๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 16 Mart 2010, 11:10:20



Konu Başlığı: His
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 16 Mart 2010, 11:10:20
His

İnsanlığımızın en ince yönü, his dünya­mız olduğu gibi; cemiyetin var olma veya yok olma noktasındaki hassas çizgisi de hep his ve hissiyat ile alakalıdır. Hissiz in­san, insanlıktan peyderpey uzaklaştığı gibi, hissiz bir cemiyet de yıkılacağı uçurumun kenarına gelmiş demektir.

Şairin nükteleri hep histen doğmakta değil midir? Histen yoksun fikir adamı düşünülebilir mi? Tamamen maddeye dalanlar dahi zaman zaman maddenin cidarlarını delip nefes alırcasına his, hülya dolu bir kafayı arîye olarak başlarına geçirmiyorlar mı? Maneviyatçı bir gönülden çıkacak hisli ifadeleri maktulü müdafaa eden avukat gibi dile getirmek mümkün mü? Kör, kısır, donuk ve madde gibi katı bir dimağdan, insanın tül gibi titreyen kalbine fağfur gibi en hafif dokunmalarla ses veren vicdanına, ince duygularına ve nazik latifelerine neler aksedebilir? Onun için geçici olarak, anla­yış değiştirerek maddeciliği terk etmeye mecbur oluyorlar. Yoksa propaganda güçlerini kaybedecekler.. İnsanı ve insanlı­ğı esir etmek ve maddeye mahkûm etmek için gene insanlığın istismar edilmesi gerekiyor.

Şairin iki hususiyeti vardır. Derin his ve ince fikir. Ondan sonrası artık inci gibi dökülen mısralar. Evet, hissizfikirlerde ve histen mahrum mısralarda sanat ne gezer. On­dan ne kalb istifade eder ne de zekâ.. İlmi hakikatlerin, his yüklü kıvrak ve oynak dü­şüncelerle bir yakınlığı olsa gerektir.

Cemiyetler, insanların hislerini kay­betmeye başladığı andan itibaren yıkılma­ya yüz tutarlar. Evet vurdumduymaz, his­ten uzak bir cemiyet mi? Kurtlaşmış bir ağaç gibi kuruyup ufalanması beklenen kof topluluk.. İşte bunu hisli gönül şöyle ifade eder:

“Rabbim, cemiyeti yok etmek mimuradın?”.
Ta insanımız bu kadar hissiz, bu ka­dar camid ve sessiz.

Muharrir ve edibler mükerreren:

“Avrupa son olarak, his dolu Gothe’yi gördü. Ondan sonra yıkılış.” diyorlar. Bu edebiyatın yıkılışı. Ya topyekün garb cemiyetinin sonu ne? Yani şu çılgın genç­lik, menfaatperest sistem ve medeniyet perdesi altında gizlenen gaddar ve sinsi simalar dünyası nereye gidiyor?

Osmanlı, en haşmetli devrini yaşadığı yıllarda hassas, ince, kanlı, canlı ve iman­lıydı. Memleket, herbir meseleyi dert edinmiş, düşünen kafalar ve safi gönülleri her güzel telkine açık, hazır kuvvet ve halkla doluydu. Milletin bir ferdi gibi mese­lelerin bizzat içinde, halktan hiç kopmamış idareci... Meselelerini bilen ilim adamı... Muti Millet... Ve dimdik ayakta koca bir memleket...

Hislerin süslemediği hakikatler cazi­beli olmaz. Nükteler ince bir düğümdür ki, hisle ve esnek bir zekâ ile çözülür.

Izdırab çekmeyenlerin, güzel bir eser verdikleri çok nadirdir. Doğum sancısı çekmeyen bir anne mi vardır? Sanatkârın veya hakikat erinin eserini vermesi, bir doğumdan geri olmasa gerek. Çile ve cefaçekmeyen bir şaire bülbül ne anlatabilir ki?

“Eşin var, aşiyanın var, buharın varki beklerdin
Hayret veriyorsun bana.. Sen böyle değildin''

Hayır, matem senin hakkın değil,

Matem benim hakkını.

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç

Bilmez afakîm!”


Yıkılışlar, çöküşlerimiz karşısında nerede gözleri ve gönülleri uyanık olmaları gerekenler?

“His yok, hareket yok, acı yok. Leşmi kesildin?

Hayret veriyorsun bana.. Sen böyledeğildin''


Evet, hayretle insan kendini sormak­tan alamıyor!

“Bu diyarın hani sahibeleri?” dersin;cinler,

“Hani sahipleri?” der karşıki dağdan bu sefer!

İş işten geçtikten sonra uyanmak ne acı! Yığınla içtimai çöküntü içinde harabe­de dolaşırken kan kusan silahlara karşı “Neşeli ol, genç kal” telkini ne hazin iddia.. Bu kadar hissizlik ölülerde bile düşünülemez. Bu Akil anlayışı yok olalı, gaflet bizi yağmalamış mı dersiniz?

Bütün bu hissizliklere rağmen, iç dün­yamızı ihtizaza getirecek bir bahar kokusu­nun içten içe bizi mest ettiğine ne dersi­niz? Bu bahar başka bahar olacağa benzer. Demet demet sevgi, gonca gonca fikir.. Ve gülistanımız his dolu..

Kasvetli bulutların, güneşli semalara terk-i mevki edeceği, kör, camid ve do­nuk hayatın da ter ü taze bir yaşayışa inkılap edeceği günlerin ümidiyle...

Fikri Cendel