๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ekim 2010, 14:18:52



Konu Başlığı: Sen koş yine
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ekim 2010, 14:18:52
Sen koş yine





Hafızanın kalesinde unutmanın bayrağı dalgalanıyor. Oysa yapraklar, hatırlıyorlar çırpına çırpına unutulanı.
Hafızanın kalesi düşmüş, yas var. Oysa kar taneleri coşkuyla koşuşturuyorlar gökten yere, yerden göğe hatırladıklarıyla. Hafızanın kale kapısı kırık, nisyanın koçbaşı mağrur. Oysa hatırladıkça gök çiseliyor yağmur. Hafızanın kalesinde gedikler, topa tutulmuş ruh. Oysa tuğla üstüne tuğla koyuyor rüzgâr, hiç durmadan anıyor bulut. Hafızayı bir kumbara gibi çalkalıyor müflis, çıt yok. Oysa şıkır şıkır hatırlıyor ırmak, hiç unutmadı. Hafızanın kalesinden dumanlar yükseliyor, kömür oldu kelimeler. Oysa aştan çıkan buhar güzel kokusunu yayıyor anımsamanın. Hafızanın kalesinde bırakılmadı taş üstüne taş. Oysa minarelere bakın, hatırlatma kulelerindeki imara. Hafızanın kalesini su basmış. Sakın ola kurbağalara taş atmayın. İri gözleriyle karşılaşsa da gözleriniz. Anlamazsınız duasını mahlûkatın. Hafızanın kalesinde gümüş yok. Elçinin elindeki çakıl taşları değil, çil çil altınlar.

Zel, kaf ve râ, huzurun kapısını çalıyor. Üç harf birbiri peşi sıra vurunca, gıcırdayarak açılıyor kapı. Kapının zikri bu. Yemek konuluyor sonra sofraya. Konuklardan Abdullah b. Mesud bir ses işitiyor aştan. Ve aktarıyor o sesi gelecek zamanlara: "Biz yenirken yemeğin tesbih ettiğini duyardık." Elçi (sav) haber veriyor saygıyla binmek gerektiğini bineğe. Bir merkep zikreder de sahibi gaflette olabilir anmaktan. Balıklar hatırlıyor denizde O'nu, kuşlar havada. Hem yalnız hayvanların değil taşların da dili var. Mekke'de tanıdığı bir taş var peygamberin, kendisine selam veren. "Tanıdığım bir taş var Mekke'de. Ben peygamber olarak gönderilmeden önce o bana selam verirdi. Bugün de ben onu tanırım." Ebu Zerr anlatıyor, Elçi'nin dostu. Ne zaman çakıl taşlarını eline alsa peygamber, arı kovanı gibi bir uğultu. Taş konuşur da ağaç durur mu! Bir hurma kütüğü bile sitem edebilir ALLAH'ın elçisine. Ona dayanarak hutbe okurken peygamber, üç basamaklı bir minber konulunca önüne çekiyor hurma kütüğünden elini. O da ne, inliyor kütük. Duyuyor iniltisini herkes. "Yedi gök, yeryüzü ve içinde bulunanlar; O'nu tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur..." (İsra, 44)

Bir zâkir, Mısırlı Zünnun, şiirle anlatmaya çalışıyor halini yorulunca kelimeler. Hatırlamak için unutmuş olmalı, fakat unutmak ne mümkün: "Seni unuttuğum için anmıyorum, öylece dilim yürür." Bu nasıl bir yürüyüştür, geceyi beyazlatır, eritir gündüzü. Bu nasıl bir yürüyüştür, peşine takar ne varsa evrende. Bu nasıl bir yürüyüştür, her adımda ağaç diker bahçelerine melekler. Adımlar dünyada, bahçeler cennette, peki nerede dil? Yanında mı kalbin! Yalnız kalırsa, yol arkadaşı kılmazsa onu, kaymaz mı toprak ayağından? Herkes şahit. Zünnun kalbini ayırmadı yanından. Felaketimizi tabir etti fakat Süfyan es-Sevrî: "Her şeyin bir felaketi vardır. ALLAH'ı bilenin felaketi ise anmayışıdır O'nu." Hem anmak neye yarar, çağırdığı yerden firar ettikçe. Ve "ALLAH, ALLAH" diyerek çağırdıkça tembelliğimize O'nu. Din bu mu? Dünyayı kavramadıkça vahyin nuruyla, yön vermedikçe onunla hayata, sahtekâr bir dilenciye dönmüyor mu dil! Ruh katılmıyor mu kafileye, neden katılsın? Beden ürpermiyor mu tepeden tırnağa, muamma söyletsin Yunus'u: "Dervişlik olsaydı tac ile hırka, biz onu alırdık otuza kırka."

"Öyleyse beni zikredin ki, ben de sizi anayım..." (Bakara, 152) Bu nasıl iletişim! Ne büyük vaat! Nasıl bir şefkat! Bizi nerede anacaksın ALLAH'ım! "Ey Âdemoğlu, beni kendi nefsinde zikredersen, ben de seni kendi nefsimde zikrederim. Eğer beni bir topluluk huzurunda zikredersen, ben de seni meleklerden bir topluluk huzurunda zikrederim... Sen bana bir karış yaklaşırsan ben sana bir kulaç yaklaşırım. Sen bana yürüyerek gelirsen, ben sana koşarak gelirim." (Buhari)

ALLAH'ım, gitgide daha az anıyoruz ruhumuzda seni. Her harfe esir düştük sıra gelmiyor "A" ya. ALLAH'ım, öyle zamanlar oldu ki, çekindik seni anmaktan kalabalıkta. Korktuk kaybetmekten mevkiimizi. ALLAH'ım, sana ne zaman bir karış yaklaşmak istesek çelme taktı nefsimiz. ALLAH'ım sana doğru yürümeye kalktığımızda bütün şeytanlar ayakta. ALLAH'ım sen yine de koş, bizi bırakma!
 


A. ALİ URAL