๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 23 Eylül 2010, 15:53:02



Konu Başlığı: Mevsimlerin en çocuğu bahar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 23 Eylül 2010, 15:53:02
Mevsimlerin en çocuğu: Bahar



Toprak ana, yavrularının alnından tek tek öperek uyandırıyor onları kış uykusundan. Bahar geliyor…

Yemyeşil, ışıl ışıl kıyafetleriyle bahar, yine misafir olmak üzere adım adım yaklaşıyor, bahçelerimize, evlerimize ve gönüllerimize…

Bahar sizlere de bir avuç berrak su birikintisini mi hatırlatır?

Çocukluğunu hayat bilgisi kitaplarındaki yahut sınıflarda asılı olan mevsim şeritlerindeki baharlar gibi dolu geçiren bir yetişkin olarak ben, doğrusu geçmiş bahar rüzgârlarını aramıyor değilim. Evimin bahçesinde kayısı, elma ve kiraz ağaçları var. Onların canlanışını ve yeni bir hayata “merhaba” deyişlerini her yıl merakla bekliyorum.

Bahar bizi her ne kadar heyecanlandırsa da, günümüz çocukları ve gençlerinin zaman mekan anlayışı bizi umutsuzluğa yöneltiyor, biraz da yürek burkuyor…

Biz çocukluğumuzu, ağaç dallarında dut yiyerek, can eriğinin yeşilini adım adım yaşayarak yahut bir sarı papatyanın,  o insanı ayrı dünyalara götüren kokusunu içimize çekerek yaşadık. Bazen bir gelincik tarlasında koştuk, bazen bir derenin berrak sularına bıraktık ayaklarımızı, biz çocukluğumuzu, çocuk gibi yaşayanlardandık velhasıl…

Oysa şimdi…Bir avuç bilye bile yabancı geliyor günümüz çocuklarına. Çelik çomağın o doyumsuz zevkini yahut sokak lambasının aydınlığında güzelleşen saklambaçları bilmiyorlar…Bilgisayar hapsine bilmem kaç saat gönüllü mahkum olan çocuklarımız, testlerle kat be kat artan beyin yorgunluklarını, kendilerince buldukları dinlenme vasıtalarıyla giderdiklerini sanıyorlar. Bilgisayar oyunları, çocuklarımızı o denli ele geçirmiş ki pencereden, dışarıda olup bitenleri seyretmek bile onlara vakit kaybı gibi geliyor nerdeyse.

Güneş batıyor oysa… Kıpkızıl elbisesiyle güneş, yorganını çekiyor üstüne. Dallarda kendi melodisini tutturmuş serçeler bile, çocukları arar gibi. Onlar da biliyor çünkü, çocuksuz bir baharın bahar olmadığını. Hadi diyorlar, bahçelere inin, kayısıların yeşilden sarıya dönüşündeki mucizeyi yaşayın. Karıncaların telaşına şahit olun ve bir üzüm tanesinin  büyüyüşüne…

Çocuklarımız, bu yükü nasıl kaldırır bilinmez, ama durum gittikçe vahimleşiyor. Çocukların bilir bilmez telaşına, anne ve babaların tedirginliği karışıyor sonra. Hafta sonu kursları, akşam dersleri, öğlen arası etütleri ardı ardına koşuyor, ardından çocuklar…

Ya çocukluk? Ya ümit, neşe, cıvıl cıvıl hayat? Peki onlar ne olacak? Hayatının en güzel çağını, bir ağacın gölgesinde, önüne düşen meyveyi tadamadan geçiren bu yavrucaklar geleceğe ne taşıyacak dersiniz? Testlerle unuttuğu dilini mi, müzik diye dinletilenlerle yitirdiği masallarını mı, yoksa bilgisayar ekranının aydınlığında kararan hayal dünyasını mı? Hiç birini !...               

Çocuklarımız, gelecekte çocuklarına anlatacakları bir çocukluk anısı bile bulamayacaklar. Ne acı değil mi?

Öğrencilerime her bahar tavsiyelerde bulunurum: Ağaçlara tırmanın çocuklar, çimenlere uzanın, toprakla haşır neşir olun, bir dere kıyısında ayaklarınızı sularda gezdirin. İleride bilgisayar kullanacak çok zamanınız olacak, belki de teknolojinin ilerlemesiyle çok daha donanımlılarını kullanacaksınız. Ama çocukluğunuz, kaldığı yerden devam edemeyecek maalesef…

İlerleyen yıllarda ağaca çıkamayacaksınız mesela, yahut çamurdan evler yapmanız, garip karşılanacak çevrenizde. Sokağa çıktığınızda, değil saklambaç oynamak, bir arkadaşınızla oturup bir iki laf etmek için bile vaktiniz olmayacak.

Üstelik, çocuklarınıza bilgisayar oyunlarındaki karakterler dışında anlatabileceğiniz hiçbir anınız olmayacak…

Gelin, bu acıklı sonu değiştirin. Teneffüs zili çalmak üzere, eve gittiğinizde sokağa veya bahçeye çıkın, derin bir nefes alın sonra. Ağaçların tüm hayat hikayesini, bir de onların dilinden dinleyin böylece…

Hayat, çocuklarımızı nereye götürür ya da nerede bırakır bilemiyorum. Bildiğim tek şey, bizlerden çok daha şanslı gibi görünen bu neslin, aslında gün geçtikçe şanssızlaştığıdır. Çünkü artık, bahçeler yok ediliyor, meyvelere,  olmadık hainliklerle farklı dünyalar enjekte ediliyor, dahası gelincik tarlalarının yerine kocaman alışveriş merkezleri kuruluyor…

Çelik çomak veya körebe gibi oyunlar, ilkokul kitaplarında, çocuk oyunları sayfalarında öğrenilmeyi bekliyor. Ve dereler… Minicik yavru balıklara,  elinizle tutacak kadar yakın olduğunuz dereler artık yok…Ninelerimizin anlattığı masallar “masal” geliyor kimilerine. Bez bebeğimiz yok, telden kamyonumuz yok, topacımız yok, yok,  yok…

Olsun… Her şeye rağmen ümit var.  Üstelik,   şu binanın ardında çekingen bir çocuk gibi duran kiraz ağacı hala ayakta.  Haydi o zaman yeni bir nesli ve yeni bir baharı yaşamaya…
 
 
Filiz Kalyon