๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:30:19



Konu Başlığı: Yolculuğunu bitirmiş ayakkabılar
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:30:19
Yolculuğunu bitirmiş ayakkabılar


“Yenilikçiliği kimseye kaptırmayanların ötekilerden çok daha çabuk eskimek gibi garip bir özellikleri vardır.”

                                                                                        Vladımır Nabokov

Can eriğine çatalı, dişler kamaşalı aylar oluyor. Nar kabuklarının çatlamasına, odaları ayva kokularının sarmasına az kaldı. İnsanın kendisini en çok yalnız hissettiği mevsimle dudak dudağayız. Yaz, bu kadar çabuk mu geçecekti? Yaz, kendisine tutkuyla bağlı benim gibileri, bir öksüzlük, yetimlik duygusuna bırakıp alıp başını dokuz ay dönmemecesine gidecek miydi? Şimdi her yerde hasat bereketi, harman zamanı. Kimi eller gül kokuyor, kimi evler ıtır. Hayatın arka planında dingin, munis bir canlılık ışıltısı beliriyor.

Konfeksiyon zevklerin tatsız çeşnilerini ardımda bırakıp odama giriyorum. Önümde ihmalkarlığı tatlı ve bağışlayıcı bir gülüşle geçiştirilecek dağınık kütüphanem var. Sadece birkaç raf düzenlerini muhafaza etmiş. Kütüphanemde diğer yazarların gıptayla, hasetle baktıkları yazarlar var: Rus yazarları. Ama onlar da raflarında dostane bir bağ kurmuş değiller. Özellikle Nabokov ve Dostoyevski arasındaki o tuhaf hasmane ilişki beni düşündürüyor. İlla bir suçlu bulmak gerekiyorsa: Nabokov. Usta-çırak ilişkisi Rus edebiyatında izlerini çok fazla belli etmez; ama yine de dünyanın takdirini kazanmış Dostoyevski'ye hak ettiği yeri Nabokov, vermeye yanaşmıyor ve buna yanaşmadığı gibi ona biçilen yeri de çok görüyor. Anna Karanina'ya yazmış olduğu sonsözde Nabokov, Rus edebiyatının en büyük düzyazı ustası olarak Tolstoy'u anar. Sanırsınız ki sırada Dostoyevski vardır. Hayır. Turgenyev, Lermantov anılır ve parantez içinde yaklaşık anlamda şunlar söylenir: Dostoyevski'yi daha kapının önünde çok bekleteceğim. Nabokov'un inandırıcılıktan uzak sübjektifliği, kendisinin bile kanmasına yetmediğinden düzyazının ustalarını yazarken bir Dostoyevski parantezi açmak zorunda kalır. Dürüst bir tefeci gibi davranan Nabokov'un sahte tavırları, aslında neyi alıkoyduğunu çok iyi bilen, işini iyi yapan bir dehanın ipuçlarını bize verir. Bu alıp verememezliğin sebebi nedir diye sormadan edemez insan. Dostoyevski, kendisine ne bahşedilmişse her şeyini romanına vermeyi başarmış bir yazardır; ama Nabokov, kendisini beğenmiş, muzip zekasının tamamını romanlarına vermez. Sanki yazdıklarının kendisini gölgelemesine izin vermez. Bazı kitaplar vardır, yazarları olmadan ayakta kalmaları çok zordur. Nabokov, o görkemli kitaplarının onsuz hayatlarını sürdürmelerine izin vermez. Kitaplarını okurken sanki bir şeylerin eksikliğini hissedecekmişsiniz hissi okurları yalnız bırakmaz. O eksiklik ancak Nabokov'un devreye girmesi ile çözülebilir. Bizim romancılığımızın emekleme döneminde gördüğümüz o acemice stratejilere benzemez Nabokov'un romanlarının içine girip okuru rahatsız etmesi. Onun yazarlık kimliğine her şeyini feda etmemesi Nabokov'u Dostoyevski'nin gerisinde bırakmıştır. Dostoyevski'nin romanları yazarını hatırlatmayacak kadar Dostoyevski'ye aittir. Zaten onun romanlarının ikincil kahramanlarının bile baş kahramanları kadar romanı yüklenmeleri onun romanlarına kendinden neler kattığının en güzel kanıtıdır. Nabokov'un Dostoyevski'den daha önemli kabul ettiği Turgenyev'in sevgili kahramanı Bazarov için: “O benim sevgili çocuğumdur.” deme cesaretinin yanında Nobokov: “Ben Sebastian'ın dehasından ileri gelen açık sözlülüğü üstelenemem; onun kendini aştığı yerde ben kaba olmaktan ileriye geçemem. Okuyucumun da dikkatini çekmiş olabileceği gibi bu kitaba kendimden mümkün olduğu kadar az şey katmaya özen gösterdim.”

Dostoyevski, insan ruhunun tuzunu alan, insana bilgelik yükleyen bir yazarken Nabokov, ruhumuzun tuzunu hissettiren bir yazardır. Uysal, kimliksiz bir cesedin birden bire kımıldaması gibi Dostoyevski, damarlarımızda bir karınca yürüyüşü hissettirir, bir gıdıklanma, bir kımıldanış hissi verir. İçimizdeki ermişi hatırlatır. Kuşkusuz düşünce ile sözcükler arasındaki uçurum boşluğu kendisini bir biçimde hep koruyacaktır, o uzay boşluğunu hep hissettirecektir. O boşluğun bilinç bölümü Nabokov ise bilinçaltı bölümü Dostoyevski'dir. Tek kanat vuruşu ile Nabokov'un ayyukuna çıkabilirsiniz; ama oranın genleşen hazzına, tadına ancak Dostoyevski ile varabilirsiniz.

Kütüphanelerin asırlık tınılar yükleyerek kendilerini şimdiki zamanda var edebilmeleri onlara yeni değerler katıyor. Düşüncelerimizdeki dekoratif çarpıklıkları, zihniyetimizdeki gramer yanlışlarını ancak onlarla aşabiliriz. Sahte ermişlik numaralarını daha katlanılmaz kılan usandırıcı, tiz neşeli hallerimizi bir tarafa bırakıp, sesimiz tarazlanmadan pürüzsüz bir doyma hali ile konuşmaya çalışmalıyız.

Rüzgarın hükmüne ilk önce yapraklar boyun eğiyor, usaresini köklerinde korumayı bilen ağaçlar ise kaybetmiş gibi görünseler de tazeleneceklerini incecikten fısıldıyor. Nar kabuğu çatladı, ayva kokuları odaları sardı, biz sonbaharda hangi düşüncelerle donandık hangilerinden arındık?

 

 

 

 

“Yenilikçiliği kimseye kaptırmayanların ötekilerden çok daha çabuk eskimek gibi garip bir özellikleri vardır.”

                                                                                        Vladımır Nabokov

Can eriğine çatalı, dişler kamaşalı aylar oluyor. Nar kabuklarının çatlamasına, odaları ayva kokularının sarmasına az kaldı. İnsanın kendisini en çok yalnız hissettiği mevsimle dudak dudağayız. Yaz, bu kadar çabuk mu geçecekti? Yaz, kendisine tutkuyla bağlı benim gibileri, bir öksüzlük, yetimlik duygusuna bırakıp alıp başını dokuz ay dönmemecesine gidecek miydi? Şimdi her yerde hasat bereketi, harman zamanı. Kimi eller gül kokuyor, kimi evler ıtır. Hayatın arka planında dingin, munis bir canlılık ışıltısı beliriyor.

Konfeksiyon zevklerin tatsız çeşnilerini ardımda bırakıp odama giriyorum. Önümde ihmalkarlığı tatlı ve bağışlayıcı bir gülüşle geçiştirilecek dağınık kütüphanem var. Sadece birkaç raf düzenlerini muhafaza etmiş. Kütüphanemde diğer yazarların gıptayla, hasetle baktıkları yazarlar var: Rus yazarları. Ama onlar da raflarında dostane bir bağ kurmuş değiller. Özellikle Nabokov ve Dostoyevski arasındaki o tuhaf hasmane ilişki beni düşündürüyor. İlla bir suçlu bulmak gerekiyorsa: Nabokov. Usta-çırak ilişkisi Rus edebiyatında izlerini çok fazla belli etmez; ama yine de dünyanın takdirini kazanmış Dostoyevski'ye hak ettiği yeri Nabokov, vermeye yanaşmıyor ve buna yanaşmadığı gibi ona biçilen yeri de çok görüyor. Anna Karanina'ya yazmış olduğu sonsözde Nabokov, Rus edebiyatının en büyük düzyazı ustası olarak Tolstoy'u anar. Sanırsınız ki sırada Dostoyevski vardır. Hayır. Turgenyev, Lermantov anılır ve parantez içinde yaklaşık anlamda şunlar söylenir: Dostoyevski'yi daha kapının önünde çok bekleteceğim. Nabokov'un inandırıcılıktan uzak sübjektifliği, kendisinin bile kanmasına yetmediğinden düzyazının ustalarını yazarken bir Dostoyevski parantezi açmak zorunda kalır. Dürüst bir tefeci gibi davranan Nabokov'un sahte tavırları, aslında neyi alıkoyduğunu çok iyi bilen, işini iyi yapan bir dehanın ipuçlarını bize verir. Bu alıp verememezliğin sebebi nedir diye sormadan edemez insan. Dostoyevski, kendisine ne bahşedilmişse her şeyini romanına vermeyi başarmış bir yazardır; ama Nabokov, kendisini beğenmiş, muzip zekasının tamamını romanlarına vermez. Sanki yazdıklarının kendisini gölgelemesine izin vermez. Bazı kitaplar vardır, yazarları olmadan ayakta kalmaları çok zordur. Nabokov, o görkemli kitaplarının onsuz hayatlarını sürdürmelerine izin vermez. Kitaplarını okurken sanki bir şeylerin eksikliğini hissedecekmişsiniz hissi okurları yalnız bırakmaz. O eksiklik ancak Nabokov'un devreye girmesi ile çözülebilir. Bizim romancılığımızın emekleme döneminde gördüğümüz o acemice stratejilere benzemez Nabokov'un romanlarının içine girip okuru rahatsız etmesi. Onun yazarlık kimliğine her şeyini feda etmemesi Nabokov'u Dostoyevski'nin gerisinde bırakmıştır. Dostoyevski'nin romanları yazarını hatırlatmayacak kadar Dostoyevski'ye aittir. Zaten onun romanlarının ikincil kahramanlarının bile baş kahramanları kadar romanı yüklenmeleri onun romanlarına kendinden neler kattığının en güzel kanıtıdır. Nabokov'un Dostoyevski'den daha önemli kabul ettiği Turgenyev'in sevgili kahramanı Bazarov için: “O benim sevgili çocuğumdur.” deme cesaretinin yanında Nobokov: “Ben Sebastian'ın dehasından ileri gelen açık sözlülüğü üstelenemem; onun kendini aştığı yerde ben kaba olmaktan ileriye geçemem. Okuyucumun da dikkatini çekmiş olabileceği gibi bu kitaba kendimden mümkün olduğu kadar az şey katmaya özen gösterdim.”

Dostoyevski, insan ruhunun tuzunu alan, insana bilgelik yükleyen bir yazarken Nabokov, ruhumuzun tuzunu hissettiren bir yazardır. Uysal, kimliksiz bir cesedin birden bire kımıldaması gibi Dostoyevski, damarlarımızda bir karınca yürüyüşü hissettirir, bir gıdıklanma, bir kımıldanış hissi verir. İçimizdeki ermişi hatırlatır. Kuşkusuz düşünce ile sözcükler arasındaki uçurum boşluğu kendisini bir biçimde hep koruyacaktır, o uzay boşluğunu hep hissettirecektir. O boşluğun bilinç bölümü Nabokov ise bilinçaltı bölümü Dostoyevski'dir. Tek kanat vuruşu ile Nabokov'un ayyukuna çıkabilirsiniz; ama oranın genleşen hazzına, tadına ancak Dostoyevski ile varabilirsiniz.

Kütüphanelerin asırlık tınılar yükleyerek kendilerini şimdiki zamanda var edebilmeleri onlara yeni değerler katıyor. Düşüncelerimizdeki dekoratif çarpıklıkları, zihniyetimizdeki gramer yanlışlarını ancak onlarla aşabiliriz. Sahte ermişlik numaralarını daha katlanılmaz kılan usandırıcı, tiz neşeli hallerimizi bir tarafa bırakıp, sesimiz tarazlanmadan pürüzsüz bir doyma hali ile konuşmaya çalışmalıyız.

Rüzgarın hükmüne ilk önce yapraklar boyun eğiyor, usaresini köklerinde korumayı bilen ağaçlar ise kaybetmiş gibi görünseler de tazeleneceklerini incecikten fısıldıyor. Nar kabuğu çatladı, ayva kokuları odaları sardı, biz sonbaharda hangi düşüncelerle donandık hangilerinden arındık?

 

Mehmet ÖZTUNÇ