๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Mayıs 2010, 12:54:32



Konu Başlığı: Yağmur damlasının seyahati
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Mayıs 2010, 12:54:32
Yağmur Damlasının Seyahati


(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/372/4.jpg)



Ben bir yağmur damlasıyım. Havalar hızla ısınıyor. Fakat yuvamız olan bulutlar hâlâ nemli ve serin. Benim gibi sayısız su damlacıkları yeryüzünden, deniz ve göllerden, bitkilerden canlı-cansız birçok varlıktan buharlaşarak buralara kadar geliyor. Birazdan müthiş bir gürültü kopacak. Farklı elektrikle, farklı basınçla, hattâ çöl rüzgârları ile gelen demir vb. moleküllerle yüklü dağlar cesametinde bulutların çarpışması başlıyor. Şimşek parıltıları her yeri aydınlatıyor. Gök gürlemeleri büyük bir azametle yeryüzünü inletiyor. Aman dikkat! Yoğun elektrik akımı, yıldırım hâlinde üstünüze düşebilir. Sivri uçlu nesnelerden ve elektrik yüklü cihazlardan uzak durun veya bu cihazları uygun pozisyonda tutun ki zarar görmeyesiniz. İşte su moleküllerimin yoğunlaşması başladı! Artık yağmur damlaları hâlinde yeryüzüne doğru belirlenmiş bir hızla iniyorum. Rabb'imin izniyle başladığım bu seyahate sizler 'rahmet' diyorsunuz.

Korkmayın; hızım ve iki hidrojen ve bir oksijenden ibaret moleküler yapım öyle takdir edilmiş ki, diğer damlacık kardeşlerimle birleşip, büyüyüp, hızımızı artırıp kafalarınıza tonlarca ağırlıkta olan kayalar gibi düşmeyiz. Hava sürtünmesi, hidrojen ve oksijen elektron bağları, itme-çekme dengeleri ile rahmet olup tatlı bir şıpırtı ile yeryüzüne ineriz.

Her damlamızla mânevî âlemde kendimize ait tesbihat ve takdisatı yaparız. Melek kardeşlerimizin eşliğinde, ruh ve mânâ ile Vâcibü'l-Vücud'un sanatlarını alkışlayarak yeryüzünün her tarafına takdir edilen miktar kadar ineriz. Benim nasibimde güzel bir bahçe görünüyor. Bahçeyi giderek daha net görüyorum. Burası çevresinde kavak ağaçları olan bir kiraz bahçesi... Rüzgârın da tesiriyle hızla kiraz ağaçlarının tepelerine doğru yaklaşıyorum. Bir kiraz ağacının üst dallarına çarparak yaprak, meyve ve gövdeden süzülerek toprağa düşüyorum. Toprak çok sıcak ve kuru... Hemen bir yarıktan aşağı çekiliyorum. Burası karanlık ve sırlı bir yer. Toprağın içi çok yoğun bir şekilde kalın ve ince köklerle sarılmış. Köklerden biri vakum gibi beni içine çekiyor. Çok keyifleniyorum. Bu alâkayı defalarca yaşadım. Yeni ve keyifli bir yolculuk daha başlıyor. Emici köklerin epidermisini döşeyen tüycüklerin sitoplâzmasından, parankima su kanalcıklarına, oradan da trake su borularına davet ediliyorum. Hepsi de maşallah çok misafirperver. "Gelmem" dememi falan dinlemiyorlar; osmoz denen molekül yoğunluğu farkına dayanan özel bir taşıma yoluyla, o da olmadı enerji kullanarak (aktif taşımayla), bizi zorla içeri çekiyorlar.

Bitkilerin kök hücreleri, fazla oranda çözünmüş besin maddesi depoladığından, osmotik su çekim güçleri artıyor. Ben de kendimi göz açıp kapayıncaya kadar bu moleküllerin yanında buluyorum. Buradan su kanallarının çağladığı iletim demetlerine, oradan da yukarı doğru, diğer su molekülü arkadaşlarımla birlikte çıkmaya başlıyoruz. Yer çekimine inat ben bitkinin gövdesinden yapraklarına doğru yükseliyorum. Yükselmek enteresan ve keyifli bir durum. Moleküler yapımdaki hidrojen atomlarımın kohezyon çekimleri ve su borularının (ksilem) adhezyon çekimleri, yukarıya doğru çıkışımı kolaylaştırıyor. Her şeyi en güzel biçimde yaratan Sonsuz Kudret Sahibi Büyük Sanatçı'nın kâinatta cereyan eden kanunları, ne büyük hikmetlerle dolu. Fesuphanallah... Bu çekim kuvveti sâyesinde ağacın boyu ne kadar uzun da olsa en tepe noktalarına kadar yükselirim. Bu güçlü çekim gücü, benim 80–100 m. kadar zirvelere ulaşmamı sağlar. Sekoya gibi dev ağaçların bile bize olan ihtiyacı böylelikle kolayca ve süratlice giderilmektedir. Yüce Mevlâm; su, iyon, mineral taşıyabilmek için özelleştirilmiş hücrelerin üst üste dizilmesiyle meydana gelen sütunun enine bölmelerini tamamen eriterek, bizim için kılcal su kanallarına dönüştürmüştür. Cansız olan su iletim demetlerinin şekilleri, merdiven biçiminde, düz, sütun gibi veya helezonik olabilir. İletim demetlerinin etrafında destek olması için, iletim ve depo ksilem parankiması ve destekçi ksilem sklerankiması adı verilen yardımcı doku hücreleri de bulunur. Muhteşem bir matematik ve fizik hesaplarıyla ayarlanmış olan iletim demetlerinin mimarisi, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Sanatkâr'ın muhteşem sanatını göstermez mi? Bunun güzelliğini tefekkür ederek, yanımdaki mineral kardeşlerimle beraber yükseliyoruz.

Yukarıya doğru çıktıkça yeni yollar ve ayrımlar görüyorum. Hücre zarlarındaki elektrik yüklü iyonlardan, sodyum-potasyum ve klorun arasındaki harika pompalama fonksiyonlarının da yardımı ile, madde alış-verişleri gerçekleşir. Bazı su damlası kardeşlerim yapraklardaki stoma, lentisel ve hidadot denilen terleme kanallarından dışarı atılarak, ısı dengesinin korunmasında kullanılır. Bir kısmımız hücre zarı, organel veya doku teşekküllerinde yapıcı-onarıcı olarak, bazılarımız da, düzenleyici olarak enzimatik reaksiyonlarda kullanılırlar. Kimileri ise, taşıyıcılıkta ve madde çözünürlüğü işlemlerinde rol oynarlar.

Milyonlarca yıldır canlı-cansız bütün varlıklar, dağlardan, pınarlardan, derelerden ve göklerden hazine-i rahmetle gönderilen biz su moleküllerini kullanır. İşte ben de, bir dal ayrımından geçerken yemyeşil bir odaya alındım. Bu oda çok güzel süslenmiş bir saray gibi... Anladım ki birazdan kirazın yaprak hücreleri içinde işlenecek, "hamdım, piştim ve oldum elhamdülillah" sürecinden geçeceğim. Önce bir hücrenin içine davet edildim; sonra protoplastit, derken lökoplast isimli fabrikalarda buldum kendimi. Işık vurdukça bağrımıza, bazı moleküllerin yeşillendiğine şahit oldum. Klorofil denen bu moleküller ışık aldıkça, elektron taşıma sistemi reaksiyonları ile ATP enerjisi üretmekte ve benim yeni formlara dönüşmeme yardımcı olmaktadır. Burası öyle bir sanayi sektörü ki sormayın! Plâstitler çalıştıkça, madalya almış kumandanlar gibi bir üst göreve terfi ediyorlar. Önce lökoplast, sonra kloroplast ve en sonunda rengârenk kromoplast hâline geliyorlar. Olan bana oluyor tâbi, bu kadar değişim bazen başımı döndürüyor. Nereden nerelere diyorum ve bu da geçer ya Hû diyorum. Gerçekten de öyle oluyor. Fotosentez reaksiyonları ile karbondioksit denen solunum artığı bir kardeşimle birleşerek tatlı bir molekül olan glikoza dönüşüyoruz.

Bitkiler, nasıl oluyor da çamurlu suyun içinden gerekli molekülleri seçerek tertemiz, muhtelif tat, koku ve renklerde gıda maddelerini üretebiliyor? Farklı molekül ve mineralleri uygun dozda, tam zamanında işleyip, süzüp temizlemek için mikro fabrikalar kurup işleten her şeyi hikmetle yapan Sanatkâr'dan başka kim olabilir? Değişik nakışlarla paketlenmiş hediyeler hâlinde elma, karpuz, portakal, muz, hurma, Hindistan cevizi gibi nimetleri sofranıza gönderen Rahmeti Sonsuz'a ne kadar şükretseniz az değil mi?

Ben tam bu düşünceler içindeyken, moleküllerimin ışık ile parçalanması (fotolizi) neticesinde bir parçam oksijen olarak atmosfere veriliyor. Diğer parçam ise, parankima hücrelerindeki fabrikalarda birçok gıdanın başlangıç noktası olan tatlı glikoza dönüşüyor. Daha sonra bu temel molekül, bazı bitkilerin özel fabrikalarında yağ, bazılarında protein, bazılarında nişasta olarak sentezlenerek depolanır.

Yolculuk, meyve sapındaki kalburlu borularda (floem) yeni bir güzergâhta devam eder. Delik deşik fakat canlı olan bu kalburlu borularda hızımız da oldukça yavaşlar. Sentezlenen organik maddeler, kalburlu hücrelerden aktif taşıma ve sıvı basıncı ile çift yönlü taşınarak ihtiyacı olan dokulara iletilir.

Glikoz molekülü olarak yapraklardan, kalburlu borulara, oradan da kırmızı kiraz meyvesinin içine taşınıyorum. Bir de ne göreyim! Bir insanın parmakları uzanmış ve beni sıkarak koparıyor! Bahçe sahibinin küçük ve şirin torunu; dolgun, güzel, kıpkırmızı kirazın içinde beni de bir hamlede midesine gönderiyor. Minik kızın vücudunda sırasıyla sindirim faaliyetlerinden geçirilip bağırsaklarda emiliyor ve nihayet kan dolaşımı ile beni bekleyen ihtiyaç sahibi hücrelere sevk ediliyorum. Hücre solunum metabolizmasında ATP ve ısı enerjisi üretimlerinde işleniyoruz. Bir solunum reaksiyonunda artık glikoz yapım bozuluyor ve karbondioksit molekülü ile nihayet yollarımız ayrılıyor. Bazı moleküllerim gözyaşı, ter ve muhtelif salgılar şeklinde vücut dışına atılıyor. Bazılarımız minik kızın bedeninde yapıcı-onarıcı sentez reaksiyonlarıyla insan mertebesine yükseltiliyor. Ben de buhar hâlinde akciğer ve burun kanallarından süzülerek atmosfere geri dönüyorum. Hızla esen bir rüzgâr beni çok yükseklere savuruyor. Bir sonraki yolculuğum, turkuaz mavisi büyük bir okyanus mu, yoksa yine rengârenk bir bahçe mi veya kurumuş bir toprak parçasının yanmış dudakları mı bilemiyorum. Benim için, sevk-i İlahî'nin bin bir hikmetiyle dolu, gökyüzünün dev bulutlarına doğru, uzun ve maceralı bir seyahat yeniden başlıyor.



Ali Uğuz