๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:21:32



Konu Başlığı: Yalnızlık bir kıştı dinmeyen
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:21:32
Yalnızlık bir kıştı dinmeyen

Öyleydi işte...

Her attığım adımda biraz daha boşluğa düşüyordum. Yürüdüm. Yürüdüm. Bakışlarım adımlarımı takip ediyordu. Başka bir yere bakmanın korkusuydu belki de içimdeki. Birisini görmek. Birisiyle karşılaşmak. Eskilerden bir görüntünün çıkagelmesi. Ya da asıl istediğim buydu belki de. Tanıdık bir şeyler. Yoktu. Yıllar tanıdık simaları dört yana savurmuştu belli. Ben aynılığını yitirmeyen sokaklardaydım. Yürüdüm. Yürüdüm.

 

Ellerim ceplerimdeydi. Soğuktan yumruk yapmıştım. Isınmak için sıcak bir nefes yeterdi. Yoktu. Zaman diriliğini yitirenlere dostça davranmıyordu. Bir zamanların kalabalığından saklanmak için gittiğim dağbaşlarından hoyratça kullanılmış anılarım yuvarlanıyordu üzerime. Ellerimden tutan biri olsaydı içim ısınırdı. Üşümezdim. Yalnızlık bir kıştı dinmeyen. Gri rengi hep üzerimde, Hasan Dağı'nın doruklarından inmeyen sisti. Yürüdüm. Yürüdüm. Kış içimde yanıyordu.

 

Öylece çöktüm bir kaldırım köşesine. Umuda sımsıkı sarılmanın ürperten aldanışına mı tanık oluyordum? Yılmayacaktım. Yılmayacaktım. Ben kışta ölen ağaçlar gibi susmayacaktım. Yapraklarım hiç sararmayacak, yıllar bedenimi yıpratmayacaktı. Diri, dipdiri karşı koymak rüzgara. Titriyordum. Kar yağıyordu üzerime. Bir tebessümün esirgenişiydi üşümek. Ellerim ceplerimde. Öylece kalakaldım.

 

Şimdi... çağırsam gelir misiniz?

Dost bildiklerim, üç kuruşu birlikte yediklerim, sütlü kahve tadında cadde arşınladıklarım, hep kızdıklarım, hep kızdırdıklarım ve üstüne kalın çizgiler çekip baş harflerini unuttuklarım… çağırsam gelir misiniz?

Kimi Sivas'ta, kimi Ankara'da, kimi bilmem ki hangi memleketinde kışın... çağırsam gelir misiniz? Kavaslı kenarında dinelen, bir şiir bırakan suya geceden ve yağmur düşüren saçlarına ay dedenin... çağırsam gelir misiniz? Harbiye'de tepelerden dökülen eski bir anı ile kavgalı hâlim, şireli şerbetlerine burun kıvırdığım çam ormanı saatlerinde içine düştüğüm kalabalık, Kirazlı'da dereye yuvarlanan kıvılcım ve Kıcı'da kayan yol… çağırsam gelir misiniz?

 

Kar mı yağdı saçlarınıza, yağmur mu ıslattı kirpiklerinizi, güneşi mi battı yüreğinizin... yoksunuz işte, yoksunum işte... kar yağmış saçlarınızı, yağmur ıslatmış kirpiklerinizi, güneşi batmış yüreğinizi alıp... çağırsam gelir misiniz? Çocukluğum, mor kadife eteğim, boyumu aşan bisikletim, üzerine çiğ düşmüş okul günlerim, dedemin öfkesinden kurtulabilmiş  tebessümlerim ve bir daha hiç göremeyeceklerim... çağırsam gelir misiniz?

Şimdi... çağırsam gelir misiniz?

 

Doğruldum. Ellerimi usulca ceplerimden çıkarıp yumruklarımı açtım. Yüzümü kışın sert rüzgarına çevirdim. Baktım uzaklara, en uzaklara, uzakların uzaklarına. Avucumu uzatıp ileriye, haykırdım: “Eyy siz yitirdiklerim! Eyy yitirip de bir türlü silemediklerim! Eyy silmeyi beceremediklerim! Hayat size neler getirdi?”



Naz FERNİBA