๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 23 Eylül 2010, 15:03:23



Konu Başlığı: Ruhumuzdaki Dikenler
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 23 Eylül 2010, 15:03:23
Ruhumuzdaki Dikenler


Tecrübe sahibi olanlar, ateşin yaktığını kitaptan değil de bizzat ellerini yakarak öğrenen, taşın sertliğini taştan incinerek bilenler derler ki; insanlar ilk başta alışkanlıklarını bizzat kendileri kazanır. Daha sonra da alışkanlıklarının esiri olurlar.

Kitap okumaya alıştıysanız, herhangi bir vesileyle okuyamadığınız gün, kendinizi kötü hissedersiniz. Müzik dinleme, gezip dolaşma, spor yapma …vs. hep böyledir. Hava kadar, su kadar alıştığınız güzel insanlar da vardır. Bir müddet göremeseniz, hayatın tadından bir şeylerin eksildiğini hissedersiniz.

Keşke her alışkanlık böyle olsa…

Nasıl olduğunu bir türlü kestiremeden insanın alışıverdiği ve sonra da bir daha terk edemediği menfî alışkanlıklar da vardır. Adına ister sigara, ister kumar ve alkol, isterse kızlı-erkekli arkadaş gurupları deyiniz, biz alıştıktan sonra bunlar da hayatımızın ayrılmaz birer parçaları oluverir.

İster menfî, ister müspet bir takım şeyleri alışkanlık hâline getirince, kim ne derse desin “benim hayatımdan kime ne?” umursamazlığıyla yaşar gideriz. Bilmeyiz ki bunlar en büyük zararı, hiç de umursamadığımız o başkalarından çok, yine bize vermektedir.

Mevlânâ Hazretleri insanın neredeyse tabiatı hâline gelip huy edindiği kötü alışkanlıklar için şöyle bir hikâye anlatıyor mesnevîsinde:

Bir adam insanların gelip geçtiği yollardan birine dikenli bir çalı fidanı diker. Onun bu hâlini görenler kendisini îkâz edip çalıyı sökmesi gerektiği yolunda türlü türlü nasihatler ederler. Fakat adam oralı bile olmaz. Gün geçtikçe çalı fidanı bir yandan büyür, bir yandan da gelen geçen insanları rahatsız ederek varlığını daha da bir hissettirir. Kiminin elbisesine takılarak yırtıp sökerken, yalınayak gezen garibanların çıplak ayaklarını yaralar. Gün gelir herkes illALLAH diyerek gidip adamı şehrin yöneticisine şikâyet ederler.

Şehrin hâkimi bu adama dikmiş olduğu çalıyı hemen sökmesini emreder. Adam hâkimin vermiş olduğu hükme çâresiz boyun büker ve hatasını kabullenerek:

- Tamam Efendim, müsait bir günümde sökerim, der.

ALLAH’ın günü mü yok… Bu gün olmazsa yarın, yarın da olmazsa daha ertesi gün diye diye günler gelip geçer. Fakat kendini hissettirmeden geçiveren günler sadece çalıya yarar, ha bire serpilip kökleşir, dikenli çalı gürbüzleşir.

Adamın sözünde durmadığını gören şehrin hâkimi, şikâyetlerden iyice sıkılıp tekrar çağırır adamı huzuruna. Verdiği vaadi ve sözünde durmadığını hatırlatarak kendisini bir kere daha îkâz eder. Adam ise:

- Ben size çalıyı sökmeyeceğim demedim ki efendim. Ne diye acele ediyorsunuz? Bugün, yarın, çalıyı elbette sökerim bir gün, der.

Adamın ihmâlkar ve umursamaz tavrına sıkılan hâkim:

- Bu işin bu günü-yarını yok. Vaadini yerine getireceksen acele et. Sen dikenli çalıyı gün gelir elbet sökerim diyorsun. Görmüyor musun ki, gün geçtikçe çalı daha da derinlere kök salıp gelişiyor. O bir delikanlı gibi kuvvetlendikçe sen tâkatten düşüp zayıflıyorsun. Geçen günler ona yarıyor, sana değil. Dikmiş olduğun çalı, yaz kış yemyeşil, ter ü tâze, ve her geçen günle boy sürüp gelişmekte, sen ise belin bükülüp yaşlanıyor kuruyup gidiyorsun, farkında değil misin?

Mevlânâ Hazretleri hikâyenin sonunda diken ağacı ile maksadının ne olduğunu hâkimin lisânından şöyle anlatır.

“Kötü huylarından her birini bir çalı farzet ki, onun dikenleri kaç kere senin ayağına da battı. Kaç kere sen, kendi tabiatın sebebiyle hastalandın. Fakat his sâhibi olmadığın için o hastalığın sebebini fark etmiyorsun. Ne kadar hissiz bir adamsın! Kendi kötü huylarından başkalarının müteessir ve rahatsız olduğunu fark edemiyorsan, kendi yaranın da farkında değil misin? Sen kendinin de başkalarının da azâbısın. Sen ya teberi, baltayı erkekçe vurup Ali gibi şu Hayber kal’asının kapısını kopar, yahut bu dikeni, gül ağacına aşıla. Yârin nûrunu yârin ateşine vasl eyle. Tâ ki onun nûru sendeki kötülük ateşini söndürsün. Onunla irtibâtın senin dikenini gül bahçesi hâline getirsin.”

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir defâsında Âişe vâlidemize şöyle buyurmuşlardı:

“Ey Âişe! Küçümsenen işlerden (önemsenmeyen en küçük günahlardan dahi) sakın! Zîrâ ALLAH katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29; Dârimî, Rikâk, 17)

Hayatımızın güzergâhına kendi ellerimizle dikip daha sonra da sökmekten âciz kaldığımız kim bilir ne çalılar var? Alışkanlık hâline getirdiğimiz kötü davranışlarımız ile kimleri, ne kadar ve nasıl incittiğimizi bir tarafa, bunların benliğimizin en mahrem derinliklerine nüfûz ederek kökleriyle ruhumuzu esir alıp elimizi kolumuzu bağlamasına daha ne kadar müsaade edeceğiz? İçimizdeki bu dikenli ağaçlara baltayı vurarak onların esâretinden kurtulabilecek miyiz? Bunu bugün yapamıyorsak, acaba o gün ne zaman gelecek? Ya da o gün bir daha gelecek mi?



ALINTI