๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mart 2010, 03:29:27



Konu Başlığı: Sen Yoldaş Değildin
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mart 2010, 03:29:27
Sen Yoldaş Değildin

(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/305/19.jpg)

Gittiğinde gurup vaktiydi. Gözlerin bulutluydu. Denizlerden rengini alan mavi gözlerin. Dudağında eşsiz bir tebessüm vardı, bu tebessümün ardında da bir dava adamı ciddiyeti ve nokta nokta ayrılığın burukluğu. Demek sen de gidiyordun. Ardından el sallarken akşamın karanlığı sarıyordu her yeri, sanki güneşi uğurluyordum.

Şimdi kaç akşam geçti. Kaç güneş, gündüz hayata erip gece kabristanlığında can verdi. Sensiz uykusuzluk nöbetlerinde geçirdiğim bu kaçıncı gece.

Yokluğun uyutmuyor kardaşım. Aklıma geldikçe uzuyor gecelerim. Tekmeliyorum yorganı fırlayarak yatağımdan, beraber dolaştığımız sokaklara koşuyorum. Bin bir hatırayla sekerken kaldırımlarda ancak şimdi anlıyorum şairini; ‘Kaldırımlar’ın:

Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında

Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum

Dertler derya olunca, özlem uyutmayınca insan kaldırımlara koşarmış. Ve anladım, 'Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi'ymiş. Sesler kesilince ıstıraplı bir kunduranın tak tak seslerinde kaldırımlar dillenirmiş.

Şimdi ben de yürüyorum kardaşım, avuç avuç içerek hatıraları. Süleyman Çelebi'nin kabrinden geçer, Hacivat'la Karagöz'e misafir olurduk. Biraz soluklanır sonra kalkardık. Gün boyu öğrencilerinle yaptıklarını anlatırdın. Zaman nasıl geçerdi anlayamazdık ayaklarımız bildik istikametleri yürürken. Sonunda Hüdavendigar'ın huzurunda bulurduk kendimizi. "Sen dua et, ben ‘amin’ diyeyim, sonra ben dua edeyim sen ‘amin’ de!" derdin. Benim duam hemen biterdi. Ardından sen başlardın. Gözlerinden göğsüne gözyaşlarıyla hiçbir hattatın meşk edemediği bir hatla "Bismillahirrahmanirrahim" süzülürdü. Sonra titrek dudaklarından "Elhamdulillahirabbilâlemin" dökülürdü. Bütün zerrelerin amin diye sarsılırken, ben hiçbir delilin anlatamadığı bir katiyette, "Ey âlemlerin Rabb'i sen varsın, olmayan bir şey halden hale sokar mı insanı böyle" derdim. İsim isim dua ederdin öğrencilerine onlar mışıl mışıl uyurken. Şimdi Hüdavendigar mahzun, gençlere dua edenleri beklerken.

Cuma geceleri mutlaka okulunun bahçesine giderdik. Öğrencilerine bir daha dua ederdin yaşlı akasyanın altında. Yine bu akasyanın altındaydık seni çekemeyenlere kurtuluş temenni ederken. Senin gibi olamayanlar bıktırmışlardı seni. O akşam onlara beddua etmeni beklerken: "Eğer cennete gidersem Rabb'imden bu okulu isteyeceğim." dedin ve ekledin: "Benimle uğraşanlar da içinde olsun ve isterlerse yine uğraşadursun, ben her şeye rağmen öğrencilerime sonsuza kadar ilim içireceğim." O akşam bir abide gibi yükseldin yüreğimde bunları söylerken. Ve o akşam bakışların enginlerden derindi okyanuslar yaş olup gözlerinden damlarken. Bu halini bir ben bilirdim, gece ağlayışlarını bir ben görüyordum. Geceleri niye öyle oluyordun bilemiyorum. Gündüzleri nereden bulurdun o enerjiyi? Hiç üzüldüğünü görmezdim. Dudaklarının gerildiğini asla. Gündüz semadan düşen yıldızlar gözlerine mi inerdi? O nasıl parlaklıktı öyle? İçi gülerdi gözlerinin, ki gözlerim gözlerine deydiğinde içime hayat akıyordu. Ya sözlerin... Açık, mert, samimi... İsrafil'in Sûr'u olurdu bazen ümitsizlik üzerime ölü toprağı serperken, bazen Cebrail'in sesiydi sözlerin kelime kelime ruhuma istikamet verirken. Cennet tüllenirdi bazen ifadelerinde bazen de cehennem. Nasıl dengeliydi anlattıkların öyle. Ne insanı şımartan bir ümit, ne de kahreden bir yeis. Ah kardaşım! Kaç kere bedbinliğin kararttığı ruhuma ışık oldun, kaç kere ümitsiz düşüşlerimde kol kanat oldun hatırlayamıyorum. Ama beni bir sarsışın var ki, nefes aldığım müddetçe unutmayacağım. Bu ırgalayış aklıma geldikçe seni en güzel hislerle anacağım. "Alnıma sürdüğüm bu karalar temizlenir mi?" dediğimde. "Temizlenir elbet tevbe kurnalarında." demiştin. "Hangi kabule mazhar olurum ki bu kadar günahla." dediğimde, "O'nun, O'nun kabulüne" demiştin. Bir sonraki kirlenişimde yanına gelerek, "Yine sürçtüm!" dediğimde, "Olur." dedin, "İnsan sukutların ve suudların çocuğudur. Alçalışların ve yükselişlerin. Hakk’a bağlılık esastır. Zincirin uzunluğundan bazen insan yasak bölgelere de girebilir, el verir ki boynundaki kulluk zincirini koparmasın." Kaç kere böyle geldim sana. Kaç kere ümitle şahlandırdın yüreğimi. Ta ki bir gün yine aynı dertle sana gelmiştim. Söylediklerim aynı şeylerdi, ama ferasetin bu seferki ifadelerimde nefsin sinsi yorumlamalarını sezdi, ben henüz kuruntularımı bitirmemişken.

Birden mavi gözlerinde denizleri yutacak anaforlar oluştu. Şimşek şimşek çaktı bakışların. Elin 'tokkk!' diye bir sesle indi kalbimin üstüne, sonra avuçlayarak elbiselerimden kendine çektin ve o güne kadar senden duymadığım bir tonda, "Ben rahip miyim?" dedin. "Gelip bana günahlarını kusuyorsun, sonra günahlarından azat olmuş gibi gidip aynı haltları karıştırıyorsun. İradenin hakkını ver. Sihirli bir değnek veya efsunlu bir havuz yoktur mükemmelleşmek için, yalnızca yolların ayrımında iradeyi ortaya koymak vardır. İşte o kadar!" dedin ve yakamı bırakarak arkana bakmadan çekip gittin. İşte böyleydin, kaç kere karanlık umutlarıma ışık saçarken sevgiden sözlerle, kaç kere de böyle ensemden akrepler topladın.

Şimdi ensemde kaç akrep kol geziyor, neredesin? Turladığımız sokakları dolaşıyorum şimdi sen neredesin. Hayatıma yeni bir düzen getirmeseydin, gecenin bu saatlerini farklı besteleri söyleyerek geçirirdim:

"Şurası göz göze geldiğimiz yer
Şurası el ele tutuştuğumuz yer."


Şimdi dolaştıkça sensiz bin bir hatırayla, dudaklarımda aynı beste farklı nakaratlarla:

"Şurası dua dua yalvardığımız yer
Şurası gözyaşları döktüğümüz yer."


Anlayamazdım bazen park kuytularında, bazen de durak köşelerinde dua ettirişlerini. Şimdi anlıyorum kardaşım, şimdi anlıyorum öyle işlemişsin ki ruhuma, şehrin her köşesinde öyle hatıralar bırakmışsın ki, çağrışımları günahlardan alıkoyuyor beni. Bir dostluktu ki seninkisi, hatıraları muallim şimdi bana.

Hasılı canım, hasılı sen yoldaş değil kardaştın. Ruhum feda olsun sana.

Sacit ARVASİ