๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 14:47:32



Konu Başlığı: Hayat ve insan
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 14:47:32
hayat ve insan


Hayat bizim için en büyük fırsat tecrübesidir. Ömrümüz boyunca elde edebileceğimiz en büyük kazanç “sevgiyi çoğaltma, iyilikte yarışma, bilgiyi paylaşma” olduğunu anlamak ve anlatabilmektir. Aşk, muhabbet, kalkınma ve hareket buradan doğar. Bunu da doğuran hakiki imândır. Fani dünyaya aldanan, gelip geçici şeylere bel bağlayan ahir ömründe olmasa bile ahrette dönülmez bir yolun, telafisi imkansız bir hatanın acısı içinde bulur kendini.

           

Olgun insan olmaya çalışma, gerçek güzelliğin üstün meziyetler olduğunu idrak edebilme  “erdem ve onur” getirir. Büyükler  en büyük ilmin, insanın kendisini tanıması olduğunu söylerler. Kendini tanıma; gönlünde Allah’ı bulma, gerekirse “ölmeden önce ölme”  bilincine ulaşmadır. Hakkın ve hakikatın ne olduğunu bilen ârif aşıktır. Bu aşkta acı yok, vecd ve haz vardır. İlâhi aşka intisab etmeyenler kalbin anahtarını ellerine geçiremez, gönül denilen okyanusun derinliğini, özelliğini, güzelliğini bilemezler. Doğal olarak yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki  bir gamı, bir derdi, bir endişesi olmasın. Bu itibarla hissiz ve vurduymaz olanlara insan demek ne kadar doğru olur? Hayatın sıkıntılarını sevinç kabul edenler  mutludurlar. Müslüman kimliği ile öne çıkanların işi daha da zordur. Her hareketini kontrol etmesi, her işinin temiz, lekesiz ve kusursuz olması, bilgili çalışkan ve sabırlı olması gerekir.

           

Yukarıya baktığımızda mevki makam ve servet sahibi olanların göz kamaştırıcı durumuna imrenme, özenme, yanlış ve tehlikelidir. Çünkü onlar  o mevki ve servetlerini fakir insanların, masumların gözyaşları pahasına elde etmiş olabilirler. İkincisi varlık ta, yokluk ta, mevki ve makamda birer sınavdır. Kimisi sabırla, kimisi varlıkla, kimisi yoklukla imtihan edilir. “Ben de böyle olayım” duygusu huzursuzluktan başka bir şey veremez. Kendi suyumuza, kendi azığımıza bakalım. Sahip olduğumuz nimetlerin, değerlerin farkına varalım. Doğru olan budur. Çünkü arzuların sonsuzluğu yanında hayat pek kısadır. Ölüm yakındır. Bizim bütün itimad ve tevekkülümüz cümle mevcudatın yaratıcısı Allah’adır. Her şeyi ancak Ondan bekleriz. Bir işin meydana gelmesi veya gelmemesi Allah’ın ilâhi takdir ve iradesine bağlıdır. İçinde bulunduğumuz mevkii bahşedilmiş bir şeref olarak telakki etmesini bilme olgunluğuna erişebilmek “kendini bilme” dir. Öğretilerin doruk noktası budur.

           

Bilinen sözdür. “Dünya malı, dünyada kalır” Çelikten, altından da bir zırh giyilse, ölüm oku onu delecektir. Sağlık-hastalık, varlık -yokluk, kavuşma- ayrılık sahnelerinin hem aktörü, hem seyircisi değil miyiz ? İyi de olsa, kötü de olsa, güzel de olsa, çirkin de olsa , gözle görünen her varlığın yaradılışında hikmetler vardır. Edebi belki de edepsizden öğreniyoruz. Karanlık olmasaydı aydınlığın büyük lütuf olduğunu nasıl anlayacaktık ki ? Eşya ve hadiselere ibretle bakmak lâzım. İbretle bakmasını bilmeyen göz, sahibinin düşmanı olur. Gerçeği iyi görebilmek kabiliyetinde olan insan, kamil insandır. Onların olgunluğunu bu hengâmede dışarıdan gözlemlemek biraz zordur. Bunu yine ancak olgun insanlar anlayabilir. Işık etrafında toplananlar onun sadece aydınlığından istifade ederek işlerini yaparlar. Sohbet eder veya eğlenirler. Ama o ışığa gönülden aşık olan pervane ise cevr û cefa  çeker ve kendini yakar.

           

Temiz yaradılışlı insanlar asildir. Allah’a dua etmesini, O’na yaklaşmasını bilen için her yer “Tûr-i Sinâ” olabilir. Allah’ın adaleti önünde Hz. Süleyman ile Karınca, devlet başkanı ile çoban birdir. Zengin ve fakir aynıdır. Kerem ve ihsanı iyilere de kötülere de nasip olabilir. Dikkat etmek lâzım. Dünya işleri kader programı dışında işlemiyor. Kader ve kaza programı içerisinde küllî irade ve cüz’i irade olgusunu iyi kavramak lâzım.  Hayat bir nefes alma vermeden ibarettir. Uyanık insan, gerçeği iyi görebilen, yani kendini bilen insan sahip olduğu değerlerin farkındadır. Nefisten daha kötü bir arkadaşın olmadığını bilir o. Arzu ve hevesler değil midir ki kulu  perişan eden.  “Nefis bela, şöhret afettir”  mütevazı insanlar bunu çok iyi bilmektedir.

           Sırrın sırrı da burada galiba.


Naci GÜMÜŞ