๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 25 Mart 2010, 12:41:56



Konu Başlığı: Kazandırabilme Sancısı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Mart 2010, 12:41:56
Kazandırabilme Sancısı 

Kendi huzuru, saadeti, emniyet ve güveni adına hayatına ve topluma çeki düzen vermede faydalı olabilmesi için insan, ciddî bir azim ve kararlılık göstermelidir.

Gerçek iman odur ki, ona sahip insanın, "elinden ve dilinden herkes emindir". İşte bu emin insandır ki, yer yüzünde sulhun, emniyet ve güvenin gerçek temsilcisi ve bekçisidir.

Şu hâlde, insanın, dünya ve ahiret hayatını tehdit eden çatışma, harp etme ve kan dökme yerine, uzlaşma, anlaşma ve barışmayı tercih etmesi, "medenilere galebe ikna iledir" prensibiyle hareket etmesi, kendine ve bütün insanlara insanca yaşayabilecekleri bir ortamın hazırlanması için ne yapabiliyorsa yapması, onun insanlığının gereğidir. Ayrıca insan, mal, can, namus ve inanç emniyeti adına, bu yolda fikir sancısı çekip, zorluklara ve sıkıntılara katlanıp, vurana elsiz, sövene dilsiz, hak ve özgürlüklere saygılı, düşmanın dahi takdir edeceği tatlı dilli, güler yüzlü, örnek ve numune bir hayat sergilemeli, farklı inanç ve düşüncedeki insanların barış, huzur ve emniyet içinde birlikte yaşamalarını temin etmek maksadıyla herkesi kendi inancı, milliyeti, rengi ve dili, gelenek ve göreneği ile hoş görmeli ve herkese karşı saygılı davranmalıdır.

Bu hususta en güzel örneğimiz, düşmanların bile "Muhammedü'l-Emin" diye hitap ettiği, insanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sas)'dir. Cihanların, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı o nur varlık, amcası Hz. Hamza'yı şehit edip ciğerlerini söken Vahşi'ye karşı bile mukabil plân yapmıyor, onu insanlığa nasıl kazandırabilirimin sancısını çekiyordu.

Evet, "haklı, insaflı olur" prensibiyle hareket ederek, renk, ırk, dil ayrımı yapmadan bütün insanlığa hizmet verme, faydalı olma, kendi huzurunu, başkalarının saadeti için terk edip, enerjisini, ilmini imkânlarını bu yolda harcama fedakârlığında bulunanlar, milletimize ve topyekûn insanlığa en büyük iyiliği yapmış olacaklardır.

"Ey inananlar! Size fâsık bir adam bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (Hucurat, 6) Toplumda telâfisi zor yaraların açılmaması için, tahkikatın iyi yapılması, peşin hükümle karar verilmemesi gerekir. Zira beşerî zaaflarla malûl olan insan, yanlış yapabilir. Her yaptığı doğru olmayabilir. Fakat, diyalogla, görüşüp konuşmakla, tanışıp kaynaşmakla hatalar tashih edilebilir.

Dünya 21. yüzyıla hızla ve hazırlıklı olarak girerken, milletimizin yeni sarsıntılara tahammülü yoktur. Bizi ayakta tutan maddî ve mânevî dinamiklerimize sahip çıkmalıyız. Değişik vesilelerle millî bütünlüğümüzü zedelemek isteyenlerin istismarlarına fırsat vermemeliyiz.

"Allah, her toplumu yaptığına göre cezalandıracaktır." (Casiye, 14) Zulmedersen, zulüm görürsün, "etme-bulma" dünyasında yaşadığımızı unutmamalısın. Hiçbir dinde, hiçbir millette, hiçbir anlayışta zulüm payidar olmamıştır. Milyonlarca insanın eti, kanı, kemiği üzerine kurulan bir rejim (komünizm), bir asır bile dayanamamıştır.

Zâlimin zıddı mazlumdur. Haklı dahi olsan zulüm meşru değildir. Tarihin derinliklerinde nice zâlimler vardır ki (Neron gibi), kendi zulümleri içinde boğulmuş ve mahvolup gitmişlerdir.

İnsanlara faydalı olmak için; yavrularına kusmuk veren kuş gibi değil, arının bal, koyunun süt vermesi gibi davranmalıyız.

Şairimizin;

"Tefrika girmeden bir millete düşman giremez;
Toplu çarptıkça yürekler, onu top sindiremez."


nidası; beş asır öteden bir Türk serdarının,

"Milletimde iftirâk u tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihad etmekken savlet-i a'dâ'yı def'a çâremiz,
İttihad etmezse millet, dağidâr eyler beni."


feryatları ne büyük bir hakikati ifade etmektedir.

Etrafımızı saran, boğazımızı sıkmaya çalışan düşmanlarımız, insanımızı birbirine düşürmek, parçalayıp bölmek ve muradına ermek için yeni yeni sistemler, stratejiler üretecek ve uygulamaya çalışacaklardır.

Mesuliyetimizin şuurunda olarak, memleket ve milletimizin derdini, ızdırabını çekmeli ve hep kendi doğrularımıza göre hareket etmeyi bırakıp, başkalarının doğruları yanında benim doğru zannettiğim düşüncelerimin de yanlış olabileceğini hesap ederek, onların doğrularına da saygılı davranmalı ve şûra'ya önem vermeliyiz.

Nefsimizin savcısı olma, yani kendi kusurlarımızı görme, başkalarının ise avukatı olma, yani onları müdafaa etme mülâhazası ile hareket ettiğimiz takdirde, dış mihraklar içimize sızmaya, hasım güçler de tahribe fırsat bulamayacak, bulanık suda balık avlayamayacaklardır.

Şehirleri alt üst eden, ümranları harabeye çeviren zelzeleler, gemileri yutan dağvârî deniz dalgaları karşısında, sebeplerin sukut ettiği hengamda, insan aczini, zaafını itirafla, dua-dua yalvardığı gibi, içtimaî dalgalar ve zelzelelere maruz kalanların da, hepimizin tek müracaat kapısı ve sığınağı olan Müsebbibü'l-esbâb'a, yani Allah (c.c.)'a dua-dua yalvarması ve asla acze ve ye'se düşmeden, sebeplere riayette kusur etmemesi gerekmektedir.

A. Haydar POLAT