๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2010, 14:15:14



Konu Başlığı: Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2010, 14:15:14
SEN GELDİN ve ZİHNİM YENİ KAVGALARA UZANDI

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.
 
Istırabımın gösterdiği noktada yeni bir hayal vardı. Ve manzara eskisinden daha da sitemkârdı. Uzun zamandır belirginliklerinin yok olduğunu sandığım çelişkilerim dört bir yanımı sardı. Hükmedemediğim ve şimdiye kadar da hiç kimsenin hükmetmeyi başaramadığı duygular, mantığımı elimden aldı.

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

Dağıldı bir akşamın kızıllığında sana dair korkuların ümitsizliği çağrıştıran karşı konulmaz hüznü… Bu nasıl bir geliştir diyerek zihnimi yoklayan sorulara cevap bulmak için verdiğim çabanın yüreğimde açtığı sızı, geçmişteki buna benzer sızılardan yeni haberler getirdi. Ve bir ağlayışa dönüşen anlatılamamış düşünceler; bu gelişte de kendine yeni bir manzara çizme ihtimalinden uzak, oldukları yerde kalacaklar. Kendilerini bir bakışa ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayale kaptıran canların kaderidir bu yazdığımız…

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

Geçmişe terk ettiğimi sandığım ve bunun tesellisiyle hayata yeni bir pencere açtığım durum; yaşadıkça kendime saklamak zorunda olduğum bir sır yüzünden yalan oldu. Sokaklar ıssızlığına geri döndü, akşam bütün efkârıyla yer etti tenimde, tanınmayacağımı umduğum çayhanelerde yeniden içe dönük zamanlar yaşamaya başladım. Yağmurlu havalarda, içimi saran yangının etkisinden biraz olsun kurtulmak için uzun yürüyüşlere çıkmaya başladım yine… Islaklık bedenimi ele geçirirken, şairin mısraına takılıp kalmamak ve inanmamak elde mi ki:” Yağmurlar daha çok pencereler içindi” (Afşar Timuçin)

Sobası yanan, sımsıcacık bir evin penceresinden dalgın gözlerle yağmuru seyretmenin güzelliği dururken,-ve şair Sezai Karakoç araya giriyor ve diyor ki:” İyi ki bilmiyor kalabalıklar / Yağmura bakmayı cam arkasından”- mehtaptan yoksun bir vakitte sokakları arşınlamak niye? Bahçelerde hafif hafif gezinen bir rüzgâr eşliğinde aniden bastıran kederden bir parça olsun uzaklaşmak için mi bütün bunlar… Yağmurun toprağa ince ince sindiği anda sorular yumağı gittikçe büyürken, saçlarında gezinen bir elin avutuculuğunu hayal etmek ve ilerleyen zamanda bunun bir acıya dönüşünü seyretmek…

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

            Birden yürüyüşüm ahengini kaybediyor ve bir isteksizlik çöküyor içime… Şimdi bir otobüsteyim ve yüzünü çiziyorum camlara… Büyü bozuluyor ve şehir önemini kaybediyor aniden gözlerimde… Gelişinle çoğalan hasrete bir çare olmuyor; ne şehir ve ne de geceyi bölüştüğüm sokaklar… Bir haykırışın ellerine bırakıyorum kendimi ve hafızasını git gide yitiren şehirlere isyan ediyorum. Hatıralara saygısı yok artık hiç kimsenin… Aşk ise o eski nazikliğinden ve nazeninliğinden çok uzakta… Kim anlıyor artık gönül derdinin yüreğe sığmayan acısından… Ve çağrıştırdıkları üzerinde düşünülmeyen bir yağmur kime neyi anlatmaktadır? Yağmur eğer özletmiyorsa, sevindirmiyorsa, bereketi ve hikmetiyle dünyamızı şenlendirdiği dile getirilmiyorsa; olan nedir ve bize ne ifade etmektedir?

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

Gelişin sebebine yeni sorular ürettim ve şair gibi ben de, sana olan sevgimden geldiğin yeri ta yıldızlara kadar yükselttim. Kimseler inanmasa da bunun böyle olduğuna; ne gam! Ben inanıyorum ya! Yetmez mi? “Nerden çıkageldin, nerden / Yıldızların doğduğu yerden
Durgun gözlerinin içinden / Akan bulutlar gördüğüm.” (Alaaddin Özdenören)

            Ve eğer inanıyorsam yıldızlardan geldiğine, benim bir yeryüzü sakini olarak, yansıttığın etkiyle ayakta durmakta zorluk çekeceğimi bilmelisin. Bir başka çarpıntıya yakalanan yüreğimin, “akşamsa”, “eylülse”, hele bir de  “ıslanmışsam”, beni çekip bir ağlayışa götüreceğini, gözyaşlarımın yüzümü döveceğini bilmelisin. Ve bir kere daha içimin bütün sesiyle haykırıyorum ki; “elimden tut yoksa düşeceğim / yoksa bir bir yıldızlar düşecek / eğer şairsem beni tanırsan / yağmurdan korktuğumu bilirsen “ (Atillâ İlhan)

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

Ve “Yağmurda Unutulan Şarkı”lar geldi aklıma… Bilerek terk edilen… Bilinçsizce unutulan ve nice mecburiyetler karşısında bırakılıp gidilen nice şarkılar… Kimi camları döven, kimi kaldırımlarda şakırdayan, kimi ırmaklara, göllere, denizlere atılan, kimi hoyrat eller tarafından incitilip ayaklar altına itilen nice şarkılar… Aşkı, sevdayı ve daha nice güzellikleri çağrıştırmak üzere ortaya konmuş şarkıların çoğu; zaman içinde yağmurda unutulan şarkılar haline gelir. Oysa yağmur gibi tıpkı… “Sen yağmurlu günlere yakışırsın” (Gülten Akın)

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

            Renk değişti, zaman yeni bir kapı açtı ve daralan ruhumdan yeni bir feryat yükseldi gökyüzüne... Nağmelerin yürek yangınlarına tercüman olduğu vakitlerde; narını, hicranını, inleyiş ve endişesini kalbine gömenler, yeni arayışların gayretiyle yollara, meydanlara, sokaklara döküldüler... Hiç biri diğerinin ruhunda yankılanan sesle ilgilenmiyor ve her biri başka makamlarda dolaşıyordu kendince... Yoksulluğun, umursamazlığın ve belki de sevginin ve güzelliğin esiri gövdeler, bir bakışın örselediği manzaralardan kendi adlarına yeni şeyler keşfetmenin yanılgıları, yorgunlukları ve inancı içerisinde yola revan olmuşlardı.

            Gece kimileri için bir ıstırap kaynağı, kimileri için muamma, kimileri içinse yeni mesafeler katetmenin bir daha ele geçmez fırsatı olarak yeretti; kendi küçük hikmeti büyük yüreklerinde...

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.

            Ve düşünüyorum şimdi daha nelerden sözetmeliyim sana diye… Acılarımdan mı? Yoksa bir umutsuzluğa teslim ettiğim… Ve korkaklıkla içime attığım… Delik deşik olmuş manzaradan mı? Kurtulacağımı bilsem hicret edeceğim. Bütün sözlere ve bütün yüzlere sırtımı dönüp, çekip gideceğim bir gece vakti buralardan… Oysa bu yolda rüştünü ispat etme cesaretini gösterememiş… Dağıtan ve daralan zamana rağmen, hayatında kendine ait bir hayale dahi yer verememiş… Yüreğini hep hüzün türküleriyle şenlendirmiş biriyim ben… Her nereye gitsem, ansızın bir sızı kaplar bedenimi inceden ince… Bir türkü yakalar ellerimden… Ve gerçeğe kurban verdiklerim aklıma gelince… Düşüp gitmek isterim ardınca ıssız yollarda… Yıldızları kılavuz yaparak kendime ve geride bıraktıklarıma… Ve düşünürüm bu büyük kavga nihayetlenince ne kalır benden geriye… Ne kalır ellerimde?

 

Sen geldin ve zihnim yeni kavgalara uzandı.



İsmail BİNGÖL