> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Hissedebilmek Şükredebilmek
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hissedebilmek Şükredebilmek  (Okunma Sayısı 966 defa)
25 Mart 2010, 14:55:55
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 25 Mart 2010, 14:55:55 »



Hissedebilmek Şükredebilmek

Bizden iki gözümüz istense ve karşılığında bütün dünyanın, hatta bütün bir kâinatın bize verileceği söylense ne düşünürüz? Bu teklifin üzerinde uzun uzadıya durma gereği duyar mıyız? Bunu kabul eder miyiz? Herhalde hemen hiçbirimiz, yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını bildiğimiz böyle bir yoksunluğu düşünmek dahi istemeyeceğimizden duraksamadan "hayır!" deriz.

Demek ki, aklımıza gelebilecek bütün maddî zenginlikler iki gözümüzü satın almaya yetmiyor. O halde, henüz tarif etmeyi başaramadığımız kalp, ruh, mânâ ve şuur yanımız bir yana, bu kadar pahalı bir maddî varlığımız olduğu, bunun bize, karşılığında hiçbir şey ödemediğimiz halde verildiği üzerinde bir an için duralım; yaşarken bu hakikati ne kadar sık düşündüğümüzü kendi kendimize soralım. Kalbimiz çalışırken, nefes alıp verirken, görür, işitir, konuşurken, yürürken, otururken, aldığımız gıdaları gayr-i iradî sindirirken aslında üzerimizde ne kadar pahalı bir sistemin işlemekte olduğunu hissedelim.

Görmeyen gözlerimizin yanısıra, kulaklarımızın da duymadığını varsayalım bir an için. Hemen şimdi gözlerimizi kapatıp kulaklarımızı tıkayalım. Ne hissediyoruz? Bu âlem ile aramızdaki kuvvetli bağların büyük ölçüde koptuğunu söylersek abartmış olur muyuz? Bu sadece renklerin ve görüntülerin kaybolması, seslerin kesilmesi anlamına gelmiyor. Renkler, sesler, hareketler ve bunların taşıdığı mânâlar da terkediyor dünyamızı (Görme, işitme gibi bazı duyulardan doğuştan veya sonradan mahrum kalanlarda genel olarak bu eksikliklerin başka duyu yeteneklerinin daha fazla gelişmesiyle bir dereceye kadar telâfi edildiği görülüyor. Görme ve işitme yokluğundan kaynaklanan açıkları, dokunma duyusu, kalp ve sezgiler aynıyla olmasa da ve biz nasıl olduğunu tam anlamasak da, belli ölçülerde kapatabiliyor).

Taklit edemeyeceğimiz kadar yüksek teknoloji ürünü cihazlarla donatılarak yaratılmışız. Dünyanın en gelişmiş lâboratuarlarında büyük harcama ve kafa yormalarla icat edilen bir robot sadece masa üzerindeki bir yumurtayı sert ve kesikli hareketlerle kırmadan alıp başka bir yere kırmadan koyunca üstün bir teknolojik başarı olarak nitelendiriliyor. İnsan denilen paha biçilmez varlığın basit gözüken, fakat aslında hiç de öyle olmayan fonksiyonları yanında bile ne kadar basit kalıyor bu!

İnsana öyle sağlam ve çok fonksiyonlu bir beden verilmiş ki, iki küçük ayak üzerinde durabilmesi bir yana, yapabildiği en basit işler nev'inden saatte 130 kilometre hızla koşabiliyor, zıplıyor, düşüyor, takla atıyor, darbe alıyor fakat bazısı kaslarla sıkıca sarılı bir iskelet sistemi içine yerleştirilmiş iç organları ve kafatası içinde muhafazaya alınmış beyni bozulmuyor, dağılmıyor; belli sınıra kadar büyük bir dayanıklılık gösteriyor.

Hastalandığımızda veya küçük bir keyifsizliğimizde, bilinçaltımıza "rutin" olarak kodlamış olduğumuz, hikmetleri üzerinde düşünme gereği duymadığımız davranışlarımıza, hatta ibadetlerimize bile dikkatimizi kolayca veremiyoruz. Yediğimiz, içtiğimizden lezzet alamıyor, dünya biraraya gelse iştahsızlığımızı yenemiyoruz. Hatta bunları bir an önce geçiştirmek istiyoruz. Bütün dikkatimiz, zamanımız ve çabamız rahatsızlığımız üzerinde yoğunlaşıyor. Verdiği ızdıraptan dolayı bizi bu kadar meşgul eden, zamanımızı çalan vücudumuzdaki bir fonksiyon bozukluğu, sağlıklı anlarımızın aslında ne kadar pahalıya yaratıldığını ve bunun bizim isteğimizle olmadığını göstermiyor mu?! O halde iyileşmek, sağlığımızı tekrar kazanmak, daha doğrusu beden ve akıl sağlığımız bizim elimizde mi?! Bunu istemek yeterli oluyor mu?!

Diğer yandan, Bediüzzaman'ın Hastalar Risalesi'nde ifade ettiği üzere, eğer sıhhatli iken bunun kıymetini bilemiyor, şükrünü kendi cinsinden eda edemiyor, bize sıhhati veren Zât'ı unutuyorsak, bu sıhhat aslında bizim için mânevî bir hastalık anlamına geliyor; fakat hastalık gözüyle uhrevî menzilleri görüp hayatımıza çekidüzen veriyorsak, tahammül dahilindeki hastalıklar bize bir sıhhat ve ihsan oluyor.

Dünyanın madden en zengin insanının tıbbın çare bulamadığı bir hastalığa yakalandığını ve tedavi için bütün servetini feda etmeye hazır olduğunu düşünelim. Halbuki onun yanıbaşında zâhiren fakir bir başka insan hiçkimseye herhangi bir ücret ödemeden sağlık içinde yaşamaya devam ediyor. Şimdi soralım: hangisi aslında daha zengin ve sıhhat kimin elinde?! Bozulan vücud fonksiyonlarımızı normale döndürmek için yapılan pahalı müdahaleleri düşünelim. Burada milyarlarca insanın hergün bedavaya sahip olduğu bir durumu, vücud fonksiyonlarının normal sınırlar içinde çalışmasını büyük masraflarla elde etmeye çalışıyoruz. O halde, sıhhatli bir ömür sürerken, her an Yaratıcımıza bunun karşılığında en basit ifadesiyle katrilyonlarca lira borçlanmış olmuyor muyuz?! Daha doğrusu bunu ödememiz istense buna gücümüz yeter mi?! (Maddî-mânevî yanıyla güç dediğimiz hususiyet bize mi aittir?!.).

Bir nefes...

İnsan birşey yemeden, sadece su içerek belli bir süre yaşayabilir. Su içmeden de bir müddet hayatta kalabilir. Fakat oksijensiz ancak bir-iki dakika yaşar. Hayatımız bizim için ne kadar önemliyse, oksijen de o kadar önemli ve kıymetlidir. Yine de onu sürekli kullandığımızın farkında değilizdir. Şu dünyada çok kıymetli varlıklar genellikle nâdir bulunanlardır; elmas, altın, platin, endemik bitkiler, nesli tükenmek üzere olan hayvanlar, çok kâbiliyetli yaratılmış olup herkesin yapamadığını yapabilen insanlar vs. Fakat oksijen insan için herşeyden daha kıymetli olmasına rağmen nâdir değildir, havanın olduğu her yerde bulunur. Kullandığımız oksijeni bizim üretmemiz, arayıp bulmamız, bunun için bir bedel ödememiz gerekmez. Oksijen kadar olmasa da su için de aynı durum sözkonusudur; insanların yaşayabildiği her coğrafyada su vardır. Ve onun bu kadar çok miktarda bulunması kıymetinden hiçbir şey eksiltmez.

Şimdi beş-on saniye kadar nefesimizi tutup bırakmayalım. Veya çok susadığımız bir anda elimize aldığımız bir bardak suyu hemen içmeyip, üzerinde biraz düşünelim. Ne kadar da zayıf ve âciz varlıklarız! Oksijene ve suya her an ne kadar da muhtacız! İşte bir yönüyle yerimiz ve cirmimiz bu: elle tutulamayan, gözle görülemeyen lâtif bir madde olmaksızın hayatı hemen sona erecek bir varlık. Ve herşey bir yana, sadece oksijen için bile her an Yüce Rabb'i hatırlamak, hatırda tutmak, vird edinmek, pratikte mümkün olmasa bile en azından bunun doğru bir hareket olacağını aklen, kalben tasdik etmek ne büyük bir nasiptir. Sıhhat ve huzur içindeki anlarımızdan, bize hesaba gelmez nimetler verilmiş olmasından dolayı bütün bunların gerçek ve çok cömert Sahibi'ni anmak. İşte Hz. Peygamber'in her an Allah'ı anması, bir dua insanı olması, her nesne ve iş karşısında O'na varan bir yol bulması, daha doğrusu, var olan yolları keşfedip insanlığı hakikate uyandırması bu nasibin en üst seviyesi olsa gerek.

Sultan Kanunî'nin iki veciz cümlesi, onun bu hakikati nasıl derinlemesine hissettiğini gösteriyor:

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."


Buradan, bu düşüncelerden yola çıkarak, hangi vasıflara sahip bir Yaratıcı'ya karşı saygı duymamız gerektiğini, bunun dünyadaki izafî saygılarla kıyaslanmayacak kadar farklı bir saygı olduğunu daha derinden idrak edebiliriz belki. Bize şah damarımızdan yakın olduğunu, rahmetinin gazabının önüne geçtiğini hayatımızda her an müşahade ettiğimiz bir Zât karşısında duyduğumuz haşyet zalim bir hükümdardan duyulan korkudan farklı değil midir?!.. Bu haşyet, böyle bir Zât'a karşı -tabir caizse- vefasızlık ve nankörlük yapmaktan korkmak duygusu olabilir ancak.

Eskiyen beden elbisesi

Bu kadar pahalı bir beden, insana bu dünyada önemli bir maksat için verilmiş olmalı değil midir?!.. Düşünen ve mânâ karşısında ürperen bir varlık durumundaki insanın mânâya açık tarafını sadece cismanî bir hayat tatmin edebilir mi? İnsan kendisinin madde yanını aşabilmektedir; bunu başaracak çok daha pahalı, anlaşılması güç (daha doğrusu imkânsız) mânevî fakülteler verilmiştir kendisine.

O halde fizikî beden, bilemediğimiz birçok hikmetinin yanısıra insana onun metafiziğe ve ebediyete açık ruh ve mânâ tarafı için bir altyapı olarak verilmiş olabilir. İnsanın bu dünyadaki imtihanı, o, bedeniyle yaşarken olmaktadır. İnsan önce bedenen yaşamalıdır ki dünya imtihanından geçsin, varlık âlemini ve kendisini ruhen ve kalben hissetsin.

Bedenin verilmesindeki bir başka hikmet, san'atla yaratan Yüce Rabb'in ilim ve kudretinin sonsuz tezahürleri olduğunu maddî nimetlerini görmek suretiyle de anlamamızın murad edilmesi olabilir. Cenab-ı Hakk bu bedeni çeşitli ihtiyaçlarıyla ve bu ihtiyaçları görecek sınırsız sayıda karşılıklarıyla yaratmıştır ve yaşatmaktadır.

Fakat, bu nâdide varlık gençlik döneminde kendisine verilen sıhhat ve gücü belli bir zaman sonra yitirmekte, o pahalı cihazlar eskisi gibi sağlıklı çalışmamakta, sonunda takdir edilen bir sebeple ölüp gitmekte, bir zamanların o pahalı bedeni çürümektedir. Hem de çok sevdiği bu dünyadan ayrılmayı hiç istemediği halde. Tıpkı garip bir tiyatro oyununda olduğu gibi:

Farzedelim ki, dünyaca meşhur tiyatro oyuncularının yeralacağı bir oyun sahnelenecek. Bunun için her tarafa duyurular yapılsın. Çok büyük masraflarla güzel sahne dekorları hazırlansın. Oyuncular için çok pahalı kostümler dikilsin. Dünyanın en büyük salonu tutulsun ve burası tıklım tıklım dolsun. Heyecan had safhaya yükselsin. Herkes nefesini tutmuş oyunun başlamasını beklesin. Sonunda muhteşem bir sahne açılsın; herkesin gözünü kamaştıran, hayran bırakan. Ve oyun başlasın. Meraklandırıcı ve sürükleyici olduğu baştan belli olan bir oyun. Fakat o da ne?! Birkaç dakika sonra perde kapansın ve oyunun bittiği ilân edilsin. Herkes şaşkınlık içinde kalsın. Bunun anlamı ne olabilir ki...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hissedebilmek Şükredebilmek
« Posted on: 25 Nisan 2024, 08:10:25 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hissedebilmek Şükredebilmek rüya tabiri,Hissedebilmek Şükredebilmek mekke canlı, Hissedebilmek Şükredebilmek kabe canlı yayın, Hissedebilmek Şükredebilmek Üç boyutlu kuran oku Hissedebilmek Şükredebilmek kuran ı kerim, Hissedebilmek Şükredebilmek peygamber kıssaları,Hissedebilmek Şükredebilmek ilitam ders soruları, Hissedebilmek Şükredebilmek önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes