๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2010, 14:21:52



Konu Başlığı: Kendim benliğim
Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2010, 14:21:52
KENDİM / BENLİĞİM

Bir yanlışa iki doğruyla mukabele etmek de haksızlık değil midir?

İki doğrunun ileteceği mesaj bir yanlışı fazlasıyla bertaraf ettiğinde kelimeler düzeltme niyetini bozup öğüt verici bir görev üstlenmiş olmaz mı?

Ya da kelimeleri evirip çevirirken anlam kaygılarını bir kenara bırakmış, ‘kendimizi’ ispat çabasına girişmiş, psikolojik baskı unsuruna dönüşmüş olmaz mıyız?

Bir soruya cevabından fazlasını vererek akıl karışıklığına yol açmak ve zihnin duvarlarını kaplayan ince zarda rahatsız titreşimler meydana getirmek gibi.

Dünya ve evren kaynaşmasındaki ilişkiler atlasında birden fazla çelişki bularak tüm kabullenişleri bir kenara bırakıp mütemadiyen sorgulayıcı, çokça septik bir tavırla beyinleri kuşatmak.

Her meselenin öncesini, her düşüncenin sonrasını hesap etme çabasında, kurallara karşı durup bir arınma nöbeti devralmak.

Ve ilginçtir, esasında teslimiyete karşı dururken birden sonsuz bir teslimiyet yüklenip özgürlükçü misyonumuzdan sıyrılmak ve kabullenişin en körünü hayata yansıtmak.

Varoluşsal açlığın fazla soruya mahal vermediği (!) bir dünyada ne, neden, niçin üçlemini genişletmek, var olandan hareketle duyumsamamız gerekenlere doğru iki adım ötesi görülmeyen zifiri bir mağarada ilerlemek gibi ilerlemek değil midir ihtiyaç? Bununla birlikte, insanın kendini anlayabilmesi değil midir evvel? İnsanın kendini anlayabilmesi için, davranış kalıplarını içsel olarak gözlemlemeyi öğrenmesi, dikkati bu kalıplardan uzaklaştırması ve sonuç olarak benliğini bir yana bırakması gerekmez mi?

Başlı başına bir denge timsali olarak sabır azığıyla, kavramların hem gizli hem açık dünyasında inzivaya çekilmek gerekmez mi?

Sorarak, arayarak, bularak…

Her adımda teşekkülü yaşamak…

Kelime, anlam, mantık, benlik, gerçek, doğru, kimlik ve sair kavram birbirine olanca hızıyla çarpıp zelzele oluşturduğunda, şakakları çatlarcasına ağrıttığında, işte o an, hakikat istikametinde hırs gömleğini atmış, azim yelkeniyle yeni bir ufka açılmış olmanın doyumsuzluğunu tatmak.

Benliğimiz ile kendimiz arasındaki ince çizgiyi belirginleştirmek ve hangisinin ne olduğunun ayrımına varabilmek. Ruhun tüm ihtiyaçlarını, teâmülünü benliğe atfederek tekâmül sürecinin önünü açmak, aynı zamanda kendilik bilincini daha somut bir düzlemde ele almak, anlamak, anlaşılmak için kendimizi en yalın biçimde yansıtabilmek. Bunu yaparken, makul bir izahata girişmekten öteye gitmemek, meseleyi kesin bir ayrıma sürüklememek.

Olduğu gibi görünmek adına, ol’maya doğru…

Aslında benliğin de, kendi olmanın da bir tek menbaı olduğunu bilerek tefekkürâtı ‘vahdet’ hakikatinde birleştirmek.

Dünya zihnimizi fazlaca kurcalarken her geçen gün yeni bir alemin kapısını bilinçli ya da bilinçsiz aralamak kontrol mekanizmalarını büyük ölçüde devre dışı bırakırken; bir sığınma, gerçek manada arınma için vahdet düzleminde sebat etmek. Hem teslimiyeti, hem sorgulayıcı-şüpheci kimliği elden bırakmayıp ifrat ve tefrit dengesini ‘kendimiz’ ve ‘benliğimiz’ için sağlayabilmek.

Kendimizi kötü hissetmekten, kendimize kızmaktan, kendimizden usanmış olmaktan uzaklaşarak benliğimize hak ettiği değeri verebilecek olgunluğa erişmek adına.

“Dünya’nın hakikati maddenin çoğul şekillerinde değil, bir olan ifadesindedir.” diyebilmek gönül rahatlığıyla. Kabul edilebilir hipotezlere varmak için vahdet hakikatine odaklanmak. Hakikati benlikte bulmak, fikir ve his kıvılcımlarını hakikat değirmeninde öğütmek, vahdette yegane sırra bürünmek.

Tüm bunların evvelinde, hakikat arayışında olmak, hayatı paradokslarla anlaşılmaz kılmaktan vazgeçmek, hakikatin tekâmülüne zemin hazırlamak, vahdet gerçeğinde benliğin ve kendimizin birlikte gizli olduğunu fark etmek gerektir. Tüm dayatmaların baskısına karşı durabilme dirayetini gösterip kendi aklımız vasıtasıyla benliğe varmak, insan olmanın verebileceği en büyük hazzı benlik ile kendi olmak vuslatında hissedip madde-mana bütünleşmesinin aksinde canlanmak.

“ Maddi şeyler, madde olarak ele alınınca, haşindirler. Birbirinden bağımsız, karşılıklı olarak fenalık etmeye hazırdırlar. Hudutsuz inat hürriyeti arayan bencil duygularımıza benzerler. Kendi hallerine bırakılırlarsa yıkıcıdırlar. Fakat ortalarında vahdet idealinin bayrağı yükselince, vahdet bu asi kuvvetleri hükmüne ram eder ve hilkat kendini gösterir. O hilkat ki; barış, dinginlik ve münasebette vahdet demektir.”*

Benliğimize odaklanmak…

Kendimizin farkına varmak…

Vahdet ikliminde baharı yaşamak adına.
 

*R. Tagore / Şairin Dini



Zehra Betül BULUT