๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2010, 14:18:56



Konu Başlığı: Şafaksiz bekleyisler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2010, 14:18:56
ŞAFAKSIZ BEKLEYİŞLER

“Hüzün Bulaşmış Kalb’e And Olsun ki…” Nakaratında acıya dolanmış nağmelere yükselen ölümcül bir sessizliğe dönüştüğünden beri Aşk, işaretler “es” diye dil veriyor çelimsiz gürültülerime.”

 

Daha doğmadı buralara güneşi sevdanın, ay yarımlığını unutmadı lakin geceye eksilerek el vermenin de bir “kader” de yazılmış olabileceğine inanır gibi, inadına seyreltmedi şavkını karanlıkta yüreğinin pusulası şaşırmış sevdalıya. Çöl değil buralar, Leyla’nın ayak izlerine râm olmuş Kays’ın çaresizliği başını döndürmüyor rüzgârların. Rüzgârlar Leyla’nın umursamaz hoyratlığını misafir eylemiyor hiçbir zaman diliminde. Ne çöl, ne Leyl ne Kays yadigâr kılınmıyor aşkın sebilâne seferine…

 

Duvarlarına Yusufî nidalar çarpan kuyular ve aşk ipine çekilmiş Züleyha’nın ziyaretine uğrak zindanlar çok… Ama Yakub değil gözler, kardeşliğin vefasız yarenliğine kurban edilmiş kan revan içinde nice urbalar orta yerde... Heyhat, esef ki ne esef! Ahdine vefa edip, güneşini karanlığa değişecek gözlerin Yakubi seyrine perde perde inmiş gibi hezimet. Ne Yusuf ne Züleyha ne Yakub ne zindan, tava gelmiyor demir,  zincir olup değemiyor aşkın kemendine iffetin düğümü… Dağlar arasında, takatsizliğine feryat ediyor Ferhat. Her kazmayı vuruşta, lime lime söküyor kalbini de, Şirin olup akmıyor umut, katılığına dünya şahit, taşa bilenip taş kesiliyor aşk…

 

Aşkın mekânsızlığını kuşanıyor bütün zamane sözleri, vefasızlık bilendikçe bileniyor sadakatin masum duruşlu yetimliğine. Asûde hayaller büyütülmüş bütün gecelerin neharında, karanlıkta kalıyor tan yerinde ağarmamış hüzünler. Hüzün ki; bir sabah ezanında yüreği alan titreme nöbetlerinin ebedi tarifi. Hüzün ki; erken büyümüş bütün çocukların kırık bakışlarına nakarat olmuş en dokunaklı bestesi seyr-i hayatın. Hüzün ki; diline aşk dolanmış, dilini aşka dolamış aşığın gözlerine fer diye oturmuş ümidin zerresi. Hüzün ki; ak benizli bebelerin kokusuna misafir olmuş Havva kokuşlu aşkların gizeminde, hissine varılmaya özlemler büyütülmüş bir cennet risalesi. Öyle ki zaman, hüznün avuçlarında karıp, izzete dönüştürüyor bütün beşeri hallerini.

 

Aşk mı?

 

Bir teheccüd vakti, avuçlara sığmayan duanın kalbi işgale yeltenmişliği değil mi? Değil midir ki, dağların yüklenemediğini yüklendi kalp denen bekâ yurdu. O vakit, bırak tarumar olsun içinin şehirlerinde ikamete bekleşen bütün aşksız hallerin.

 

Hiç bilme ki sen,

Şafaksız bekleyişler tünemiş aşkın kanadına ve aşkın kanadını kırmış yolu meçhule çıkan bütün gidişlerin yorgun biraz da ucu yılgınlığa değen arkada kalmışlığı. Baharlar geçiyor üzerinden bütün bekleyişlerin, cemreler asil bir edayla düşüyor yüreğine aşk düşmüşlerin, yüreği aşka düşkünlerin… Bir bir saysam aşka pervane olmuş, cümle yüreği yanıkları yine de isimsiz kalır aşk denen liyakat…

 

Ve bil ki,

Şafaksız bekleyişler tünemiş aşkın kanadına, bir çöl ıssızlığında “serâb” a uçurulmuş bir çift bakışa, bir kuyunun girdabında mahsur kalmışlığın çaresiz yakarışına bürünmüş aşkın şu son deminde yol sandığımız heyyâle. Yarım bir yürekle çeyrek kalmış bir umuda çelimsiz hayallerde de olsa ömür, müjdeler olsun bir yerlerden nida edip, aşka davete diyor bütün suskunluklar:

Vedûd, O’l Vedûd diye…

 

Ve duy ki;

Aşkın kuşağında karanlık değildir şafağın rengi ve inan ki, aşkın zamansızlığında şafaksızdır her aşk bekleyişi.



Fatma ÇAKMAK