke'nin fethi günü Ebû Şah için Fetih Hutbesinin yazılmasını emreden Hz. Peygamberin bu emri zaman bakımından son yıllara rastladığı için yazma izninin sonra olduğunu göstermektedir. Öte yandan Abdullah tbn Amr, vefat ettiği zaman es-Sâdıka diye meşhur olan sahifesi yanında bulunmaktaydı Şayet -Reşid Rı-za'mn dediği gibi- yazma yasağı sonra olsaydı, elbette Abdullah bu sahifesini yok ederdi. Cumhurun kabulüne mazhar olmuş gözüken nesh çözümünü yakından tetkik ettiğimiz zaman onun «yeterli bir çözüm» olmadığı sonucuna varmak mümkündür. Zira eğer hadisleri yazma yasağı umumî (ve resmî) bir şekilde yürürlükten kaldırılmış («nesh») olsaydı, Rasuluîlah'dan sonra sahabe arasında görülen hadisi yazıya geçirmekten çekinme tavırların görülmemesi; hadisleri yazıp toplamak («tedvin») isteyenler aleyhine delillerin ortaya atılmaması gerekirdi. Herşeyden önce, kitabetin kitabet olduğu için yasaklanmamış olduğu bir gerçektir. Hattâbî bu konuya işaret etmiş bulunmaktadır. Şayet yazma yasağı, bizzat kitabetin sakıncalı olması dolayısıyla konulmuş olsaydı, daha sonra hiç kimseye, hiç bir gerekçe ile yazma izninin verilmemiş olması gerekirdi. O halde aynı anda hem yasağın hem de iznin gerekçesi olabilecek bir sebeb aramak gerekmektedir.[27] Böyle bir sebep bizi nesh'den söz etmeden çözüme götürecektir. KUR'ÂN'DAN BAŞKA BİR ŞEYE DÜŞKÜNLÜK GÖSTERİLMESİ VE BU YÜZDEN KUKANIN TERKEDÎLMESÎ ENDÎŞESİ» diye formüle edebileceğimiz bu ortak sebep aslında hadislerin yazıya geçirilmesine karşı çıkan sahâbilerin sözlerinde de mevcuttur. Meselâ Hz. Ömer, sünnete ait bilgileri yazdırmayı ve bir araya toplamayı düşünmüş, bu fikrini sahâbîlere açıklamış, tasviblerini almıştır. Ancak bir ay süren istihare sonunda kararını: «BEN HADÎSLERİ YAZDIRMAYI İSTEMİŞTİM. HATIRLADIM Kİ SÎZDEN ÖNCE BÎR MÎLLET, KÎTAPLAR YAZMIŞLAR VE ONLARA ÖNEM VERMİŞLER VE ALLAH'IN (kendilerine göndermiş olduğu) KİTABINI TERKETMİŞLER-Dî. ALLAH'A YEMİN EDERİM Kî BEN, ALLAH'IN KÎTABINI BÎR BAŞKA ' ŞEYLE ÖRTEMEM, ONA GÖLGE DÜŞÜREMEM» sözleriyle bildirmişti. [28] Hz. Ömer'in dile getirdiği endişeyi içlerinde duyan sahâbîler, ona bu görüşünde karşı çıkmamışlar ve onun görüşünü paylaşmışlardır. Kitâbetü'l-hadîs meselesini müstakil bir eserde tetkike tabi tutan Hatîb Bağdadî (463/1071) de «açıkça ortaya çıkmıştır ki, ilk asırda hadislerin yazılmasının hoş karşılanmaması, Allah'ın kitabına bir başka şeyi eş tutmamak veya bir başka şey sebebiyle Kur'ân'la meşguliyetten uzak kalmamak içindir»[29] diyerek gerçek durumu tesbit etmektedir. Nesh'den söz etmeden konuya ait hadisler arasındaki ihtilafı «Kurandan başka bir şeye düşkünlük gösterilmesi ve bu yüzden Kur'ân'ın ter-kedilmesi endişesi » ortak sebebiyle ortadan kaldırmak yani böyle bir endişenin bulunduğu yer ve zamanda yasağın; böyle bir endişenin bulunmadığı yer ve zamanda da iznin geçerli olduğunu düşünmek en doğru çözüm olmaktadır. Ah-med Naim'in ifadesiyle «yerine göre nehiy hadisi ile de, izin hadis ile de amel olunur. Nehiy hadisi, hıfzına güvenilir ve bazı yazarken sû-i hattı veya dikkatsizliği yüzünden iltibasa, tahrife meydan verir kimselere; ibâhe hadisleri de hafıza gevşek ve yazısı okunaklı ve dürüst olanlara göredir.» [30] Bu tür bir çözüm bizi, günümüzdeki bazı dînî grupların kendilerince muteber kabul etikleri eserlere aşırı derecede düşkünlük göstererek Kur'ân'ı ihmal etmeleri olaylarına da müdahale imkanına kavuşturmaktadır. Ayrıca yeni yeni Müslüman olan insanların kendi yörelerinde Kur'ân'ın bütün özellikleriyle yerleşmesine kadar başka bir şeyle meşgul olmamaları gereğini hatırlatması bakımından da böylesi bir çözümün yeterli esnekliğe ve geçerliğe sahip olduğu görülmektedir. En azından bugün bile hem yazma yasağının hem de izninin geçerli olabileceği hallerin -kısmen de olsa- mevcudiyet imkanını düşünmemize mani bir hal bulunmamaktadır. Delilsiz Bir îddia Kitâbetü'l-hadîs problemi ile ilgili iki grup hadis hakkında müsteşrik Goldziher (1921) tarafından ileri sürülen bir iddiaya da burada işaret etmek istiyoruz. Goldziher bahis konusu iki grub hadisin ehl-i re'y ve ehl-i hadis tarafından uydurulmuş olduğu görüşündedir. Ona göre; Ehl-i hadîs, hadislerin sıhhati ve onlarla ihticac hususunda ellerinde bir delil bulunması için hadislerin yazılmasının cevazına kail oluyorlar. Ehl-i re'y ise -aksine- hadisin sıhhatini ve onunla ihticacı inkar edebilmek için hadislerin yazılmaktan nehy edildiğini ve yazılmadığını ileri sürüyorlar.»[31] Hiç bir delile dayanmayan bu iddia, Takyîdu'l-ilm' in ilmî neşrini gerçekleştiren Dr. Yusuf el-Uş tarafından ehl-i hadisten hadislerin yazılmasına karşı çıkanlar ve ehl-i re'y'den de hadislerin yazılmasına taraftar olanların isimler verilmek suretiyle çürütülmüştür. [32] Netice: Başlangıçta görülen ihtilâf, neticede ortadan kalkmış ve Müslümanlar hadislerin yazıya geçirilmesinin cevazında fikir birliğine varmışlardır. [33] Zaten bizzat Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış olan bazı vesikalar ve yine O'nun zamanında bazı sahabilerce yazılmış hadis sahifelerinin bulunduğu bugün ilmî olarak ispatlanmış ve neşredilmiş bulunmaktadır. [34] Umûmi ve resmî mahiyette olmasa bile hadisler, bizzat Hz. Peygamber za-manınında ezberlenmesi yanında yazılmıştır da. Hatta hadisler daha sonraki yıllarda resmen tedvin edildikten sonra da yine ezberlenmişlerdir. Hadislerin resmen ve umumî olarak yazıma tabi tutulması ve yazılı metinler halinde bir araya toplanması bir başka safhayı, Tedvin Safhasını oluşturacaktır. Ezber ve Kitabet safhaları hicrî birinci asırda yoğun şekilde yer alan iki safhadır. Sahabîler ve Büyük Tabiîler Devri'ni oluşturan bu zaman kesimi içinde hadisleri ezberlenmesi ve yazılması meyanında birinci elden sünnet bilgisini elde edebilmek temel fikrine dayanan bir başka ilmî faaliyet de başlatılmıştır. Bu, rihle (hadis öğrenmek için yapılan yolculuklar)'dir. Daha sonraki safhalarda da tabiî olarak görülecek olan rihle'yi biz burada hatırlatmakla yetinecek, üzerinde daha fazla durmayacağız.[35] Sahifeler «Hadis Edebiyatının başlangıcını, bizzat İslam Peygamberi tarafından yazdırılmış ve kendi zamanında muhafaza edilmiş olan mektup, kanun ve risalelere; ashab ve tâbiûn tarafından derlenen sahifelere kadar götürmek»[36] pek tabiîdir. Bu yüzden biz, bazı sahâbilerin bizzat Hz. Peygamber'den duyup öğrendikleri hadisleri, yazılı metinler halinde bir araya toplamak sureti ile meydana getirdikleri sahifeleri Hadis Edebiyatının ilk türü ilk mahsulü olarak söz konusu etmek istiyoruz. Sahife kelimesi islâm öncesinde de biliniyordu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bu kelimenin çoğulu olan suhuf zikredilmiştir. [37] Ashâb-ı Kirâm'a âit sahifelerin hacmi, pek tabî olarak farklı idi. 1000 kadar hadisi ihtiva ettiği bildirilen Abdullah b. Amr b. e.î-Âs'ın es-Sahifetu's-sâdi-ka sı ile, Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in, hocası Ebû Hureyre'den aldığı hadisleri içeren 138 hadislik sahifesi, sahifelerin hacmi konusunda bize bir fikir vermektedir. Çok daha az sayıdaki hadislerden oluşan sahifeler de bulunmaktadır. Bu kısa açıklama göstermektedir ki, «Sahife» denilince, bir yapraklık bir yazılı vesika değil, birkaç sahifelik hacımdan («risale, broşür, cüz»), kitap denecek hacma kadar değişen yazılı vesikalar anlaşılmaktadır. İlk devirler için «nüsha» kelimesi de «sahife» anlamındadır. [38] Böyle olunca, -yukarıdaki açıklamalar ışığında- «sahife» veya «nüsha» kelimeleri «risale» ve «kitab» demektir. [39]Zaten «risale» de, ya Ebû Davud'un Mekkelilere yazdığı risale örneğinde olduğu gibi «mektûb»; ya da Şafiî'nin «er-Risâle»si örneğinde görüldüğü gibi «kitab» anlamlarında literatüre geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca şuna da işaret edelim ki, kitab kelimesi, daha sonraki dönemlerde vücûd bulacak hadis koleksiyonlarının müstakil bölümlerinden her birine verilen isim olacaktır. Kitâbu'1-imân, Kitâbu'1-hacc, Kitabu'1-büyu v.s. gibi. «Kitâbetü'l-hadîs» döneminde, sahife sahibi oldukları veya kendilerinden yazmak suretiyle hadis alındığı bilinen sahâbiler epey bir yekun tutmaktadır. A'zâmî, aralarında Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî (52/672), Ebû Bekr es-Sıddîk (13/634), Ebû Bekre es-Sakafi .(51/671), Ebû Hureyre (58/677), Ebi Şâh, Ebû Umâme (81/700), Abdullah b. Abbâs (68/687), Abdullah b. Amr el-Âs (63/682), Abdullah b. Mes'ud (31/651), Abdullah b. Ömer (74/693), Abdullah b. Zübeyr (73/692), Âişe (58/677), Ali b. Ebî Tâlib (40/660), Enes b. Mâlik (93/711) gibi ashâb-ı kiramın da bulunduğu 50 kişilik bir liste vermektedir. [40] Ashâb'a ait hadis sahifelerinin hiç biri müstakillen zamanımıza ulaşabilmiş değildir. Her biri hakkında hadis edebiyatının ilk ve en muteber kaynaklarında, -inkârı mümkün olmayacak açıklıkta- kayıdlar bulunmaktadır. Hatta bu sahifelerin muhtevaları, Ahmed b. HanbeV in Müsned' inde yer almıştır. Zamanın tahribinden kurtularak müstakil hüviyetiyle bize kadar ulaşmış bulunan «en eski hadis eseri», Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi' dir. Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi , Gerçekte, Ebû Hureyre' nin, talebesi, Hemmân b. Münebbih' e yazdırdığı hadis metinlerinden oluşan bu sahife, onu bize rivayet eden Hemmâm' a izafetle «Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi » diye meşhur olmuştur. Her ne kadar bu sahife, asr-ı saadette yazılan sahifeîerden sayılmasa da tedvin öncesi dönemde Hadis Edebiyatının yazılı vesikalarının bir örneği olarak fevkalâde önemi hâiz bulunmaktadır. Bu sahifenin Ebû Hureyre'nin vefatından önce tedvin edilmiş olması, hicrî ikinci asrın hemen başlarında görülen resmî tedvin öncesinde de hadislerin yazılı vesikalar halinde tedvin edildiklerini ve «o sahifelerin, tıpkı daha sonraki hadis mecmualarında bulunanlar gibi Hz. Muhammed'in bazı hadislerinin tam kayıtları olduğunu»[41] göstermekte; dolayısıyla, hadislerin daha sonraki dönemlerde hafızalardan yazıya geçirildiği şeklinde ileri sürülen müsteşrik görüşlerini temelden çürütmektedir. Toplam 138 hadisten oluşan bu kıymetli sahife, Prof. Dr. Muhammed Ha-midullah tarafından Berlin ve Şam nüshalan karşılaştırılmak suretiyle ilk kez Mecelletü'l-ilmiyyi'l-arabV de[42]neşredilmiştir. Sahife' nin bütün hadisleri, Ahmed b. HanbeV in Müsned'inde Ebû Hureyre' ye ayrılmış olan sayfalarında aynen yer almaktadır. Ayrıca kütüb-i sit-te'de de konularına göre dağınık bölümlerde bulunmaktadır. [43] Sahife, neşrini müteâkib değişik diller yanında Türkçeye de üç ayrı şahıs tarafından tercüme edilmiş ve üçü de yayınlanmıştır. [44] III. Tedvinu'l-Hadis (veya «Cem'ul-ehâdis») Burada sözünü edeceğimiz konu, kolayca anlaşılacağı gibi hadislerin yazıya geçirilmesi olayına bağlı ve fakat ondan ayrı bir mevzudur. Tedvîn, sözlük anlamı olarak, dağınık malzemenin bir araya toplanması demektir. Hadis tarihi içindeki ıstılâhî anlamı ise, dillerde ve değişik yazı malzemeleri üzerinde dağınık halde bulunan hadis metinlerinin herhangi bir sınıflandırmaya tâbi tutulmaksızın bir araya getirilmesidir. Bu demektir ki, tedvîn; a. Henüz yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmek, b.Eskiden yazılmış veya yeni yazıya geçirilmiş olan hadis metinlerini ayırıma tabi tutmadan bir araya toplamak... gibi iki ayrı işi ifade etmektedir. Ayrıca tedvin edilen malzemenin, müdevvin tarafından bizzat yazılmış olması gibi bir şart da söz konusu değildir. Müdevvin, kendi yazdıkları ile birlikte başkalarının yazdıklarını da pek tabiî olarak toplayabilir. Aslında, dikkat edilirse kitabet, tedvin ve tasnif kelimelerinde ortak nokta «toplamak» tır. Ama bu üç terim, anlam, kapsam, sistem ve zaman bakımından farklı «toplama» işlemlerine delâlet etmektedir. Şöyle ki: Kitabet, herhangi bir sahâbînin, bizzat Hz. Peygaber'den duyduğu hadisleri kendisi için yazıp bir araya getirmesi olayıdır. Bunlar, hatırlamak maksadıyla tutulmuş özel notlar («müzekkirât») dır. Hadisleri yazı ile tesbit eden sahâbîlerden herhangi birinin, bir başka sahâbînin rivayetlerini yazma girişiminde bulunduğuna dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Sahâbîleri, ellerinde hadis yazılı vesikalar dolaştırırken de görmekteyiz. Abdullah b. Amr, meşhur sahifesi için «Bu benim Rasulullah'tan işittiğim es-Sahifetu's-sâdıkadır. Benimle Rasulullah arasında bu hadisleri bana ulaştıran herhangi bir kişi yoktur» demiş, [45]kitâbet'in çok özel anlamda bir «toplama» demek olduğunu göstermiştir. Bu anlamdaki bir tedvin («kitabet») Hz. Peygamber ve sahabe devrine ait bir hadisedir. Kitabet anlamındaki bu tedvin, kapsam olarak «kendi işittiğ hadisler»!, herhangi bir sistem'e bağlı olmaksızın Hz. Peygamber ve Ashâb Devri sınırları içinde kalarak yapılan «en dar anlamda» bir «toplama»dır. Tedvîn, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, muhtelif sahâbiler tarafından rivayet edilmiş olan hadisleri yazıp bir araya toplamak demek olduğu kadar, aynı zamanda başka başka sahâbîler tarafından yazılmış sahifeleri toplayıp bir araya getirmektir de. Sınırı ise, «ulaşılabilen her sahâbî, bulunabilen her hadis veya vesika»dır. Böylece tedvîn, belli herhangi bir sisteme bağlı olmasa bile zaman olarak Büyük Tabiîler Devri diyebileceğimiz I. hicrî asrın sonları II. asrın hemen başlarına ait bir «umumî ve resmî toplama» olayıdır. Tasnif ise, tedvîn edilmiş («müdevven») malzemenin, ya sahâbî râvisine ya da ilgi alanlarına göre beli bölüm ve bâblarda «toplanması»nı ifade etmektedir. Tasnif, zaman olarak, tedvîn'den sonraki bir döneme ait «kitaplaştırma» anlamında bir toplama» faaliyetidir. Değişik kapsamda da olsa, «toplama» anlamını daima korumuş olan bu üç terim'e «tedvin» olarak bakılabileceği dikkate alınırsa, çağdaş yazarlardan Suphi Salih'in şu sözleri daha bir netlik ve anlam kazanır : «.. .Adına hadis tedvini veya hadis tedvin gayreti denen şeyi ilk defa duymak için, Halife Ömer b. Abdilaziz devrine bakmak zorunda değiliz. Hadis tedvinini pek erken asırda başladığını söylemek için, Goldziher ve Sprenger gibi müsteşriklere uyarak, içinde yaşadığımız asra bakmamız da icab etmez. zina kitaplarımız, haberlerimiz ve tarihî vesikalarımız hadislerin, -bu iki müsteşrikin dediği gibi- ikinci hicret asrının başında değil, daha Hz. Peygamber zamanında yazıya geçtiğini, şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstermektedir.[46] "Toplamak" anlamında birleşen bu üç terimden Tedvîn, kendisinden önceki Kitabet Safhası mahsûllerini derlemek, kendisinden sonraki Tasnif çalışmalarını başlatmak açısından Hadis Edebiyatı için pek önemli bir başlangıçtır. Öylesine ki Beyhâki, "Büyük Hadis imamlarının eserlerinde Tedvîn ve Tasnife tâbi tutulmamış herhangi bir hadis ileri sürülecek olursa, o hadis kabul edilmez[47] demiştir. Öte yandan tedvin'in, sadece hadisler için değil aynı zamanda Hadis ilimleri için de tedvin anlamı taşıdığı da düşünülebili. [48] Hadis tarihi içinde, hadis edebiyatı'na başlangıç teşkil eden resmî[49] ve sistemli bir tedvin faaliyetinin hicrî birinci asrın sonları ve II. asrın başlarında Ömer b. Abdilaziz (101/719)'in emriyle başladığı kabul edilmektedir. O'nun Medine Valisi, Ebu Bekr b. Hazm'a (120/738) ve ülkenin her tarafına («ilâ ehli'l-âfâk») gönderdiği resmi yazı şudur : «Hz. Peygamber'in hadislerini, sünnetlerini (Amra bnt. Abdirrahman'ın rivayetlerini) araştır ve yaz; zira ben, ilmin kaybolmasından ve âlimlerin yok olup gitmelerinden endişe ediyorum.» [50] Tedvin faaliyetinin en meşhur ismi İbn Şihâb ez-Zuhrî (124/742) dir. [51]îbn Şihâb için «hadisi ilk tedvin eden kişi» denilmektedir.[52] Hiç şüphesiz ez-Zühri'nin bu işte ilk oluşu, «resmî mânâda ilk müdevvin olması» şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa daha önce, yukarıda işaret ettiğimiz anlamlar içinde hadisleri tedvin etmeye çalışanlar daima olagelmiştir. Zührî'nin «Bu ilmi benden önce kimse tedvin etmemiştir»[53] sözü de «resmî planda kendisinden önce bir müdevvinin bulunmadığı anlamındadır. Nitekim Halife Ömer b. Adilaziz'in emrini ilk gerçekleştiren ez-Zührî'dir. Ebû Bekr b. Hazm. derlediklerini göndermeden Halife vefat etmiştir. Neticede de Ibn Hazm'ın topladıkları kaybolmuştur. [54] Emevî Halefesi Velid b. Yezid'in öldürülmesinden sonra, Mervan ailesi için ez-Zührî'nin yazdığı hadislerin kitablar halinde hayvanlarla taşındığı görülecek ve Zühri'nin tedvin konusundaki çalışmalarının boyutları hayranlık uyandıracaktır. [55] Zührî'nin bu yazdıkları arasında sahabe kavilleri de bulunmaktaydı. Çünkü Zührî bunları da «Sünnet» içinde mütâlâa ediyordu. [56] Tedvin, sünnet malzemesini herhangi bir ayırım sözft konusu olmaksızın ve yok olmaktan korumak maksadıyla yazılı olarak bir araya getirmek şeklinde gerçekleştirmiştir. Tedvin, II. hicrî asrın ilk çeyreğinde bitmiş, tasnif dönemi onu takip etmiş.[57] IV. Tasnıfu'l-Kutub Tasnif, sınıflandırmak, aynı cinsten olan ya da aralarında bir araya getirilmelerini gerektiren ortaklıklar bulunan malzemeyi başkalarından ayırmak anlamındadır. Terim olarak, müdevven hadis malzemesi içinde yer alan hadisleri konularına göre ayırıp belli bâb veya bölümlerde toplamak demektir. Bu «tasnifu'l-hadîs» ifadesiyle anlatılmak istenen durumdur. Ayrıca bir de kitabların belli bölüm ve bâblara ayrılmış malzemelerle oluşturulması vardır ki,işte bu da «Tasnıful-kütüb» olarak tanımlanmaktadır. «Sahifeler» ve «cüz»ler şeklinde tutulmuş küçük yazılı hadis vesikalarının ve herhangi bir ayırıma gitmeden ilk kez tedvin çalışmaları sırasında yazıya geçirilmiş sünnet verilerinin yine hiçbir tasnif düşüncesine dayanmaksızın bir araya toplanması («tedvin») sonucu ortaya çıkan yığın halindeki hadislerin, kolaylıkla istifadeye sunulabilmesi «tasnîf»! gerekli kılmaktaydı. Tasnîf, tedvin'den sistem, kapsam ve zaman olarak farklı olmasına rağmen onu tedvinle birlikte başlamış bir faaliyet olarak görmeye mâni bir hal de bulunmamaktadır. Ya da en azından kesin hatlarla bu iki faaliyeti ayrı zaman dilimlerine tahsis etmek pek kolay değildir. Gerçi musannef eserlerin ortaya çıkışı için en erken tarih olarak h. 120-130'lar gösterilmekte[58] ise de bu, tasnif çalışmalarının daha önceki yıllarda başlamış olduğunu düşünmeye mâm değildir. Zira musannef bir eserin hemen bir-iki yılda meydana getirildiğini kabul yerine, o günün şartları nazar-ı itibare, alınarak uzun yılların mahsulü olabileceğini düşünmek daha isabetli olacaktır. Kaynakların biribirlerinden naklen verdikleri bilgiye göre Hicaz'da Abdülmelik b. Cureyc (150/767), Irak'ta Saîd b. Ebî Arûbe (156/773) ilk musannef müellifleridirler. Müsteşrik Goldziher, bu iki muhaddisin eserlerine sahip bulunmadığımız gerekçesi ile onların arz ve üslubîan hakkında hüküm verilemeyeceğini51 ileri sürmekte ve tedvin[59] tasnif dönemi ile birleştirerek ilk musannef hadis eserinin Buhâri'nin Sahih'i olduğunu iddia etmektedir. [60]Bugün artık «eserleri elde mevcut değildir» gibi bir gerekçeyi kabullenmek imkânı kalmamıştır. Zira anılan iki muhaddisler çağdaş olan Ma'mer b. Râşid (152/769)'in el-Câmi' i yazmaları ve basılmış haliyle elde mevcuttur. [61]«...Ma'mer b. Râşid'in el-Câmi'i, zamanımıza intikal etmiş olan hadis musannefâtının en eskisi olup devrinin hadis tasnifi ameliyyesi hakkında vazıh bir fikir verebilecek mâhiyettedir. [62]Zira «Yemen1 de Ma'mer b. Râşid, gerek gelişi-güzel bir şekilde ve gerekse muayyen bablar halinde bulunan süneni toplamıştır.[63] Hatta Ma'mer b. Râşid'in hocası Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in Saki-fesi ve talebesi Abdurrezzak b. Hemmâm (211/827)'ın el-Musannef i de elimizde bulunduğuna göre h. II. asırdaki tasnif faaliyetleri hakkında yeterli ipuçlarına sahib bulunmaktayız demektir. Binaenaleyh ilk musaneffeserin Buhârî (256/870)'nin Sahih 'i olduğu iddiası, önceki yüz yıllık tasnif çalışmalarını inkâr etmek anlamından başka hiçbir maksada hizmet etmemektedir. Bu yüzden de tasnifu'l-kütüb merhalesinin tedvin'den hemen sonra ortaya çıkmış ve fakat tedvin ile birlikte yürütülmüş bir çalışma dönemi olarak kabul ediyoruz. Bu dönemde eser tasnif ettiği eski kaynaklarda yer alan âlimlerin eserlerinin günümüze kadar -çeşitli sebeplerle intikal etmemiş olmasının, hadis edebiyatı tarihi açısından pek büyük bir kayıp olduğu da bir gerçektir. Dünya kütüphanelerinde ve arşivlerde yapılacak ısrarlı ve dikkatli araştırmaların, bu ilk devir mahsulü hadis musannefâtından bazılarının bulunması mutlu sonucuna ulaşabileceği umudumuzu muhafaza etmekteyiz. Müdevven hadis malzemesinin tasnifi belli usûllerle gerçekletirilmiştir. Şimdi bu usullerin genel karakterlerini ve kitab olarak hadis edebiyatına kazandırdıklarını tanıyalım. Ancak burada bir noktaya işaret etmekte fayda vardır : Hadisin intikal safhaları (ezber, kitabet, tedvin ve tasnif) arasında süre olarak en uzun dönem Tasniful-kütüb safhasına aittir. H. II. asrın büyük bir bölümü, Hadis Edebiyatının altın çağı III. asır ve orijinal hadis edebiyatı mahsûllerini son örneklerinin verildiği IV. asrın ilk yarısı bu safhaya ait kabul edilebilir. Bu safhaları ve sonrasında oluşan durumu şöyle bir şekille göstermemiz mümkündür: [64] Hadisin İntikal, Hadis Edebiyatının Oluşum Safhaları Hadis 1- Hıfz (Ezber) Safhası 2- Kitabet (Yazıya geçirme) Safhası 3- Tedvin (Cem'u'l-ehâdîs) Safhası 4- Tasnîfu'l-kütüb Safhası 5- Sonraki Çalışmalar a. Tasnif Dönemi eserleri üzerindeki ek çalışmalar b. Hadis Usûlü Edebiyatı c. Rical Edebiyatı d. Şerh "Edebiyâti e. Tahricte Kolaylık Sağlayan Eserler îşte bütün bu merhalelerde ortaya çıkan ve günümüze kadar uzanan hadisle ilgili ilmî mahsûller «Hadis Edebiyâtı»nı oluşturmaktadır. Şimdi bu edebiyatı, pratik ihtiyaçları göz önünde tutarak, meşhur ve muteber örnekleriyle ayrı ayrı tetkik edebiliriz.[65] Konu Başlığı: Ynt: hadis tarihi yaz okulu ödevi Gönderen: tuba2000 üzerinde 19 Temmuz 2010, 18:48:04 arkadaşlar teşekkür ederim
|