> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Habbeyi kubbe yapmak
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Habbeyi kubbe yapmak  (Okunma Sayısı 943 defa)
03 Eylül 2010, 17:34:38
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 03 Eylül 2010, 17:34:38 »



HABBEYİ KUBBE YAPMAK

Önemli-önemsiz ayrımı farklı zihinsel olgunlukların duyarlıklarını ifade eden öncelik  sıralamasıyla ilgilidir. Kimileri için incir çekirdeğini doldurmayacak bir mesele başka duyarlıklar nezdinde fevkalade öneme haiz olabilir. Bu bağlamda küçücük bir mesele muhtevasına ters orantıyla büyütülür veya başka bir değerlendirmeye göreyse asıl büyük meseleler anlamsızlığın sağır duyarsızlığı içinde küçültülür, ufaltılır. “Habbeyi kubbe yapmak” deyimini tam da bu durumları izah etmek için kullanırız. Bu deyimle, biraz da dudak kıvrımlarımıza müstehzi bir hafifseyiş iliştirerek, kendimizce küçük, önemsiz şeyleri büyütmenin gereksizliğini vurgularız. Gündelik kullanımda buna uygun anlar yaşadığımız ve kullanım olarak bu deyimin tam yerine oturduğu durumlar olabilir, olmaktadır. Ama düşünsel zeminde meseleye eğilme ihtiyacını ortaya çıkaran çok boyutlu öznel ve nesnel koşullar, zorunlu sayılacak ölçüde habbeyi kubbe yapma gereğini ortaya çıkarmaktadır. Bana öyle geliyor ki, bu gerekliliğin aşkla, düşünceyle, ilmi çalışmalarla, yaradılışımıza uygun içerik ve tarzda hayata tutunmakla, yaşantıya dönüşecek var oluşsal çabalarımızla ilgisi bile kurulabilir. Çünkü çoğu durumlarda akılları sıra ‘habbeyi kubbe yapmayın’ diyerek en esaslı anlam arayışlarını küçümseyenler, gerçekte kubbeyi habbe kadar algılama basitliği içinde paylarına düştüğü kadarıyla hakikati göz ardı edenlerdir. Artık söylememe gerek kalmadı ki, bugün en başat meselelerimizden biri habbeyi kubbe yapamamaktır. Bunun içindir ki hakikatin teorik ve pratik alanlarında boş benliklerimizi dolduran yoksulluklardan bir türlü kurtulamayışımızı hapı yuttuğumuza verenler de olabilir. Ben var oluşsal bağlantılarıyla ele almaktan yana olduğum bu meselede, içine düştüğümüz hastalıklı halin, hapı yutmakla değil bilakis hapı yutmamakla ilişkilendirmek gerektiğini düşünüyorum. Hatta habbeyi kubbe yapma meselesi aynı zamanda hapı yutma meselesi gibi de algılanabilir.

 

Deyimler ait olduğu dilin mucizevî anlam sırlarını oluşturur. Deyimlerde kelimeler düz anlamları dışında farklı anlamlara aracılık ederler. Bu durum dili kullananlara çoğu durumlarda keyifli derinleşme, açılma ve ifade imkânı sağlar. Zihinsel vurgunculuktan bencilce haz alanlar, dilin bu özelliğini entelektüel çalımlarının malzemesine dönüştürebilirler. Benim bu numaralarla işim olmaz. Deyimlerin dilimiz için büyük çeşitlilik ve zenginlik olduğunu elbette bilmiyor değilim. Ancak zaman içinde kelimelerin üzerlerini de körelmiş algı ve sığ yaşam tarzlarımızdan sirayet eden tozların kapladığı da bilinmektedir. Bu tozları üflediğimiz zaman altında sözlerin taşıdıkları  farklı içerikler bir bir ışıldamaya başlar. Anlamak bu süreç içinde kelimelerin izini, kelimelerin peşi sıra anlamın izini sürmek, yani bir yönüyle sözün üzerindeki tozu üflemektir. Kimi zaman da anlamak için, söz alanına görülen ilk kapıdan değil arkadan dolanarak girmek gerekebilir. Bu güzergâhta mütevazı bir anlama arayışı içinde basit bir gezinti, bir üfleyiş benimkisi.

 

Aşk varlığın özündeki harekettir. O hareket, yaratış ve yaratılış gereği olarak sonsuzluktan anlama doğru aşkın ürperişler, eşsiz salınışlarla ritim tutar. Varlığın kendi özünden, gücünden ve iradesinden kaynaklanan yaşam iddiası; dışa, başka varlıklara doğru yönelim içine girer. Bu yönelim varlığın ne pahasına olursa olsun tutunma veya kendisine ait kılma bencil çabası ile değildir. Öyle olsaydı ruhun bu devinimi  olgunlaşmamış özün ve kendine güvensizliğin açığa çıkması anlamına gelecekti. Bu yönelişin amacı yine varlığı güçlü kılmak, anlamlandırmak ve çoğaltmak içindir. Varlık, doğası gereği her türlü ruhsal sapmaların kompleksinden arınmış olarak başka varlıklara var edişe yönelir. Ruhsal merkezli her türlü sapma, dış koşulların benlik üzerindeki çarpık etkisinin yansıması olarak istisnai durumlardır. Ne ki, bu istisnaların kitlesel alışkanlıklara dönüşerek kanıksandığı açıktır. Bugün en onarılmaz fecaatte yaşanan sapkınlıkların özendirilen hayat tarzlarına dönüşmüş veya dönüştürülmüş olduğu da bir gerçektir. Tohum da toprak da çürümüştür, çürümek üzeredir. “Kenneth Gergen, insanın tam olarak hangi çekirdek öz’e sadık kalması gerektiğini hatırlamanın gittikçe güçleştiğini, sahicilik idealinin ucundan bucağından yıprandığını, içtenliğin anlamının yavaş yavaş belirsizliğe gömüldüğünü yazmaktadır. İnsanlık anlam verici güçlerinin büyük kısmını, belki de hepsini yitirmektedir.”(1)

 

 

Anlamın en fark edilir yansıması olarak varlığın varlığa yönelmesi aşk sebebiyledir. Kimi zaman bu anlam yani ‘sonsuzluk’ için öz veya benlik kendini bile feda edecek derecede fedakârlık yapar. “Yetişkin insan aşk ahlâkındadır” diyerek tematik alanı oldukça geniş bir genelleme yapan Ülken’in hemen arkasındaki şu yalın ifadesi özlüdür, özgündür: “Feragat ve fedayı nefs davasında en büyük hürriyetle yarışmaya girmek ve herkesi geçmek için fazla ceht sarf etmek, sonunda insanı aşk ahlâkına götürecektir.”(2) Çünkü varlık anlamını ancak kendini aşarak bir üst varlığa ekleyerek veya ilişkilendirerek inşa edebilir. Zayıf ve güçsüz benlikler bu hamleyi yapamaz; bu sıçrayış ve salınımla içine girecekleri, içlerine taşıyacakları muazzam zevki tasavvur bile edemezler. Bu tasavvur ve bu hareket var oluş coşkusunu içinde hisseden dolayısıyla var oluş özü ve bilinci yüksek yoğunlukta olanlar içindir.

 

Fıtratımıza yerleştirilmiş olan sonsuzluk duygusu sebebi ile geçici varlığımıza emanet edilmiş benliklerimiz, gerçek hazzı, yaratılış amacına yönelmekle duyarlar. Sınırlı varlık içinde sonsuzu hissetmenin dahası iç evreninde yaşantıya dönüştürmenin coşkusu ile adeta kıvranır. Kıvranış adeta ruhuna giydirilen dar elbiselerden kurtulmak içindir.  Yöneliş cesur bir özgürlüğü gerekli kıldığından dıştan bir bakışla kendinden kopuşa, kendini terk edişe bile benzetilebilir. Öyledir de. Ama bu devinim iyiliklerle ruhlarını yüceltmek yerine sadece bulundukları yerin başlarına geçmemesine razı olarak, kötü şeylerin olmamasından başka talepleri olmayan statükocu zihniyetlerin doğaları gereği kavrayamayacakları bir durumdur. Onlar, varlığın sonsuz özgürlüğe en nihayetinde Allah’a yönelişindeki kendine getirmek için insanı alıp kendinden götüren hazzını, o hazzın yankısını, yansımasını bile yaşamadılar. Zevk kendinden geçmektir. Kendinden geçmek zevktir. Zaten kendi olmayanların kendinde olmayanların (vaz) geçecekleri bir benlikleri de olamaz. Olmayanlar, dolmayanlar kendinden geçemez. Kendinden geçmek, kendini aşmakla, kendini engellenmez bir biçimde taşmakla, doğallıkla boşalmakla olur. Boşalmak kendini dolanlar içindir. Ve onlar kendini boşalırlar, bunun hazzını, huzurunu kendi nefisleri içinden ve üzerinden hissettikleri varlık bilinci ile yaşarlar ve som samimiyetle kapıldıkları derin, serin akış içinde de kendilerini hissederler. Kim olduklarına dair sorunun hiçbir şüpheye yer bırakmayacak yoğun bağlanışlar ve bağlantılarla onlarda karşılıkları mevcuttur. Var olmak kendimizi ilahi kudret ve inayet ikliminde hissetmektir. Orada gittikçe yoğunlaşan, çoğalan bir öz ve bir söz sahibi olunacaktır. Eflatun’un aşk için “Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik” sözüne karşı “artmaz” kısmında külliyen yanılıyor üstat” diye net bir tutum alan İskender Pala, doğallıkla karşı düşüncesini “Bir çoğalmadan ibarettir çünkü aşk, bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir. Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün?”ifadeleri ile açıklar.(3)

 

 

Kendimizden (vaz)geçiş daha güçlü bir kendimizi yaratma, kendimizi genişletme veya zenginleştirme çabasıdır bir bakıma. Bu bir boşluğa düşmek veya ölmek gibi gözükse de asla hiçlik, manasızlık, çürüme değildir. Birbirinden değerli çalışmalarla ufkumuzu açan değerli psikiyatrist Kemal Sayar’ın bu konudaki şu tespiti müstakil olarak düşünülmelidir kanaatindeyim: “Bir kişilik benlikten daha yüksek değerlere yönelmemişse, kaçınılmaz olarak yozlaşma ve çürüme baş gösterir.”(4) Bu anlamda ölmek varlığın zorunluluğu, başka bir söyleyişle ölmek zorunlu var olmak, var oluşla yüzleşmektir. Olmak; bir üst kata, üst akla, üst bilince çıkmak, daha yüksek bir ruha erişmek demektir. Oysa yokluk batıldır. Yokluk diye bir şey yoktur!.. Fena olmak manasız bir şekilde yitip gitmek değil mutlak varlığa doğru kayıtsız koşulsuz bir yürüyüş, yöneliş içinde olmak demektir. Menzile yaklaşma oranımız kendi olgunlaşma oranımızla orantılı olacaktır. Bu yönelişte aşk, özün kendine güveni ile artar. Özgüven sahibi olanlar anlamın sonsuzluğunda bütün sınırları geçmekten korkmazlar. İnsanoğlu kendi gerçeğini yalandan sınırlar içinde kurmaya çalışır çoğu zaman . Bütün o sınırlar ve o sınırlar içinde oluşmuş benlikler yapaydır, sahtedir. O sınırları geçtiğimiz zaman arkada sahte gerçeklikler ve sahte benliklerle var olma şaklabanlığından başka bir şey  kalmayacak korkulmasın. Aklın ve ruhun mutluluk ve güvenlik adına kendini statikleştirmesi varlık adına derin bir cehalettir. Orada, başka varlıklara yönelmesi gereken harekette, bir azalma, bir duraksama gözlenebilir. Giderek varoluşsal anlamda yanılgı sınırını aşarak körelmeye dönüşen algı bozukluğu egoistlik ölçüsünde bencilleşir.  “Bencillik öylesine tiksindiricidir ki, bu utanç verici hali saklamak için nezaket dediğimiz şeyi icat etmişizdir”der Schopenhauer.(5) Ona göre ve onun için bir başkasına yönelmek yorulmak; paylaşmak azalmak anlamına gelir. Bu korku ancak var oluş cevheri zayıflamış kişilerde görülebilir. Hele bu insanların bir başka varlık için kendilerinden geçişlerini, kendilerinden vazgeçişlerini düşünmek bile neredeyse  imkânsızdır. Kendi dar dünyalarının minyatürden tanrı rollerini biraz daha sürdüredursunlar bakalım. Oysa zayıflayan, kendilerinden başkasını düşünmeyen varlıkları anlamsız bir boşlukta çırpınıp durmaktadır. Evet boşluk ama anlamsız, ve boşuna bir çırpınış!..

 [Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Habbeyi kubbe yapmak
« Posted on: 26 Nisan 2024, 09:10:23 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Habbeyi kubbe yapmak rüya tabiri,Habbeyi kubbe yapmak mekke canlı, Habbeyi kubbe yapmak kabe canlı yayın, Habbeyi kubbe yapmak Üç boyutlu kuran oku Habbeyi kubbe yapmak kuran ı kerim, Habbeyi kubbe yapmak peygamber kıssaları,Habbeyi kubbe yapmak ilitam ders soruları, Habbeyi kubbe yapmakönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes