๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 01 Eylül 2010, 22:28:24



Konu Başlığı: Sevgiyi ögrenmek
Gönderen: Sümeyye üzerinde 01 Eylül 2010, 22:28:24
SEVGİYİ ÖĞRENMEK...

Bilgi sahibi olduğumuz konulara hâkim olmak, hükmetmek, dilediğimiz şekilde tasarruf etmek gibi özelliklerimiz (arzularımız) var. Bilgisizliğimiz, cehaletimiz bizi acizliğe düşürüp korkulara boğar. Ön kabul olarak doğruluğu dayatılan insanlık tarihinde bunun bütün izlerini görürüz. Sözgelimi tabiat olayları hakkındaki cehaletimiz nedeniyle, eski insanların tapınmaya kadar çözümler üretmesine neden olduğunu biliyoruz. Ağaca, taşa, güneşe, aya... Bilgisizlik ve güçsüzlük aynı şey demek olduğundan olsa gerek, insanoğlu güç vehmettiği şeyden emin olmak için o güce sığınmıştır zaman zaman. Ki bu da bilgisizliğindendir. Fakat öte yandan akıllı yaratıklarız. Binlerce yıllık maceramız boyunca tabiat hakkında çok şey öğrendik. İşleyişteki yasaları fark ettikçe kendimizde güç vehmetmeye başladık. Bilgi böyle bir şey...

 

Günümüzün modern insanı, binlerce yıllık bilgi birikimine dayandığı için elbette çok şey biliyor. Fakat bu bilgi türü önemli ölçüde rasyonel ve yararlılığı derecesinde değerli. Bu durum bilgimizi sorunlu hale getirdiği gibi, irasyonel (belki de bugün daha gerekli/yararlı) bilgilerden uzakta kalmamıza neden oluyor. Bu durum yüzünden bir çok önemli/hayati konuda cahil kalıyor ve bu cehaletin farkına varamıyoruz. Bir de fikrimiz olmadığı halde bildiğimizi zannederek yaşadığımız olgular var. Sevgi belki de bunların başında geliyor.

 

Bütün bilimsel gelişmelere rağmen sevgi halen bilmediğimiz konulardan biri. Doğamızdan kaynaklanan biçimiyle daima içimizde var olan sevgiyi sadece sonuçlarına bakarak tanımaya çalışıyoruz. İçgüdülerimizle tadını alıyor ve bildiğimizi sanıyoruz. En basit bir kaç soru bile sevgi hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimizi gözümüzün önüne sermeye yetiyor oysa. Mesela annemizi, babamızı severiz, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı severiz. Yemeklerden tutun da, börtü böceğe, çiçeğe kadar. Başka bir uçta kitaplar, şiirler, mevsimler, müzik... Hayatta karşımıza çıkan her şeyi sevdiklerimiz veya sevmediklerimiz olarak tasnif eder, bu sınıflandırmaya göre davranırız. Ama sevgi nedir? Sevdiğimizi neden severiz? Sevmediklerimizi ayrı bir yerde tutmamıza sebep olan nedir? Sevginin niteliği ve niceliği nasıl ayırt edilir? Sevgi bir den fazla hedefe yönelebilir mi? Yöneliyorsa nasıl ve neden?..

 

İlk akla gelenden, en basitinden başlayarak cevap vermeye başlarsak şunu göreceğiz; Sevgi yaşadığımız ama tanımadığımız bir duygudur. Çünkü biz onun ne olduğunu, neden, niçin ve nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu durumun, “Ben Neyim” sorusundan pek farkı olmayan derin ve karmaşık bir sorun olduğundan, ilk çağlardan beri felsefenin çözemediği konulardan biri olduğundan haberimiz bile yok.

 

Evet, sevgi üzerine sorulacak bütün soruların cevapları, “ben neyim” sorusuna verilecek cevaplarla doğrudan veya dolaylı olarak ilgilidir. Çünkü “ben” sevginin öznesidir. Eşyaya duyulan sevgide tek özne. Sevgi “Ben”in kendi dışındaki her şeyle kurduğu ilişkide ve bağda en önemli belirleyicidir. Üstelik aynı nedenle, yani “ben”den dolayı, güzellik ve ahlak gibi, aynı muğlak derinlikli kavramlarla da birinci dereceden ilişkilidir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bir insanın sevgisini yönelttiği hedeflere bakarak, o insanın estetik algı düzeyi ve ahlaki durumuyla ilgili sonuçlara varabiliriz. Tam tersinden, sevmediklerine bakarak da. En önemlisi o bakışın yöneldiği insan kendimiz olabiliriz...

 

Sevgiye dayanarak yaptığımız sınıflandırmalar, yukarıda sözünü ettiğim nedenlerle,  ben neyim sorusuna cevap verirken bizim en önemli yardımcımızdır. Sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz bizim kendimizi seyrettiğimiz aynadır çünkü. O aynaya bakarken kusurlarımızı görme fırsatı buluruz. Kendimize çeki düzen verme ihtiyacı hissederiz. Ya da kendimizi sevmeyi, bir adım ileride kendimize hayran olmayı da o aynaya, yani sevdiklerimize ve sevmediklerimize bakarak yaşarız. Bir de aynanın şaşırtıcılığı vardır. İçbükey ya da dışbükey. Yanıltıcıdır. Çünkü görüntüyü bozar. Bizi küçük düşürür, gülünç durumda bırakır. Aşk, deforme eden o bükümlü aynalardaki görüntüye inanmaktır. O yüzden sonsuza kadar sürmez çünkü bir gün gerçeği görürüz eninde sonunda.

 

Sevgiyi tam anlamıyla tanıyıp bilmediğimiz için olsa gerek; bazen onun kapsadığı veya benzeştiği hislerimizi de sevgi olarak adlandırırız. Veya aslında sevgiden farklı olan bir başka duyguyu sevgi zannederiz. Mesela hoşumuza giden bir şeyi, arzu ettiğimiz bir şeyi sevdiğimizi söyleriz. Fakat bunlar sevginin kendisi değildir. Örneğin arzulama veya hoşa gitme duygusu daha çok egomuzun dürtüleriyle ilgilidir. Bunlar içgüdüseldir. Çok benzer halleri hayvanlarda bile gözlemlemek mümkündür. Bu verilerden hareketle şunu da bilgilerimizin arasına ekleyebiliriz. Sevgi egodan arınmış insani bir duygudur. Güzel ile insanın kurduğu bağdır. O yüzden sevgi yüce görülür. Süfli değerlerden tamemen ırak bir alanda duyumsanır.

 

Bilmediğimiz bir duyguyu yaşarken onun sevgi olduğunu nereden anlarız? Nasıl sevgimizden emin olabiliriz? Düşünüldüğünde haddinden fazla karmaşık, hatta cevapsız bir konudur. Çünkü en az sevgi konusunda olduğu kadar egomuzun derinlikleri hakkında da derin bir cehaleti yaşıyoruzdur. Ama şunu hatırda tutmakta yarar var. Sevgi, tabiatı ve mahiyeti dolayısıyla insanı hataya sürükleyip acı veren bir duygu değildir. Çünkü kesinlikle aklımızı devre dışı bırakmaz. Hatta hayatın anlamına kadar uzanan bir ufukla bizi düşündürür. Gönlümüzü olduğu kadar aklımızı da çalıştırarak hayretlere düşürür, hayran bırakarak kendisini öğretir. Verdiği en büyük hazlardan biri de budur bana göre...



Mustafa İBAKORKMAZ