๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 12 Mart 2010, 16:48:27



Konu Başlığı: Hayatın idare ve Sevki
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 12 Mart 2010, 16:48:27
Hayatın idare ve Sevki  

İnsanın yaşadığını bilmesi, niçin yaşadığını da bilmesini icap ettirir. Aksi halde hayat; akıbeti meçhul bir yolda, o yolun kural ve kaidelerinden habersiz ilerlemeye benzer. Bu husus, bu yolculuğun sebep ve gayesinin ne olduğunu tayin ve tespit etme zaruretini doğurur. Yapılacak olan bu tayin ve tespit işi ise, hayata verdiğimiz manaya göre, onun ulvi mahiyetiyle mütenasip oluşu veya olmayışı bakımından farklı şekillerde oluyor. Esasen hayatın manası ve mahiyeti hakkında doğru bir fikre sahip olmadan, onu sevk edebileceğiniz doğru bir hedefte tayin edemeyiz.

Hayatı tesadüfle izah etmeye çalışanlara göre, böyle bir gaye aramaya lüzum yoktur. Çünkü onun kendisi bir gayenin (bir kast ve iradenin) neticesi değildir. Veya onun gayesi bizzat kendisidir. Yani insan yaşamak için, hayatın zevk ve sefasından azami istifade etmek için yaşamalıdır. Fakat bu tarzı telakkinin neticesi mutlak bir hüsrandır. Çünkü insanın acz ve fakrı sabit kalmakla beraber, arzuların çokluğu nispetinde mahrumiyet, emelin çokluğu nispetinde elem artmaktadır. İlahi bir kuvvetin destek ve himayesinden mahrumiyeti itibariyle, tahakkuk etmeyen binlerce arzu karşısında insanın tam bir ümitsizliğe düşmesine kim mani olabilir. İki sonsuz yokluk arasına sıkışmış ve her an sayısız yoklukların tehdidi altında hayali bir varlık, ebedi varlık arzusuyla nasıl telif edilebilir. Bu durumdan geçici olarak kurtulmanın çaresi, realitelerden kaçıp hayali âlemlere sığınmakla olur ki, günümüzde sefalet ve sarhoşluk âlemlerinin bolluğu bu kaçışların ifadesidir. Ancak mesele burada bitmemektedir. “geçen günler geri gelmeyecek, gününü gün etmeye bak, fırsat bu fırsattır” anlayışına sahip fertlerden teşekkül etmiş bir cemiyeti, hangi disiplin anlayışıyla zabt-ü rabt altına alabiliriz. Kaldı ki bu hayat onlarda saadet vaat etmez. Hayallerin bile doyurulmasıyla tahakkuk edecek olan bir hakikati, nefsi arzuların tatminine münhasır görmekle insan mesut olamaz. Cismini âleme sığmayan arzulara mukabil, pek azında tasarruf edebildiğimiz madde kimseyi doyuramaz. Yaşama zevkinin cazip unsurları diyebileceğimiz herşey ya bizim onları veya onların bizi terk etmeleriyle, hafızalarda yığın yığın tatlı hatıra bırakıp, her birinin firakından gelen elem ve hicranı yudum yudum içirip gitmeyecekler mi?

Şahsi menfaatini, maddi benliğini aşa bilmiş bir kısım insanlar için hayatın gayesi, sözü edilen bencil ihtiraslar değil, iyilik ve fazilet gibi yüksek ve insani değerlerdir. Bu durumda ise, iyilik ve faziletin hangi ölçüye göre tespit edileceği meselesi ortaya çıkar. Yaptıklarıyla beraber çürüyüp yok olacağına inanan insanların kısm-ı azamı nazarında, faziletle cinayet arasındaki ayırıcı vasıf ne olabilir. Başkalarının rahat ve huzuru için kaç kişi kendi rahat ve huzurundan fedakârlıkta bulunur. Eğer karşılığı görülmeyecekse herşey anlık bir menfaat meselesine inkılâp etmez mi?

Elhasıl, mebde ve mead düşüncesinden mahrum bir hayat görüşü, kendisi bir muamma olduğu gibi, hakiki manada ne mesuliyet hissi, ne de saadet verebilir. Kendi hesabına değil de, onu veren adına yaşandığı zaman ise, herşey birdenbire değişir. “Ölümü ve hayatı sizleri imtihan etmek için yarattı” açısından bakılınca, hem yaşayışı, hem yaratılış aydınlanır. Hedef sübut kazanır. Herşey mana ve ehemmiyet kesb eder. Hiçbir varlığa ne başta ne sonda yokluk arız olamayacağı gibi hiçbir amel bad-i hava zayi olup gitmez. Herşey ilmi ezelide mevcut ve mukadderdir. Böylece nefis istikrar ve kalb itminan bulur. Öyleyse hayatın hayatını isteyenler, hatta onun zevk ve lezzetine talip olanlar bile, onu iman ile hayatlandırmak zorundadırlar.

B. DÜNDAR