๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 24 Eylül 2010, 15:51:45



Konu Başlığı: Ölümün dokunuşu
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 24 Eylül 2010, 15:51:45
ölümün dokunuşu  




Nadiren yaşar mı insan, nadiren

Ya nadiren ölür mü!

Ölmek kıyısında mıdır hayatın, ya kıyısı var mıdır ki hayat dediğimiz yolun!...

Uçurumunda mıyız bir şeylerin, ya uçurumun kendisi miyiz, kimleri çekiyoruz güzelliklerden dehşete!



Nadiren yaşar insan, nadiren yaşadığını farkeder

Nediren ölmekse pek mümkün değil bu hayatta biliyorum



Ölümün kenarı kıyısı

Ölümün ucu bucağı

Ölümün sonu başı

Ölümün artısı eksisi

Ölümün nuru!



Öyleydi evet

Babaannem öldüğünde sırtındaki kambur gitmiş, annemin dediğine göre. Ve yüzü nurlanmış, yüzü çizgilerinden arınmış... ben göremedim onu öyle, görmek ister miydim de, bilmiyorum... şimdilerde her payas’a gidişimde mezarının üzerindeki otları temizliyoruz babamla ve çiçeklerini babaannemin, suluyoruz... ölümün onu bizden aldığı vakit çok yaşlıydı nineciğim. Bilmiyorduk açıkçası yaşını. Nüfus cüzdanındaki tarih yanlıştı ona göre. Hatırlamamış zamanında yaşını, bulmuşlar bir doğum günü ona yazıvermişler işte, ne önemi var ki!... şimdi ben hala merak eder dururum nineciğim kaç yaşında öldü diye. Öldü işte, öldü gitti işte... kırgızların söylemi ile, ikinci ömrü uzun olsun! Ben yine de içim rahat etsin diye kendi söylemimizi tercih ediyorum, mekanı cennet olsun, gülmeyen gül yüzü gülsün... anneme göre vefatında yüz-beş yaşında idi... uzun bir ömür, ama bitti!



O, Osmanlı görmüş bir kadındı. Osmanlı sikkelerinden bahsederdi. Altın alıp altın verdikleri zamanları anlatırdı. Altın alıp altın vermek... kulağa garip geliyor. Neydi altına bu etkiyi veren. İnsandı elbet. İnsan altını altın yapalı beri, altın altın! İnsan elması elmas yapalı beri, elmas elmas! İnsan parayı basalı beri, para para! İnsan yaptı her ne yaptıysa. Kıyamet bile insan yüzünden kopmayacak mı! Mesafeler kısaldığı zaman... mesafeleri kısaltan kim!



Ölümün sağı solu

Ölümün varı yoğu

Ölümün taşı toprağı

Ölümün tülü duvağı

Ölümün yurdu!



Kaç yaşında insan ölümü düşünmeye başlar acep, ne bileyim.. ama var zamanda ne çok ölmek ister insan bilip bilmeden, ölümün tadını tuzunu. Bir yerde okumuştum ‘insan ölümü istememeli’ diye. Ölüm neden istenir! Babaannem ‘al artık şu ruhumu, kurtulayım’ derdi. Kurtulmak... Neyden kurtulmak isterdi nineciğim. Dedemden mi! Yaşamadığı hayattan mı! Fazla yaşayıp tadamadığı dünyadan mı! Balkon köşelerinde sevgi beklemekten mi! Kurtulmak isterdi işte, birşeylerden. Demek onu yeterince sevemedik. Gitmek istediğine göre...



Sevmeyi bilmek! Nasıl bilinir sevgi. Satılsa satılmaz, alan bile olmaz satılsa ‘sahtedir’ diye, artık sevginin olmadığı yerde güven de yitip gitmeliydi çünkü. Vitrinlerde sunulsa gözlere sevgi, görülmez, kimse dönüp bakmaz bile, gördükleri bir hayal gelir çünkü. Sevginin olmadığı yerde gözler hayalden başka ne görebilir ki!



Ölüm sadece insan için mi!



Ölümün canı ciğeri

Ölümün eti kemiği

Ölümün yağı balı

Ölümün buzu karı

Ölümün tonu!



Ölümde bir sessizlik mi vardır, yoksa ağıt mı... Sessizliğin de bir tonu var mıdır acep. Vardır vardır. Hani derler ya, ‘ölüm sessizliği...’ Dendiğine göre olmalı bir tonu, bir tınısı, bir melodisi, bir şarkısı... ya eyvah’ı nerededir ölümün!



Ölümün vakti zamanı

Ölümün teki çoku

Ölümün dokunuşu!



Uyarıldım dün gece

Biri geldi başucuma ‘eyvah! pek de genç, pek de güzel.
 




ALINTI