๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Eylül 2010, 15:31:40



Konu Başlığı: Söndürme çerağımı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Eylül 2010, 15:31:40
SÖNDÜRME ÇERAĞIMI

Ah ağlayabilsem şimdi....Taşa bakarak, toprağa bakarak. Akşam oldu diye hayaller kurarak. Çünkü esrarın dili gece çözülür. Gece konuşur. Gece ay konuşur, yıldızlar konuşur. Fakir bir ailenin gecekondusunda bir dilim kuru ekmek ve bir bardak su ile açılan oruçlar için melekler mesut olur. Teheccüd namazına kalkmış bir müminin yüzündeki ışıltı aydınlatır her yanı. Birazdan oruca niyetlenecek...Zeytin ve incire yemin eden sevdiğini düşünecek, onunla olacak. Tefekkürün derin sularında nimetlere hamd edecek. Bir yudum suyla bir okyanusa girecek, bir dilim ekmekle sayısız nimetler bahçesinde gezinecek.

 

Gece bunun için güzel,

Gece bunun için anlamlı!

 

Çünkü gece bir sığınaktır. Kadife elbiseleri içerisinde güzeller güzelidir. Bize ölümü gösterir, hayatı öğretir, aşkı yeniden yorumlatır. Müjdelerle gelir gece...Bizi gündüze hazırlar. Gündüzün aydınlığı gecenin karanlığında yaptıklarımıza, yaşadıklarımıza bağlıdır. Şimdi gecenin içinde derin bir âh çekişle birlikte cennet kokuları hissetmemek mümkün değildir.

 

Sevdiğim!...

 

Ya cennet nerede? Cennet senin olduğun yer, cehennemse yokluğundur. Sakın darılma bana...Merhametinle kuşat, kucakla, sar beni. Topraktan çiçek bitiren, yağmurdan bulut çıkaran kudret! Görüyorsun, biliyorsun. Aşk ışığında aydınlandı gecem. Bense sana yoksulluğumu sunuyorum, hiçliğimi sunuyorum. Aşkımı sunuyorum.

 

Kabul buyurur musun?

 

*

Yolcuyum. Sana gidiyorum. Bana tuzaklar kuruyorsun. Şikayetim yok. Her biri beni tecellilerinle yüz yüze getiriyor. Kendimi dağlara vuruyorum, yemyeşil ovalardan geçiyorum. Nerede olursam olayım yine dünyadayım, sürgündeyim ve yoldayım. Dudaklarımda yol türküleri...Kimi zaman Yunus eşlik eder dilime kimi zaman bir başka sevdiğin. Uzaktan bir çoban ateşi görsem, her şey orada mıdır diye koşarım. Ben giderim ateş gider, ateş gider ben giderim. Bilirim ki ayaklarımdaki ağırlık yüreğimdeki ağırlıktır. Bilirsin halimi...Günahlarım var, hatalarım var. Yine bilirsin ki seni seviyorum. Aşkın hürmetine, aşkın hatırına o ateşi içimde yak. Her şeyden geçerim ama senden geçemem.

 

Seni gökyüzünde gördüm güneş dilinde. Seni bir nehirde dinledim suların dilinde...Rahmetin odur ki senden kaçış yok. Bütün yollar sana çıkıyor. Ben de bu yüzden yoldayım. Yanlış yol zamanı uzatıyor sadece...

 

Bu yüzden doğru yolu sormaktayım turnalara...

 

*

Derdimi ummana döktüm, asumana inledim, diyen adamı daha iyi anlıyorum şimdi...Derdi olmayan derman peşinde koşar mı?  Ama ben  derdimi ne ummana dökeceğim ne gökyüzüne ağlayacağım. Madem ki bu dert sendendir neden çıkarayım içimden. Bilirim ki, toprağın altındaki bir tohumun yeryüzüne çıkmak için yaşadığı sıkıntı da derttir. Ama  sabırla dert dermana, hasret vuslata dönüşüyor. Sonra tohum bitki oluyor, çiçek açıyor, yeniden yeniden ölüyor, diriliyor.

 

Çünkü sana kaç kez ulaşılsa ayrı bir saadet. Seni bulup bulup kaybetmek, kaybedip tekrar bulmak insanoğlunun ince kader çizgisi belki de...Öyle ferman ediyorsun. Öyle diliyorsun. Öyle oluyor. Ya şimdi bir küheylana mı binsem, çölde kumların saadetini paylaşıp Medine'ye mi koşsam. Devirler diyarlar aşıp Medineli kızların habibinin gelişi için söylediği içli neşidelere mi katılsam. Aslolan odur ki kaybolan hiçbir şey yok bu âlemde... Asırlar sonrasından asırlar öncesinin bu şarkıları hâlâ söyleniyordur. Yeter ki can kulağı açık olsun.

 

Yüreğimde hâlâ hasret, hicran...

Sen ise halimi bilensin.

 

*

Bir kuyudan su çeken ihtiyar çoban. Hangi ateşi söndüreceksin? Söndürmeye uğraştığın ateş suyla ya daha bir harlanırsa...Bundan korkmuyor musun? Çünkü öyle demezler mi, aşk öyle bir şey ki susadıkça içersin, içtikçe susarsın diye...Benim ateşim böyle bir ateş...Bana kuyunun suyu değil, yine aşkın ateşi gerek...Çünkü varlık oldukça ne yanar ne susarsın.  Havaya da ihtiyacın olmaz suya da...Varlığı yok etmek gerek...O zaman yok olurken varolursun. Kaybederken bulursun. Bak bahçende uyuyan gül fidanına...Sonunda varlığını ele, sele vermeyecek mi? Onu yapmadan yeniden doğabilir mi?

 

Bir muhacir kuş da mı olamazsın ey gönül. Bak, iklimden iklime, mevsimden mevsime geçerken hiç şaşırıyorlar mı? Dağlar aşıyorlar, denizler aşıyorlar, ama yolları dosdoğru....Onları sadık kul yapan da budur. Yolda olmak, yolcu olmak...

 

Ya ben nereye  gideyim. Sağım sen, solum sen, hayatım sen, ölümüm sen. Bir buğday kokusu duysam da dünya hep o bildik dünya...

 

Ah kalbim!

Sana başka ne desem ki?

 

*

Şimdi söylediğim bu türkü uzaklara, çok uzaklara...Uykusu gelmiş yıldızların varsın uyusunlar. Ama içimdeki çocuk dünya masallarıyla artık uyumuyor. Kulağı başka bir seste, gözleri başka bir renkte...O bir köprüden geçiyor fakat korkmuyor. Meleklerin elinden tutuğunun bilincinde...Seni seviyor çünkü...Harfsiz, kelimesiz, riyasız.

 

Ben o çocuğu seviyorum. Ben o çocuklayım, ben o çocuğum. Yola revan olmuşsam bundandır. Mabedimin bahçesinde ilk yaz çiçekleri...Şikayetim yok rüzgardan. Vakit akşam oluyor. Gün batmadan geçmeliyim bu dağı...Yüreğime bir menekşe tohumu düşüyor...Başım göklere uzanıyor. Kartalları selamlıyorum. İçimdeki çocuk çoban yıldızıyla söyleşmede...Biliyorsun bir kavlimiz vardı kalubelada....Yemin etmiş sana söz vermiştim. Düşsem de kalksam da bu sözün ateşine bırakıyorum varlığımı...Al senin olsun. Al benden benliği, doldur içime senliği....Hadi bana vur, bana konuş, karlar yağdır, ateşler yak...

 

Sana şikayetim olabilir mi ki...

 

Saatler durdu mu saatler kaç? Bundan bana ne? Kaçıracak trenim yok, binecek otobüsüm yok, ben yoldayım, yolcuyum. Senden gelip sana giden yolcu...

 

Sen yeter ki söndürme çerağımı.

Söndürme Allah’ım.




Mustafa ÖZÇELİK