๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:00:31



Konu Başlığı: Mevlana hep mevlaya sığınmıştır
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:00:31
mevlana hep mevlaya sığınmıştır

Şimdiye kadar hemen hemen hiçbir yazımda başlık koyma sıkıntısı çekmemişimdir. Konu Mevlana olunca, Mevlana yılı olunca birçok çağrışımlar zenginliği birlikte gelmiştir. Unesco, dolayısıyla Batı'nın tavrını dikkate aldığımda 'Mevlana Yılında Kendinden Kaçan Batı” diyesim geldi. Anmanın folklorik bir yaklaşımla başlatıldığını okuduğumda 'Mevlana'yı Anmak mı Anlamak mı” başlığını düşündüm. Neticede yukarıdaki başlıkta karar kıldım.

 

Zirve şahsiyetlerimizi hayırla yâd etmek, anmak bizim kültürel geleneğimizin pörsümeyen, eskimeyen en güzel davranış biçimlerinden birisidir. Özellikle bunlar kültür coğrafyamızı zenginleştiren, millet olarak yaşama şeklimize sağlıklı biçimler kazandıran, mukaddeslerimizi dilden gönüllere yerleştirme ve her bir hayatta yeşertme görevlerini üstlenen en sağlam dayanak noktalarımız ise durum daha da başka önem kazanır.

 

Mesele zirve ya da abide şahsiyetleri sadece anma basamağında bırakmakla bitmiyor. Eğer anma basamağından anlama şuuruna yükseltemiyor, bu şuuru insan olarak hayat sayfalarımızda, millet olarak sosyal hayatımızda yaşatamıyorsak “bizim oğlan bina okur” sürümünün yansıması olmaktan öteye gidemeyiz. Bu şekildeki anmalar da ister-istemez gösteri veya folklorik bir yapılanmayı hiçbir zaman aşamayacaktır. Eğer anma, anlamak amacıyla yapılmıyorsa anlamadan anmaya yönelişte hep çarpıklıklar, tezatlar, yanlışlıklar sergilenecek demektir.

 

Unesco'nun, Mevlana'nın doğumunun 800'üncü yılı nedeniyle 2007'yi “Mevlana Yılı” ilan etmesi üzerine bir haber şöyle veriliyor: “Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından ilan edilen “2007 Mevlana Yılı” etkinlikleri, Aspendos Antik Tiyatrosu'nda düzenlenen tasavvuf müziği konseri ve sema gösterisiyle başladı.”

 

Bu haber belki de çoğunluğu sevindirmiştir. İlgili yazılar okunduğunda, Türkiye'nin tanıtımı adına büyük bir gelişme olduğunu, bilmem şu kadar döviz getireceğini, yurdumuza dışarıda olumlu imaj kazandıracağını, vs. vs…. sıralayanları görebiliyoruz. Kimimiz buna samimi duygularla sevinirken, çoğumuz da arka plan gerçeğini düşünmek ya da pek sorgulamak istemiyoruz.

 

Burada üzerinde durulması gereken davranışa sebep olan “kaynak meselesidir”. Ya da “kaynaklar”dır. Adına ne derseniz deyiniz, şu veya bu güçten de bahsedebilirsiniz. Ancak kendi dayanak noktalarını, yaşama ve hayat biçimlerini kendileri tespit edemeyenler hep bir mazeretin peşinde sürüklenirler. Gerçek veya hayali engellerden de bahsederler. Hatta önlerine konan dayatmaları da sorgulamadan benimseme yarışına girebilirler. Mesela 2007 yılının Mevlana Yılı ilan edilmesi gibi… Bayram şekeri almış çocuk gibi bu ilana hemen sevindik. Oysa Mevlana'nın dayandığı iman temellerine en iğrenç hakareti layık görenler de aynı zihniyetin uzantıları olduğunu sorgulama gereğini hiç hissetmiyoruz. N'oldu? Bu sorudan rahatsız olanların varlığını hisseder gibiyim?

Akıl, idrak sahiplerine sesleniyorum:

Düşünebiliyor musunuz?

Güya büyük bir güç olarak 11 Eylül'ü bahane ederek Haçlı Seferlerinin başladığını ilan edeceksiniz…

 

Danimarka, Fransa ve benzeri ülkelerde Mevlana'nın inandığı ve düşüncelerinin dayandığı dinin Peygamberine hakaretleri “özgürlük” sayacaksınız…

 

Aynı zihniyetin en büyük dini temsilcisi olarak İslâmı ilimden, insanlıktan uzak hurafeler yığını olarak göstereceksiniz…

 

Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde istilalar yapacak, savaşlar çıkaracak, dünyanın gözü önünde işkence sahneleri yayınlayacak ve demokrasi götürdüğünüzü söyleyeceksiniz…

 

Sonra da hiç utanmadan, sıkılmadan 2007 yılını Mevlana Yılı ilan edeceksiniz. İkiyüzlülüğün bu kadarına da pes doğrusu.

 

Bunun için diyoruz ki Mevlana'yı anlamadan anmak 2007 yılını çarpıklıklar panayırına çevirmek demek olacaktır. Öncelikle Mevlana'nın;

 

Men, bende- Kur'anem eğer can darem,/ Men hak-i reh-i Muhammed Muhterem... yani “Canım var oldukça ben Kuran'ın kölesiyim/ Ben Muhammed Muhtar'ın ayağı türabıyım...,” dediğini ve buna iman ettiğinin bilinmesi gerekir. Çünkü;

 

Mevlana'da Allah aşkı bir volkan,

Mevlana'nın tek sarıldığı Kur'an.

 

Mevlana'nın iman dayanağı dikkate alındığında O'nun ne gösteri ne de folklorik bir anlayışı sergilediği ifade edilemez. Çünkü Mevlana'nın kendisi bir iman, bir inanç adamıdır. Dayanak noktası da İslam'dır. Başka vahalarda, başka vadilerde Mevlana düşüncesinin aranmasında hiçbir iyi niyet göremiyorum.

 

Tamam, Mevlana hoş görülüdür. Mevlana kim olursa olsun herkesi dergâhına çağırmıştır. Mevlana bütün insanlığı kucaklayıcı düşünce ve fikirlerin adamıdır. Ancak bütün bunların dupduru kaynağı Kur'an'dır, İslam'dır. Sırf “İslam” dememek için, “Kur'an” dememek için Mevlana diyecekseniz durum başkadır. Ancak art niyetler biriktirmeden Mevlana diyor ve bunda da samimi iseniz, neticede kaynağa sizler de ulaşacaksınız inşaallah.

 

Şunun çok iyi bilinmesi gerekir ki;

 

Mevlana Şems'in aşkında yanmıştır,

Mevlana, hep Mevla'ya sığınmıştır.

 

Yıl boyunca yapılacak törenler, anma programları eğer Mevlana'yı anlama amacıyla, Mevlana fikrinin kaynağından faydalanma gayesiyle olursa ve olacaksa elbette olumsuz hiçbir sözümüz olmayacaktır. Yok eğer yine Mevlana'ya şaşı bakmaya devam edilecekse, bundan Mevlana'nın kemikleri sızlayacak, şuuraltı haçlılık bundan kazanımlar elde edecektir. Mümkün olduğu kadar yıl boyu sürecek programların izi sürülmeye devam edilecektir.


İhsan KURT