๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Eylül 2010, 13:12:14



Konu Başlığı: Soylu agacim
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Eylül 2010, 13:12:14
SOYLU AĞACIM

Belli belirsizdi, gördüm.

                Bir onlar vardı bir de ben.

                Siyah cüppeli, uzun adamlardı.

                Telaşsız ama hızlıca buyurup

                Gittiler.

                 

                Bir fısıltıydı, duydum.

                Anlamını bilmediğim kelimeler içinden

                Bildiklerime tutunarak ilerledim.

                Karanlıktı biraz ve epey tenha, yola

                Tek başıma çıktım.

               

                İlkin kalpakları göründü

                Sonra baştan ayağa tüm bedenleri

                Çokça yabancı ama

                Bir o kadar da benimdiler,

                Bildim.

               

Epey zaman önce denizin karşı yakasında kök salmış. Bereketli topraklar üzerinde büyüyüp serpilmiş. Öyle göz alıcı öyle güçlüymüş ki dünya üzerinde adını duymayan kalmamış. Güzelliği de başına dert olmuş, gücü kuvveti de. Savaşlar görmüş yağmalara uğramış. Her seferinde bir dalı daha koparıp atılmış. Kökleri toprağa sımsıkı tutunuyor olsa da kesilen her dal düşen her yaprak onu zayıflatmış. Gelenler, başka başka ağaçlar dikmişler etrafına. Geriye kalan birkaç dal, o dallara tutunmaya çalışan üç beş yaprak artık güneşi göremez olmuş.

               

                Kendi yurdundan sürüldü, düşledim.

                Belki güçlü bir rüzgâra bıraktı gövdesini,

                Belki at üstündeki bir savaşçının terkisine.

                Deniz geçti, uzun uzak yollar aştı.

                Konakladığı her toprağa bir sürgün akıttı.

                 

                Beyaz gömlekler giymişlerdi,

                Hatırladım.

                Bana, üzerinde ismim yazılı

                Küçük yeşil bir yaprak bırakıp

                Gittiler.

               

Aradım. Önce isimlerini öğrendim, sonra yerlerini. Kapılarını ürkek vuruşlarla çaldım. Açmadılar. Avucumdaki yaprağı eşiğe bırakıp gözledim uzaktan. Belki kapıdan bir baş uzanır, belki bakar bir kez yaprağa ve belki o zaman...

Kadim bir sırdı bir parçası olduğum, inandıramadım. Şimdi pek azlarmış. Gövdeleri de cılızmış korkuyla beslenen kökleri de. Bir köprü mesafesi kadar görünse de uzaklığımız, asırlar girmiş araya. Yüzlerimiz yabancı artık birbirine. Ama ben, tanıdım.

               

İşte şimdi her şey apaçık canlanıyor gözlerimin önünde. Fısıltılar duyulur oluyor.

               

               

 

 “Sen” diyorlardı ve sonra da  “biz”.

Dinliyor ama anlamıyordum. Unutturulmuş bir bilgiydi şüphesiz ve hatırlatmak için gelmişlerdi. Anlamasam da inandım.

               

Siyah cüppeli, uzun adamlardı. Perçemleri kalpaklarının altından alınlarına düşmüştü. Beyaz gömleklerinin yakası çenelerine kadar yükseliyor, kemikli yanaklarını kısa sakalları çevreliyordu.

               

                Yorgun bakan gözleri

                Ne kadar güzeldiler.

                Elbette güzeldiler.

                Babamın gözleriydiler.         
   


ALINTI