๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 14:38:29



Konu Başlığı: Uzlaşma
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 14:38:29





uzlaşma-Uz görüşlü olmak-

Siyasal, kültürel etkileriyle ‘uzlaşma’ kavramı, son yaşananlarla ilişkilendirilerek sıcak gündemin ortasına yerleşti. Belki, “kimi çevrelerce gündeme yerleştirilmeye çalışıldı” dense,  gelişmelerin akışına daha uygun ifadelendirilmiş olacak. Kendi bağlamına uygun bir çerçeve içinde kalınamadığından konuyu suhulet içinde ele alamadık. Bu yazı kitabın orta yerinden katılarak da olsa tartışmaya bir iki cümlecik katkıyı amaçlamaktadır.
 
Politik aktüalitenin gerçekliğinden haberdar olmayanlar, tartışmanın ilk elden haklı taleplerin karşılanmadığı sebebiyle başlamış olabileceği sanısına kapılabilirler. Benzeri düşünceler aklıma her düştüğünde içimi burkan yalın bir tespiti paylaşarak başlamak istiyorum: Toplumun kendi katları arasında değil ama devletle toplum arasında sahici, samimi açılımıyla uzlaşma söz konusu edilmemiştir ne yazık ki. Bunu konu bile etmeyiş/edemeyiş her kesime, her kademeye yayılmış barış ve anlayış ortamının sağlanması sebebiyle değil, uluslaşma projesi kapsamında farklı içerik ve ifade biçimlerine imkân tanımayan paradigma sebebiyledir. Tek tipçi yapı, ısrarla her türlü farklılığın milli bünyeyi zaafa uğratacağı yanılgısını sürdürdü. Kendi haline bırakıldığında konuşarak anlaşan toplum, zaman zaman güçle tedip edilerek uslandırılan kitleye dönüştürüldü. Dayatmaların baskısı altında gerilimler yaşanırken görece sessizliğe bakılarak uzlaşma ve ortak akla gerek duyulmuyordu. Gerek duyulmuyordu çünkü toplumsal talepler peşinen üstün, ayrıcalıklı sayılan egemen irade katında pek fazla da kıymete haiz bulunmuyordu. 
 
Ve yine sanılır ki bu toplum uzun bir dönem batıdaki yüz yıl, otuz yıl savaşlarına benzer çatışmalar yaşamıştır da artık bu durum dayanılmaz bir sınıra gelip dayandığı için uzlaşma tarihsel, yaşamsal bir zaruret olarak hissedilmektedir. Bu sanı insanımızın birebir ilişkisine değil ama halkla devlet arasında bir anlamda buğza, mesafeli duruşa bakılırsa hepten yanlış da değildir. (Bizde batıda yaşandığı şekliyle ne kültürel ne sınıfsal çatışma olmuştur.) Kimi akıldışı itilişlerle, normal gidişatın dışına histerik savrulmaları saymazsak, genelde toplumsal çatışma neredeyse yok denecek oranda az görüldüğünden konjonktürel uzlaşmaya neredeyse gerek bile duyulmamıştır. Tabir yerindeyse resmi ilkelerle formatlanmış bir hayat içinde barış aramak yerine, hayat içinde kendiliğinden formatlanmış bir barışı yaşamışızdır. Bizler varlık alanımızı başkasının varlık alanını daraltarak genişletme haksız anlayışına sahip olmadığımızdan; maliye, mahkeme veya sendikacılıkta görülen biçimiyle bir uzlaşma arayışı içinde olmamışızdır. Yeryüzü herkese yetecek kadar geniştir. Yüreğimizde her bir komşumuza, yakınımıza en nihayet milletimizin bütün fertlerine; şu ya da bu düşüncedendir diye ayırmadan, dışlamadan ülkemizin tek tek bütün güzel insanlarına yetecek kadar sevgi harmanlanır. Üstelik paylaştıkça çoğalan bir sevgi çağlayanıdır gönlümüz. Avrupa’da hızla akan süreç sınıfsal ayrışmayı derinleştiriyor, toplumda sadece değerler değil bundan da önemlisi değer algıları değişiyordu. Bir kavram olarak bu aşamaların kaçınılmaz barışcıl sonucunu ifade eden uzlaşmanın bizde batıdakine benzer sosyolojik zeminini bulamayışı benzer tecrübemizin olmayışındandır. Farklı düşünce, inanç ve yaşama biçimlerine gelince; bu ilahi çeşitlilik varlığımızı tehdit eden derin aykırılıklar olarak algılanmamalıdır. Her toplum kendi gerçekliği içinde kavranmalıdır. Kendi kültür ve medeniyet iklimimizde kimse kimliği ve kişiliği sebebiyle baskıya maruz bırakılmamıştır. İnsan mozaiğimiz yaşamın zenginleştirici motif ve çizgileri olarak değerlendirilmiştir. Toplumsal yapımızı hoşgörü temelinde kurduğumuz, yani birimizin diğerinin varlığı için teminat olduğu dönemler kültür ve medeniyet katına büyük sıçrayışlar yaptık.           

Uzlaşma varoluşun
diyalektik gerekliliği olmalıdır. Yaşamak, var kalmak bir bakıma uzlaşmakla mümkündür. Uzlaşma tarihsel, varoluşsal bir zorunluluktur. “Ancak benim istediğim koşullarda, benim istediğim ilkeleri kabul etmen halinde uzlaşmamız mümkün olur, aksi durumda çatışma çıkar” diyorsanız diyalog zeminini baştan daraltıyorsunuz demektir. En temel insan haklarına ve özgürlüklere itibar etmeyen bir tavırla kendi kabullerinizi dayatmanın adına ‘uzlaşma’ diyemezsiniz. Karşılıklı düşünce ve yaşam biçimlerinden vazgeçmek ise uzlaşma değil yozlaşmadır. Oysa uzlaşmanın kişiliği ve kimliği bastırıcı değil tersine farklı tutumları geliştirici etkisi olmalıdır. Sonra yaşam içinde zaten sürekli var olan uzlaşma doğru gözlenirse, doğal işleyişi içinde bu olgunun kaygı ve arzularımızla örtüşmeyen içerik ve alanlara tekabül ettiği kavranacaktır. Uzlaşma ortak akıl ve ortak yaşam içinde olur. Yaşam ve akıl hiçbir ideolojinin keskin hatlarıyla daraltılmayacak ölçüde geniştir; herkesi sarar, içine alır. Her türlü insani etki/nlik kendini hayat içinde test eder. Farklı yaklaşımların hayatın tam orta yerinde buluşurken açığa çıkan yansımaları, ister sürtüşme ister uyuşma şeklinde olsun, olanlar olması gerekenlerdir. Bu anlamda hep olması gerekenler olur. Hayatın içinde keşfederiz kendimizi. Bu, öznelliğimizi yadsımak veya önemsiz görmek anlamına gelmez. Daha ileri giderek duygu, benlik, bilinç, akıl, değerler dediğimiz soyut yanlarımızla ilgili hususiyetlerimizin hemen hepsi yaşadığımız hayatla doğrudan ilişkilerin bileşenleriyle oluşur, gelişirler. Farklı katlardaki akıllar da, farklı algı katmanlarımız da içinde var olduğumuz dünyadan etkiler taşır. Sonunda birbirimize olan benzerliklerimizi veya aykırılıklarımızı anlarız. Anlarız ve ayıklarız, ayıklanırız. Anlarız ve bütünleriz, bütünleşiriz. Zenginliğimizi, yoksul yanlarımızı, eksiklerimizi, fazlalıklarımızı görürüz.  Demek ki hayata katarak katılmak ve hayatı kendi dünyamıza katmaktır önemli olan. Uzlaşma da çatışma da bu gerçeklikte ortaya çıktığı zaman sahici karşılıklarıyla vardır, anlamlıdır. Yani aslında ne kadar yapay aşırılıkların, yapay aykırılıkların insanı olursanız olun hayatla yüzleştiğinizde törpüleniyorsunuz. Hayat sizi usta bir heykeltıraş gibi yontuyor; hakikatte asılsız olanı, zamanı geldiğinde bir kalemde siliyor. Korkular, vehimler yaşamı uzun süreli denetiminde tutamıyor. Ama yaşam hissedilen - hissedilmeyen etkisiyle her şeye siniyor, sirayet ediyor. O nedenle yapay olmayan uzlaşmalar ortak akılla yani yaşamın önümüze koyduğu karşısında seçeneksiz kaldığımız zaruretlerle oluşuyor. Sözünü ettiğimiz zaruret ve realiteleri göz ardı ederek insanların dünyasını biçimlendirmeye kalkışanlar sonunda fena halde yenik düşüyorlar.

 

Ancak son zamanlarda belli bir kesimin ihtiyaca binaen(!) ısrarla gündemde tutmaya çalıştığı uzlaşma kavramı bu anlam ve açılımı ile yaşamın tam ortasında var olan ortak kabullere denk düşmüyor. O zaman bu tartışma niçin ve nereden çıkmaktadır? Doğrusu, evet bu gündem yapaydır. Stratejik bir hamle ile kimilerinin çıkarına hizmet etme amacına dönük olduğu için yapaydır. Kendilerini bu toplumdan ayrı, üstün ve dokunulmaz görme azmanlığı içinde olanların ideolojik ısrarları onları tarihin, kültürün ve yaşamın dışına ötelemesine rağmen, efendiliklerini ne yazık ki hala millete efelenerek sürdürmek istiyorlar. Bu efendiler kimin ne düşüneceğini, neye ve hangi değerlere inanıp inanmayacağını hatta nasıl giyinip giyinemeyeceğini belirleme hakkını kendinde bulacak ölçüsüzlükle hastalıklı kişiliğin temsilcileri olmuşlardır. Varsa, bu açıdan bir çatışma vardır: Bu çıkar öbeklerinin halk iradesini kuşatmak maksadıyla ihdas ve işgal ettikleri kurumlar halkın temel insani hak ve tercihleriyle çatışmaktadır.

 

Gündeme geliş tarzı ve içeriğiyle bu tartışmanın merkezinde, bilinen ortak değer ve yaşam algısının olmayışı tuhaf bir çelişki değildir.  İster düşünsel ister duygusal olsun hemen her dönemde insanına yabancı kalmış bu kesimin şimdiye değin uzlaşmayı ağızlarına almayışlarının en önemli sebebi sadece değerler çatışması da değildir. Hiçbir surette müdahale edilmeyen toplumsal işleyiş uzlaşmaya gerek bırakmayacak tarzda düzgün ve uyumlu mu sürüyordu? Hayır. İnsanlarıyla sorunsuz ideal bir yönetişim mi gerçekleştirdik? Değil. Öyleyse bundan önce azımsanmayacak tarihsel periyot içinde uzlaşmayı göz ardı ederek veya önemsemeyerek yaşadığımızı itiraf mı ediyoruz? Kendisi dışındaki söylemlere pek fırsat tanımayan yapının yoğun etkisi hala sürdüğüne göre son seçeneğin doğruluğu ortadadır. İnsan hakları ve daha fazla demokrasi anlayışına dayanan yeni siyasal yapılanmanın pratik etkileri kimi kişi ve kesimlerin maddeten fazlasıyla nemalandığı saltanat alanlarını daraltmakta, küçük prensliklerini sarsmaktadır. Menfaatleri ancak mevcut yapıyla iç içe girmiş devlet örgütlenmesine bağlı olanlar elden kaçmak üzere olan imtiyazlarını yitirmemek için uzlaşma söyleminin arkasına sığınıyorlar. Bizi bu yargıya iten açık sebep onların önerilerini halk iradesine ve halkın değerler dizgesine dayanarak yapmadıkları yüzündendir. Daha açık bir söyleyişle halka rağmen, halka karşı elde ettikleri imtiyazları kaybetme açık ihtimalini rejim tehlikesine dönüştürerek sanki bir çatışma varmış gibi kurnazca bir oyun kurulmaktadır. Yoksa malum kesimin şimdiye değin akılları kıyısına bile iliştirmezken birdenbire her olur olmaz zeminde bu kavramı gündeme getirmelerinin anlamı nedir?

 

Eğer bugün bir uzlaşma arayışından ve gereğinden bahsediliyorsa; yıllar boyu yönetsel etkisi zayıflatılmış halkın yeni(den) güç ve ağırlık merkezi olmasındandır. Millet adına hayret-i mucip imrenmeyle gözlenen bir vakadır bu. Bu direnç hangi birikim ve donanıma dayanmaktadır; şaşmamak, merak etmemek mümkün değildir.

 

Halkın batılı değerleri dayatıldığı biçimselliğiyle benimsemiş olmaması geleneksel mirasın yenilenerek içselleştirilmesi sebebiyle değildir.  Seçkinci elitin inandırıcı olamayışına ilaveten halkı küçümseyen tutumları doku uyuşmazlığını artıran en önemli faktör olmuştur. Zoraki dönüştürme proğramları karşısında geleneksel yapı; son derece masum ve insani varolma refleksiyle özdeşince,  yaptırımlar karşısında umulanın çok ötesinde dayanma gücü oluştu. Entelektüel yenilenme tatmin edici yoğunlukta olmaksızın bile; insanımız gelenek damarını canlı tutmakla, empoze edilen değerler karşısında varlığını, olabildiğince az hasar görerek sürdürebildi. Şimdi iyi kötü entelektüel ve siyasal anlamda yeniden yapılanmanın başlaması ile birlikte, batılı değerleri süzekten geçirme hatta kendine ait kılarak benimseme eğilimine girildiği gözlenmektedir. Sırtını kurumlara yaslayarak milletle sürtüşme yolunu seçenler değer üretememekle kalmayıp, ithal değerleri bile samimi içselleştirmeyle kültürel bünyemize uyumlu bir kazanıma dönüştüremediler.

 

Değişim yanlısı, öngörülü birçok insanın bile zihinsel formu yeni durumları algılamada yeterli çabukluğu göstermeye hazır değildir. Anlama,  kavrama düzeyinde mütereddit bir ruh ve zihin hali yaşanabilir. Çokluk yeni olaylarla daha bariz fark edilen yeni olguları değiştirme gücünü kendimizde bulamadığımızdan müthiş aklileştirmelerle algı formlarımızı ve kodlarımızı değiştiririz. Yaşamın duruşumuzu ve duyuşumuzu değiştiriyor oluşu en az yaşamı düşüncelerimizle ve duruşumuzla değiştiriyor olduğumuz kadar gerçektir. Belki uzlaşma işte bu içli dışlı etkilenimi içinde birbirlerini var ve sürekli kılan iki realite arasında ortaya çıkar. Tüm insan etki ve edimlerini kapsayacak ton ve genişlikte yaşamın tam orta yerinden çıkan; bir yönüyle yaşamın zorunlu pratiklerini diğer yandan bütün bir algı dünyamızı ilgilendiren, etkileyen ve değiştiren kendine özgü uzam… Aklımız, duygumuz, değerlerimiz büyük ölçüde bu uzam ikliminde biçimleniyor, gelişiyor veya geriliyor.

 

Belki baştan sorulması gereken, ama bir yönüyle de bunca laftan sonra sorulduğunda verilecek cevabın anlam alanını daha belirginleştirerek genişleten o basit sorumuzu düşünebiliriz. (Bundan sonrası çok önemli bir dipnot gibi de okunabilir) Uzlaşma nedir? Kelimenin anlamsal çözümlenmesi yapıldığında bakış açımızla birlikte aktüel hengâmeden ayrı bir bağlamda kimi değerlendirme tarzımız da değişebilir. Uzlaşma kavramı isim kökü olan ‘uz’ dan türer. Buradaki ‘uz’ ‘az gittik uz gittik’ tekerlemesindeki karşılığıyla uzaklık bildirir. ‘Uzak’ ‘uzam’ ‘uzan’ gibi kelimeler aynı kökten türer ve hemen hepsi de ‘mesafe’ ile ‘uzaklık’ ile bağlantılı anlamlar yüklenir. ‘Uzlaşma’ örneğinde olduğu gibi kelime siyaset, kültür, sosyoloji gibi farklı bağlamlarda yeni anlamlar kazanarak kavramlaşır. İlk anlamıyla irtibatlı olarak kullanımına göre derin ve geniş bakış, uzun görüş içerir. Pratik bağlantılarıyla akıl, bilgi ifade eden anlamlar kazanır.   Mesela son yıllarda dilimize daha çok yerleşen ‘uzman’ kelimesi ile birlikte TDK’nın sözlüğünde kelimeye verilen ‘iyi, güzel’ gibi sıfat anlamları yanında bilmek, derinlemesine anlamak gibi anlamlarda kullanımı gündelik konuşmamıza iyice yerleşmiştir. Uzman konusunu en iyi bilendir. ‘Uzlaşma’ da aynı kökten ‘lâ’ isimden fiil yapan ve ‘ş’ işteşlik ifade eden çatı ekiyle birlikte yakın anlamlar kazanır ve ‘duruşma’ ‘yüzleşme’ ‘yozlaşma’ ‘anlaşma’ ‘sözleşme’ kelimelerinde olduğu gibi, bir şeyin en az iki kişi tarafından yapıldığını bildirir. Uzman uz görülü insandır. Buradaki uz doğallıkla bir devinim kazanarak düşünsel ve bilgi anlamında uzak, derin görüş anlamlarını veriyor olmalıdır. Öncelikle mesafe (uzaklık) ile ilgisi bakımından ‘uzlaşma’ tarafların kendilerini etkileyen koşullarda uzak görüş sahibi olmaları, paradoksal bir yaklaşımla birbirlerinden uzak kalanların karşılıklı yaklaşması anlamlarına gelir. Paradoksal bir metafor olarak burada adeta uzaklaştıkça yakınlaşan, yakınlaştıkça uzaklaşan bir durum söz konusudur. Sahici, tutarlı kavrayışlar için çoğu zaman uzun metrajlı bakış yani ‘uzgörü’ gerekir. Uz görülü olmak ilk anlamıyla ufuk sahibi olmak, dar düşünceli olmamaktır. Uzlaşmak hadiselere uzgörüyle, uzak görüşlülükle bakmayı gerektirir. Bu çok önemli ayrıntıyı belki ‘basiret’ kelimesi daha iyi karşılıyordu. Ayrıca dilimizin kendine özgü tabiatında ‘leşme’ ‘laşma’ ekleri ‘değişim, dönüşüm’ anlamları da içerir. Mesela ‘gelişme’ veya ‘buzlaşma’ bu tarz değişimleri ifade etmez mi? Uzlaşma kavramının böyle bir tarafı da olmalıdır diye düşünüyorum. Bu değerlendirme yanlış değilse uza nasıl ulaşacak veya uza nasıl dönüşeceğiz?

Sonuç itibariyle uzlaşma karşılıklı uz sahibi olmaksa, bu nasıl ve neyle mümkündür? Veya nasıl ve neyle mümkün değildir?

Uzlaşmak zamanın ve bizi çevreleyen koşulların hakikatine varma imkânını genişleten ortak kavrayış sağlar/sağlamalıdır.

Uzlaşmak mecburiyetindeyiz.

Uzlaşmak uzgörü ile mümkün olacaktır.

Uzgörülü olmak tarihsel, kültürel derinliğimize doğru az gidip uz gitmekle ilgili değil midir? O birikimlere uzak düşmekle uzlaşma sağlamanın imkânı var mıdır? Bu sorularla yoksa konu yeni bir salınım mı kazanıyor? Doğrusunu isterseniz ben de tam bu salınımı sağlamak istedim.



Necmettin EVCİ