๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 12 Kasım 2010, 21:00:12



Konu Başlığı: İsimsiz sokak
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 12 Kasım 2010, 21:00:12
İsimsiz Sokak


 

Ben, isimsiz sokak...

Sabır yumaklarından sükûnet ipleri çözülür, tevekkül içinde... Ve sessiz, mütevâzı bir saadet örülür burada. Her ilmekte, uzun bir hikâye gizlidir.

Ben, isimsiz sokak...

Yorgun, durgun ve mütebessim bir hattattır burada zaman. Hayâtın, her an tükenesi mürekkebinden derin çizgiler çeker insanların alınlarına... Her kıvrımında hakikat, her kıvrımında nasihat, her kıvrımında dua...

Böylesi bir sokak işte burası. Herkesin baktığı; ama, herkesin göremediği.

Seçim konvoylarından, temel atma törenlerinden, açılışlardan, galalardan, kokteyllerden, jübilelerden, basın toplantılarından uzaklarda bir yerlerde...

Ben, isimsiz sokak...

İçimde bir endişe var. Bir bebek ağlıyor gibi içimde... Belki de korkuyorum. Evet korkuyorum; bir gün, bütün bunları elimden alacaklar diye.

Korkuyorum, şu asırlık ahşap evleri alacaklar diye benden. Kimler doğdu, kimler öldü o evlerde bir bilseniz... Bilseniz, çocukların o mâsum, o pervâsız, o coşkulu kahkahaları, nasıl taştı pencerelerden senelerce... Ve ne kadar derinden, ne kadar şefkatle sevdiler torunlarını, dedeler ve nineler, bir bilseniz... Bir bilseniz, kaç genç kız, telli-duvaklı çıktı şu gıcırtılı kapılardan ve kaç anne gözyaşı döktü arkalarından... Bir bilseniz, ne kavuşmalar, ne ayrılıklar yaşandı şu evlerde... Kaç çiçek büyüdü, kaç çiçek soldu şu pencere önlerinde, bir bilseniz... Mangallar nasıl yakıldı; sedirli, kilimli, hoş kokulu odalarda. Kahveler nasıl ikrâm edildi, kitaplar nasıl okundu, sohbetler nasıl dinlendi şu evlerde, bir bilseniz...

Kimler uykusuz kaldı şu evlerde, geceler boyu bir bilseniz... Kimler gitti gurbete ve kimler dönmedi bir daha... Bilseniz, kaç mektup geldi uzaklardan. Kimlerin yolları gözlendi yıllarca... Duâlar nasıl edildi, sûreler nasıl okundu şu evlerde... Kaç saadet yaşandı şu evlerde, bir bilseniz... Mutluluğun çiçekleri nasıl tomurcuklandı çilekeş gönüllerde. Umûdun sarmaşıkları nasıl tırmandı usûl usûl, hayatın yüksek duvarlarına... Ve bir bilseniz, kaç cenaze çıktı ansızın, şu rengi her yıl biraz daha soluklaşan ahşap evlerden, beklenmedik zamanlarda... Yürekler nasıl dağlandı ve nasıl sabretti geride kalanlar, bir bilseniz...

Ben, isimsiz sokak...

Korkuyorum, şu asırlık ahşap evleri alacaklar diye benden... Korkuyorum, şu, eski beyaz çeşmeyi sökecekler diye yerinden. Koparacaklar diye tasını zincirinden. Oynatacaklar diye, taşlarını yerinden. Atacaklar diye, kitâbesini yerlere.

Kimler susamış olarak geldiler şu çeşmeye uzaklardan ve kimler yudumladılar suyunu, bir bilseniz... Bir bilseniz, kimlerin yüzünü yıkadı şu berrak damlacıklar. Şu şırıltılar kimlerin gönlüne doldu, kimler ferahladı sesinden... Kimler besmele çekti, kimler şükretti sonra... Bir bilseniz, kaç yolcu dinlendi başında ve kaç yolcu uzaklaştı gitti buralardan, hayır sâhiplerine duâlar ederek. Kaç yemek pişirildi, kaç çay demlendi şu çeşmenin suyuyla, bir bilseniz... Hep su verdi susuzlara bu çeşme; her zaman, hiç durmadan. Pırıl pırıl, şırıl şırıl... Senelerce...

Ben, isimsiz sokak...

Korkuyorum, şu eski beyaz çeşmeyi sökecekler diye yerinden... Korkuyorum, şu koca çınarı kesecekler diye bir gün. Gölgesini alacaklar diye üzerimden. Yersiz-yurtsuz bırakacaklar diye şu serçeleri, güvercinleri... Koparacaklar diye hâtırâların dallarını, birer birer. Ayıracaklar diye şu sabah esintisinin sesini yapraklarından. Susturacaklar diye, altındaki sohbetleri. Bölecekler diye, şu şen-şakrak çocukların oyunlarını; saklambaçlarını, körebelerini... Koparacaklar diye, salıncaklarını...

Ben, isimsiz sokak...

Korkuyorum, şu koca çınarı keserler diye birgün... Korkuyorum, şu sokak lâmbasını sökerler diye bir gün. Geceleri etrafında pervanelerin döndüğü şu tozlu, gevşek ampulü söndürecekler diye. Devirecekler diye, gecelerimin o sessiz-sedâsız aydınlığını... Bitirecekler diye, öldürecekler şu uzayıp kısalan gölgeleri...

Ben, isimsiz sokak...

Korkuyorum, şu sokak lâmbasını sökecekler diye bir gün... Korkuyorum, bir gün çekip gidecek diye, bakkal Hüseyin Efendi; manav Şevket, kasap Nûri, terzi Cemal... Korkuyorum, emekli Abdullah Hoca gidecek diye birgün; Ayşe nine, Fâzıl dede, Sâlihâ abla, Sabiha Hanım, Nilüfer, Şebnem, Serkan, Selçuk... Sonra, şu çocuklar... Bekir, Ali, Nevzat, Erdal, Ferhat, Mehmet... Hepsi, hepsi gider diye korkuyorum.

Ben, isimsiz sokak...

Korkuyorum, gidecekler diye bir gün... Birer birer ve sessizce... Ve mahzûn ve dönmemek üzere...

Gönülden, tâ gönülden selâm verirler burada, selâm verenler. Sâlimce, selâmetle... Gönülden, tâ gönülden severler burada, sevenler. Uzun ve sessiz kervanlar geçer gönüllerinden... Gönülden, tâ gönülden konuşurlar burada, konuşanlar; bilerek ve inanarak... Gönülden, tâ gönülden dinlerler, burada dinleyenler; duyarak, anlayarak, hissederek... Gönülden, tâ gönülden okurlar burada, okuyanlar; her satır bir basamak olur onlara. Giderler, yükselerek, tırmanarak... Gönülden, tâ gönülden yazarlar burada, yazanlar. Harf harf dizerek duaları, yakarışları; ümit ederek...

Ben, isimsiz sokak...

Kimler geldi, kimler geçti buradan... Neler gördüm, neler işittim... Neler yaşadım, senelerce...

Ben, isimsiz sokak...




Serdar SORGUN