> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar  (Okunma Sayısı 741 defa)
06 Eylül 2010, 16:29:59
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 06 Eylül 2010, 16:29:59 »



Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar

Araştırmacı dostum Harun Özdemir’in yine değerli edebiyat araştırmacılarımızdan Prof. Dr. İlhan Genç’le birlikte davet edildiğim televizyon programına katılmaya giderken kafamın bir köşesinde de bulanık, karmaşık bir düzlemde de olsa ‘zamana tanıklık etmek’ kavramını evirip çeviriyorum. Edebiyatımızda ‘Leyla ve Mecnun Şiirleri’ ni doğallıkla da ‘Aşk’ı konuşacağız. Dıştan bakıldığında rahat oluşum sadece konusunu iyi bilen bir hocanın karşısında olmaktan değil ayrıca ne diyeceğimi ciddi manada önceden tasarlamayışın samimi dürüstlüğünden olmalıydı. Oysa aklım, kalbim, ruhum bölünmüş durumda.

 

Akşam serinliğinde oturduğum Kordon kıyısında çayımı yudumlarken içim sanki öldürmek için çocukları özenle seçiyormuş gibi Lübnan’a yağmur yoğunluğuyla düşen İsrail füzelerini düşünmekten daralıyor. Aklımız hep orada. İzlemekten başka bir şey yapamamanın utancı yaşamın amaç ve anlamını eritiyor. Binalar yıkılıyor, köprüler çöküyor; koca bir şehir enkaza dönmüş durumda. Bunlardan da önce ve daha acı olanı Siyonist saldırganlar çocukları, henüz kundakta olan bebeleri feci şekilde öldürüyorlar. Dünyanın vicdanı koyu bir suskunluk içinde. İnsanlık ölüyor. Bildik dünya düzeni çöküyor, dengeler sarsılıyor. Bütün bu olup biten vahşet karşısında inadına ve bilerek kör, sağır, suskun kalan dünyaya, dünyanın etkili siyasal güçlerine rağmen Müslümanlar Lübnan’da direniyor. Ve her patlamada Lübnan’da vurulan benim sanki. Ölen bebek, feryat eden anne benim. Az sonra aşkı konuşacağız. Zihnim, aklım, kalbim bölünük, paramparça. Toplanmalı, toparlanmalıyım. Aşkın bir adı da dayanmak olmalıdır. Ve direnmek, imana ve yaşama sıkı sıkıya tutunup. Kim bilir belki de aşk ile aşksızlığın, sevgi ile nefretin savaşı sürmekte asıl.

Müslümanlar kardeş ve tek bir bünye gibidir. Bir yerimiz yara alsa acısını diğer organımızda, tüm vücudumuzda duyarız. Daha şiddetli, daha fazla olan acı daha hafif olan diğerlerini bastırır. Sanırım Lübnan’da kalbimiz kanayalı beri ülke, ulus ya da ayrı ayrı fertler olarak hepimiz kendi derdimizi unutur olduk. Daha doğrusu aciliyetine binaen öncelik ve sonralık sıralamasında tarihe tanıklık için açılan pencereden baktığımızda evvela Filistin’i, Lübnan’ı gördük.

Ortadoğu’da neler oluyor? Gazetelerden, televizyonlardan olayı günü gününe izliyoruz. Siyasi gözlemciler yorumlar yapıyor. İki askerinin kaçırılmasını bahane eden İsrail Güney Lübnan’ı bir aydan fazla yoğun ve çılgınca bombaladı. Rusya’da G8 zirvesinde İsrail’in yaptığı soykırıma onay çıktı. O çok bilmiş ve biraz da Siyonist muhibbi kesimden neredeyse çıt yok. Hatta utanmasalar neredeyse oh olsun diyecekler. Bu konunun ayrıntılarını ilgili herkes biliyordur, gereğinden fazla yoğunlaşmam doğru olmaz. Daha ayrıntılı haberdar olmak isteyenler için Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül’ü şiddetle tavsiye etmekle yetineyim şimdilik. Karmaşık, dolambaçlı ifadelere gerek yok. Bende oluşan kanaat; sadece Lübnan değil bütün bir Ortadoğu’da süren savaş; ne petrol, ne enerji kaynakları, ne İsrail’in güvenliği, ne terörü önlemek, ne halklara özgürlük getirmek için. Bunların hepsi kocaman ve çirkin birer yalan. ABD ve İsrail terörün devletleşmesinin, devlet imkânlarını kullanmasının iki canlı kanıtıdır. Gerçek terörist bu güçlerdir. Bu iki devletin yaptıkları ne devlet ağırlığıyla ne siyasi olgunlukla bağdaşıyor. Her ikisi de politik olarak iflas etmişlerdir. Amaçlarına ulaşamamanın Müslümanları dize getirememenin çılgınlığıyla akıldışı delilikler yapmakta bölgeyi kan gölüne çevirmektedirler. Bunlar bir inanç savaşı veriyorlar. Çünkü bir güç bir inanç için olmadığı taktirde bu kadar laf dinlemez, umursamaz, pervasız, acımasız ve bu kadar alçak, bu kadar çirkin, vahşi olamaz. Tam bir hukuk tanımama, kurala uymama ve gözüdönmüşlükle dünyayı hiçe sayma küstahlığı sergilenmektedir. Bu nasıl bir inanç bu nasıl bir nefrettir anlamak imkânsızdır. Her türlü stratejik fantezi lakırdılar bir yana, bunların amaçları vaat edilen topraklara ulaşmak için bölgedeki İslam ve Müslüman engelini yok etmektir. Olanca güçlerine rağmen bu amaçlarına ulaşmak öyle sandıkları  kadar kolay olmayacaktır. Her saldırılarında mukadder sonlarına biraz daha yaklaşmakta, çöküşlerini hızlandırmaktadırlar. Aslına bakarsanız belirlenmiş sınırlar içinde barış içinde yaşamak Siyonistlerin işine de gelmemektedir. Kanla besleniyorlar. Barış onların varlıklarını çürütüyor.  Savaş çıkarmak mecburiyetindeler. Bu mecburiyet onların varlıklarını tehdit etmektedir, etmeye devam edecektir. Bir şekilde ele geçirip yönlendirdikleri dünya medyasının yalan yanlış yayınlarının tersine ve üstelik olanca silah üstünlüklerine rağmen İsrail ve ABD Lübnan’da askeri  anlamda da ağır bir yenilgi almıştır. Hizbullah savaşçıları cephede İsrail’in belini kırmıştır. Şehirleri bombalayarak masum sivilleri cezalandırmak Müslümanları yıldırmak için iğrenç ve alçakça bir taktiktir. Bununla ayrıca cephedeki ağır yenilgilerini gözden kaçırmak istediler. Olmadı, yapamadılar. Bu son savaş Siyonizm ve ABD efsanesinin bir kez daha ve bariz olarak çöküş sürecini gözler önüne sermiştir. Bu kesin çöküşün trajik başlangıcıdır. Başaramayacaklar. Yakında görecekler. Yüreğimizde yanan ateşin onların füzeleriyle oluşan yangından daha etkili ve kuvvetli olduğunu. Dün Bosna’da, Afganistan’da, bugün Irak’ta, Lübnan’da insanların başlarına yıkılan evlerin beton enkazı altında boynunda emziği ile küle ve taşa dönüşmüş masum bebelerin hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün hesabı sorulduğu zaman anlayacaklar. Şimdi tanıklık ediyoruz. Tanık olsun tüm tanıklık etme şanında ve makamında olanlar. Tanık olsun dünya ve tanık olsun zaman.     

Doğrusunu isterseniz benim tanıklığımın fazlasıyla vazgeçilmez olacağı bir tarihin olup olmadığı noktasında rahat konuşamıyorum. Bunun birçok sebebi var elbette. Öncelikle global ölçekte yaşanan akıl ve vicdan tutulmasına rağmen başta yazılı ve görsel medyada, siyasiler ve aydınlar arasında mazlumların sesi olmayı sürdürmeyi başaran insanların az da olsa var olmaları önemlidir. Biz de hakikati güvenilir bulduğumuz bu kişi ve kanallar aracılığıyla izliyor değil miyiz? Bu kişiler yazıları, yorumlarıyla; akıllara ziyan numara, mizansen ve zihin saptırmalarla üzerleri örtülen gerçekleri açığa çıkarmaya çalışıyorlar. O nedenle bu konuda benim notumun fazlaca bir önemi olmayacaktır. Bizimkisi çığlık atmaktan ibarettir. Yalnızlığın ve kimsesizliğin göğünde yitip gittiğini sandığımız o sessiz çığlıklar birleşe çoğala sonunda zalimlerin tepesine kahredici yıldırımlar gibi düşecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Feryat etmek, çığlık atmak bile var oluşun bilinçli ve kendiliğinden kanıtı, kıpırtısıdır. Zaten en büyük meselemiz de asla başkalarının yok oluşu değil ve fakat kendi var oluşumuzdur. Başkalarının yok oluşuyla kazanılan varlığın ne kadar değeri vardır? Ama gerçek var oluşla başkalarını yok olmaktan kurtarmak sadece soylu insanın ödevi değil ayrıca bir medeniyetin de insani temelleridir. Ölüyoruz belki ama bir yeni medeniyeti de ölümümüzle diriltiyoruz. Vurulup düştüğümüz yerlere birer insanlık tohumu gibi serpildiğimizi hissediyorum. Bu mümbit ölüm tarlalarında yakında olanca bereketiyle yeni bir insanlık yeşerecek. Şahadetle giden bir ölüm bin dirilişle gelecek. Bu topraklar yeniden ruhumuzu, yüreğimizi göğerecek. Aşk yeşerecek bağlarımızda. Gönül, bilgi, hikmet, inanç yeniden yeşerecek. Bu kavga bu kıyamet aşksızlıktan, inançsızlıktan kaynaklanıyor asıl.

 

Zaman karşısında ve zaman içinde insan birbirinden farklı değişik pozisyonlar almıştır. Zamanın akışına uymaktan zamana bir akış kazandırma çabasına kadar değişik tutumları içerir bu pozisyonlar. Aslına bakarsanız anlam, akıl, zihin ve düşünme gibi insani etki/nlik/leri zamanla doğrudan ya da dolaysız kurulan ilişkilerden yalıtarak kavramak neredeyse imkânsızdır. Farkında olalım olmayalım aklımız, düşünme tarzımız, anlamımız ve anlama biçimimiz yaşadığımız veya tarihsel şuur ve birikim bakımından bilincine vardığımız zamanla, zamanlarla ilgilidir. Bu bağlamda anlam, anlama, anlaşma gibi kavramların doğrudan an’la ilgili oluşu yaklaşımımıza somut bir örneklik teşkil etmesi bakımından ilginçtir. Buradaki ‘an’ dar anlamıyla en küçük zaman birimi olmasından ayrı olarak ‘yaşam, algı ve düşünce’ ile alakalıdır. Yani bir yandan soyut yoğunluğumuzu zaman etkiliyorsa diğer yandan da aynı soyut mahiyet zamanı yani zamanın mantığını, mantalitesini oluşturmaktadır. Şimdi zamanın mı bizi yoksa bizim mi zamanı değiştirdiğimiz sorusuna daha serinkanlı cevaplar bulacağız sanırım. Kültürlü varlık olarak insan için her iki değişken durum da yanlış değildir. Kültür ve bilinç bir yönüyle insanın zaman ve mekânla kurduğu ilişkilerle oluşan ve bu ilişkiler kesintiye uğramadığı taktirde sürekli çoğalarak yenilenen edinimler, değerler toplamıdır. Tarihin yaşamları ve değerleri değiştirici yönüyle olgusal niteliğini biraz böyle anlıyorum. İnsanın tarihin öznesi olduğu, zamanla değiştiği ve sonrasında da değiştirdiği doğrudur. Bu açıdan bakıldığında tarih insanın kendini ve çevresini değiştirme sürecinden başkası değildir. Öyleyse değişen ve değiştiren insanın tanıklığı, olup bitenlere sadece seyirci kalmak dışında daha etkili ve müdahil olma anlamı içeriyor. Zamana etki etmek ve tarihe müdahale etmek!.. İşte burası işlerin iyice sarpa sardığı noktadır. Tam da bu noktada ben değindiğimin dışında başka bir gerçeğe işaret etmek istiyorum. O da bizim tarihe tanıklığımız kadar tarihin de bize tanıklığının önemidir. Olguların ve olgusal düşünmenin en doğal zihinsel sonucudur bu. Kimse tarihten daha güçlü değildir ve tarih herkesten daha güçlüdür. Siz görmeseniz de, duymasanız da onun değişmez yasası, paradigmaları, ideolojileri aşan anlayışı derin dip akıntılar gibi alttan alta yürür. Tüm kurgularınızın, düzen ve düzeneklerinizin sonucunu devşirecekken bakarsınız ki o dip akıntılar denizle...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar
« Posted on: 23 Nisan 2024, 16:38:08 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar rüya tabiri,Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar mekke canlı, Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar kabe canlı yayın, Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar Üç boyutlu kuran oku Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar kuran ı kerim, Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar peygamber kıssaları,Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklar ilitam ders soruları, Yalnızlığın göğünde çoğalır ıssız çığlıklarönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes